Uyuşturucu ticareti yasaklanmalı mı
Pazar Sohbeti
30 Mayıs 2021
0:00
0:00

metin

Uyuşturucu maddelerin yasal durumu hakkında görüşünüzü merak ediyorum. Bu maddeler sizce hangi koşullarda serbest bırakılmalı ya da bırakılmalı mı?
Uyuşturucuyla savaş, ikiyüzlü Amerikan ahlakçılığının, Amerikan Püritanizminin, Amerikan ‘do good’ yani hayırlı bir şey yapıyor gibi görünme hırsının bir tezahürüdür. 1960’larda Nixon zamanında bu iş ilk kez ciddi bir şekilde gündeme geldi. Reagan zamanında 1980’de Amerikan güvenlik politikasının ana direği haline geldi ve sonuçları çok kötü oldu. Uyuşturucuyla savaş isterisini bütün dünyaya Amerikalılar empoze ettiler.
Amerikan toplumunda 1960’lardaki uyuşturucu salgınını bir kamu sağlığı meselesi olarak görmek mümkündü. Genç insanlarımızın pek çoğu bir psikolojik ve fiziksel hastalıkla karşı karşıyadır, bunu nasıl tedavi edebiliriz, sebeplerini ve sonuçlarını nasıl düzeltiriz, diye sormadılar. Nasıl yasaklarız diye sordular. Bunun için polise sınırsız, her yıl yükselen ve sınırsızlaşan bir yetki verdiler. Öyle ki bütün dünyada polis bütçesinin, iç emniyet bütçesinin yarıdan fazlası bugün uyuşturucuyla mücadeleye aktarılıyor oldu. İnanılmaz boyutlarda bir polis teşkilatı, bir polis devleti kuruldu. Bütün toplumun potansiyel suçlu sayıldığı, bu suçlularla mücadelede her yöntemin mübah görüldüğü, polisin yetkilerinin gitgide büyüyen bir kanser gibi sınırsızlaştığı, polisin yetkilerini sorgulamanın utanç verici, akıl almaz bir ruh hastalığı sayıldığı bir dünyaya doğru hızla yol aldık.
Herhangi bir teşkilata, özellikle silahlı bir teşkilata, sınırsız yetki verdiğiniz zaman, her şey mübah olur. Gerekli gördüğünüz her şeyi yapabilirsiniz. Satıcı kılığına girip masum insanları baştan çıkarabilirsiniz. Piyasaya uyuşturucu vererek satıcı ağlarını ortaya çıkarmaya çalışabilirsiniz. Bilmediğiniz satıcı ağlarının türemesini önlemek için bildiğiniz satıcı ağlarını semirtip güçlendirebilirsiniz. Sınırsız yetki sahibisiniz, çünkü ahlaki bir mutlak üzerinden iş yapıyorsunuz. Bu mücadeleyi her ne pahasına olursa olsun kazanacağız dediğiniz anda, her ne pahasına’nın boyutları korkunç bir hızla büyür, onulması mümkün olmayan, uyuşturucudan çok daha büyük, çok daha vahim bir yara açmış olursunuz.
Uyuşturucuyla savaş gördüğüm kadarıyla bütün dünyada polis devletinin rayından çıkmasının, hukukun, demokrasinin, 250 yıldan beri bizi yönlendiren özgürlük idealinin çöküşünün başlıca iki müsebbibinden biridir. Bir, uyuşturucu savaş. İkincisi özellikle 2001 yılından sonra ‘terörle savaş’ başlığı altında girişilen akıl almaz yetki gaspı. Emniyet kuvvetlerinin toplumda kendilerine hak olarak tanınan sınırları kat be kat aşıp, iktidarı ele geçirmeleri hadisesiyle karşı karşıyayız.
Uyuşturucuyla savaş ve terörle savaş: İki tane soyut suçtur. Gerçek insanlar tarafından hiçbir zaman gerçek bir tehdit ya da suç olarak algılanmayan şeyler bunlar. Hırsızlık, cinayet, bunları aklı başında olan herkes, yani toplumların neredeyse tamamı suç olarak algılar. İnsanın içgüdüsünde olan bir şeydir. Hırsızlığı ve adam öldürmeyi önlemek, haksız şiddet eylemlerini önlemek, sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak, bunlar polisin gerçek görevleridir. Uyuşturucuyla mücadele polisin görevi değildir ve olmamalıdır. Çünkü insanların çoğu açısında gerçek bir suç teşkil etmez. İçmek istiyorsa içer insanlar. Bana ne? Sana ne? Aynen oruç meselesi gibidir. Bazı insanlar bir kural koymuş ki yılın rastgele bir ayında bir şekilde insanlar yemeyecek içmeyecek. Bunu dayatmak için oluşturduğun şiddet tekeli büyük bir haksızlık ve hukuksuzluktur.
Bu bir. İkincisi, şöyle bir boyutu da var işin. Tarih boyunca insanların meşru ve rasyonel kabul ettiği hukuk sistemleri şu ilke üzerine kuruldur: Başkalarına zarar vermeyeceksin. Bir insan herhangi bir şekilde başkasına zarar vermeye başladı mı kamu otoritesi müdahale eder. Kamu otoritesinin görevi başkasının bana zarar vermesini ve benim başkasına zarar vermemi önlemektir. Hukukun görevi benim kendime vereceğim zararı önlemek değildir. Benim kendime vereceğim zarar sadece beni ilgilendirir. Bu sınırı bir kere aşarsanız, bireyler toplumun kölesi haline gelir. Sürüdeki davar gibi, toplumun malı haline gelir. Toplumun çeşitli amaçlarla kullanacağı bir araç, bir köle, bir robot haline gelir. Ve bu mala zarar vermek bireyin kendisinin dahi yetkisi dışına çıkmaya başlar. Bunun tam dönüm noktası 1960’larla 70’lerdir. Aşağı yukarı o tarihlerde polis devleti bireyi kendi kendine vereceği zarardan koruma sevdasına düştü. Amerika’dan başlayıp dünyaya dalga dalga yayılan bir hastalık olarak devletin ve polisin bireyleri kendilerine karşı koruma görevine sahip olduğu fikri dayatıldı, genişletildi. Ben bunu korkunç bir tecavüz olarak görüyorum. Sana ne kardeşim? Ben istersem beynimi uyuştururum. İstersem zehir alırım. İstersem kendi kendimle deney yaparım. Bunun sonucunda başkalarına zarar verme eğilimi gösterdiğimde veya zarar vermeye başladığımda o zaman bana dur diyebilirsin. Ama benim kendi kendime zarar verme özgürlüğüme dokunamazsın. Buna dokunduğun anda zaten bireysel özgürlük diye bir şey kalmaz. Ancak senin uygun göreceğin ve sınırlarını belirleyeceğin saha içinde özgürüm. Bildiğiniz, tasmalı köpek hayatıdır.
Büyük bir hataydı ve bundan geri dönülmesi lazım. Tüm uyuşturucu maddelerin serbest bırakılması lazım. Ne yapılabilir? Öncelikle bu konuyla ilgili polis teşkilatının sıfıra kadar dağıtılması ve ortadan kaldırılması lazım. Kangrenin odaklaştığı noktalardan biridir uyuşturucuyla mücadele. Bunun yasaklanması lazım.
Şüphesiