Yeni çağda hangi dinlerin şansı var
Pazar Sohbeti
17 Ekim 2022
0:00
0:00

metin

Bugün dünyada bir paganizme doğru, yani İbrahimî dinlerin zıddı olan bir şeye doğru bir gidiş mi var? Yoksa, acaba yeni bir dinî devrimin eşiğinde miyiz? Paganizm derken, bireyin kendi nefs ve hazlarına teslim olduğu ve daha yüce bir etostan yani racondan yoksun kaldığı düşkün hali kastediyorum. Oysa İbrahimi ve monoteist dinlerin alamet-i farikası, merkezi ve sofistike bir bürokrasiye sahip devletlerin belirli bir tekâmül dönemine denk gelmeleri. Bu bakımdan, düşünceler ve kanaatler üzerinde merkezi denetimin bu raddede olduğu bir çağda, sosyal devlet ve instagram çağında, paganizm gerçekten mümkün müdür? Hele siyasi otoritenin mahreme dahi nüfuz etme imkanı bunca genişlemişken? Dolayısıyla, Roma çağında aşina olduğumuz cinsten, transhümanist paganizmler çağından ziyade, Batıda hali hazırda teşekkül etmekte olan yeni bir merkezi din devrine geçiyor olmamız daha muhtemel değil midir?
Enteresan bir soru. Son kırk yıldır, hatta altmış yıldır hep varsayıldığı gibi bir bireycilik ve bencillik çağına değil, yeni bir dini dogmatizm çağına mı gidiyoruz acaba diye soruyor özetle. Bunca merkezi denetimin olduğu bir çağda, bu merkezi denetimin dayanağı olacak bir dine geçmemiz daha kuvvetli ihtimal değil mi? Olabilir, mümkündür. Lakin Kaliforniya-Londra-Paris ekseninden bakınca öyle görünmesi pekala makul de, o eksen dünyanın ne kadarıdır diye sormayı da ihmal etmemek lazım bence. Dünyanın oralardan ibaret olmadığını hesaba katmalıyız.
Gitgide şiddetlenen bir merkezi denetim çağına girdiğimiz açık. Tek tanrılı üç dinin her birinin, böyle bir siyasi merkezileşme çağında doğduğu da açık. Özellikle Yahudi dininin oluşumu aşamasında tek tapınak tek tanrı sistemi, esasen yerel tanrıların, her bir ziyaret, her bir türbe, her bir küçük tapınakta yaşayan yüzlerce ve binlerce küçük tanrının tasfiyesi anlamına gelmiş. Hristiyanlığın doğuşu evrensel imparatorluk eşittir evrensel din denklemine karşılık oluşturmuş. Müslümanlığın da aşiretler ve siyasi anarşi döneminden merkezi otorite dönemine dönüşün ifadesi olduğunu evet kabul edebiliriz. Bugün buna paralel olabilecek bir dinamik görüyor muyuz? Ben pek sanmıyorum. Merkezi bir dinin benimsetilmesi her üç örnekte korkunç mücadeleler sonucunda gerçekleşti. Çok büyük kan dökerek gerçekleşti. İnsanlar kolay kolay dinlerini değiştirmezler. Insanların zaten dinleri vardı. Zaten bir sürü yerel tapınağı, yerel töresi, ziyaretleri ve yatırları vardı. Bunları terk edin ve devletin dinine gelin demek için, devletin son derece güçlü bir inancı olması gerekiyordu ve bunun için sınırsız kan dökmeye hazır olması gerekiyordu. Bugün bu yöndeki dinamikler yok değil, fakat ne öyle bir sınırsız güç, ne de öyle bir kararlılık göze çarpıyor.
İki güçlü din
Bugünün dünyasında kaslı olan, yaşayan, diri olan iki tane din görüyorum ben. Batı dünyasında iki tanedir diyelim, bir de Hinduizm var güçlü, fakat Hindu dini yayılma eğilimi olmayan bir din, emperyalist bir din değil. Buna karşılık şimdi sayacağım iki din son derece güçlü emperyalist eğilimleri olan, yani bütün dünyayı kendi dinlerine çevirmedikçe rahat etmeyecek olan dinler.
Biri Müslümanlıktır. Bütün dünyada ve özellikle Batı dünyasında muazzam bir canlılık sergiliyor. Hızla kapsama alanını geliştiriyor. Afrika’da büyük adımlarla ilerliyor. Kendi kimlik duygusunu büyük ölçüde terk etmiş olan Batı dünyasında saldırgan adımlarla büyüyor. İnsanlar bu din için ölmeye ve öldürmeye hazır. Bu dini yaşamlarının vazgeçilmez bir ögesi olarak görüyorlar. Bu bir kere bir.
Ana akım Hristiyanlık mezhepleri bitmişler. Katoliklik yaşayan bir ölü. Din değil artık, eski bir alışkanlıktan ibaret. Anglikan kilisesi bir komedi. Alman Lutherciliği bir gıdım belki daha canlı ama kimselerin bu dinler için ölmeye ve öldürmeye hazır olduğunu düşünmüyorum.
İstisna, Amerika kökenli Evangelist Protestan mezhepleri. Bunların geleneksel Hristiyan diniyle bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Yeni bir din bu. Fakat Hristiyanlığın temalarını ve birtakım simgelerini koruyan bir hareket. Tek bir hareket değil, yüzlerce ve yüzlerce mezhepten oluşan, aralarında doğru düzgün bir koordinasyon bulunmayan, adeta böyle bir arı kovanı gibi yahut da bir karınca yuvası gibi çoğalan bir hareketten söz ediyoruz. Özellikle Latin Amerika’da bu Evangelik hareketler azgın bir dinamizmle büyüyor ve Amerika kıtasındaki ülkelerin hemen hepsinde çoğunluğu elde etmiş durumdalar. Önceki sene Brezilya’ya gittim. Orada çok net olarak görüyorsunuz. Her köşe başında, her mahallede özellikle fakir mahallelerde, her kasabada, her köyde pıtrak gibi onlarca ibadethane açmışlar. Her birinde tıklım tıklım kalabalıklar sokaklara kadar dökülüyor. Okullarda, otellerde, otobüs şoförünün ön aynasına astığı simgelerde, her yerde fırtına gibi büyüyen ve toplumu kontrol altına alan bir hareketin izlerini görüyorsunuz. Aynı şekilde Afrika’da muazzam bir dirilik gösteriyorlar. Nijerya’da, Etiyopya’da Evanjelik Protestan hareketlerinin bir kitlesel kurtuluş umudu, bir Mehdi hareketi olarak yükseldiklerini görüyorsunuz.
Bu iki din önümüzdeki on yıllarda ve yüz yıllarda tahmin ediyorum ki dünyanın gidişinde belirleyici roller oynayacaklar.
Woke dini
Şimdi üçüncüsünden söz edelim. 200 yıl boyunca, Aydınlanma çağından ve Fransız ihtilalinden bu yana dünyada şu varsayım kabul gördü. Toplumun eğitimli seçkinleri, yani bilim bilen, tarih bilen, felsefe bilen, mantık bilen, matematik bilen aydınları elbette basit halka ait olan bu tür dini fanatizmlerden münezzehtir. Onlar akılla düşünürler. Sakin ve özgür bir şekilde farklı görüşleri tartışırlar, yarının dünyasına giden adımları tasarlar ve uygularlar. Bir yanda kalabalıkların fanatik dinleri, diğer yanda aydın ve seçkinlerin akılcı dünyası: 1770’lerden 21. yüzyıl eşiğine gelinceye kadar, Batı dünyasının toplum vizyonu bu varsayım üzerine kuruludur.
Bugün bu modelin iflas ettiğini görüyoruz. Toplumda ‘ileri’ kabul edilen düşünce akımları, ya da 1980’lere dek ilericiliği tekeline almış görünen hareketler son yirmi yıl içinde radikal bir şekilde söylemlerini dönüştürdüler. Aydın ve ilerici sayılan zümre, öteden beri, var olan düzeni ve o düzeni temsil eden otoriteyi akıl bazında sorgulamakla temayüz ederdi. Bu gelenek aniden değişti. Eskiden ilerici sayılan temalar bir dini inanç sistemine evrildiler. Bugün toplumun eğitimli elitinin fikir ayrılıklarına tahammül etme, farklı görüşleri tartışarak akılcı çözümler bulmak gibi bir vizyonu, böyle bir iddiası kalmadı. Onun yerine herhangi bir ampirik dayanağı olmayan, iman üzerine, daha doğrusu grup aidiyeti üzerine kurulu bir dizi simgesel inanç ön plana geçti. Nedir bunlar? İklim krizi, Covid krizi, zenci ve kızılderili hakları, kadın hakları, eşcinsel hakları, trans hakları vs. gibi, esasen birer slogandan ibaret olan, birer simgeden ibaret olan iman formülleri ön plana geçti. Yapı itibariyle bu formüller Bakire Meryem’in doğurması ya da İsa’nın üçüncü gün dirilmesi öykülerine benzerler. Bakire kızın doğurmayacağını ve çarmıhta ölenin dirilmeyeceğini herkes bilir. Hristiyanlar da bilir. Fakat bunun aksine inanmak, ya da inandığını beyan etmek, bir imanın, bir aidiyetin simgesidir. Ben sizdenim demektir. Biz buna inanırız, ne kadar absürt olursa olsun inanırız, çünkü biz akılla yenilmeyiz diyen bir dayanışma halinin ifadesidir. Bu eğilimi bugün Woke adı verilen kesimde çok net olarak görüyoruz. Bugünün dünyasında egemenliğe oynayan üçüncü bir fanatik din olarak Woke dinini sayabiliriz.
Bu hareketin bir dini fanatizm hareketi olarak başarılı olabileceğine ben inanmıyorum. İmanı diğerleri kadar güçlü değildir cemaat mensuplarının. Seçkin sınıflara mensup oldukları için kaybedecekleri şeyler kazanacaklarından daha fazladır. Kaybedecek çok şeyleri var. Oysa gerek güncel Müslümanlığın, gerek Evanjelist Protestanlığın temel karakteristiği, kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, ölsek gam yemeyiz, haklılığımızdan başka dayanağımız yok diyen yaklaşımdır. O yüzden bu yeni elit dini, ölüme mahkum bir din gibi gözüküyor. İş çatışma noktasına geldiğinde kan dökmeye hazır olduklarını zannetmiyorum.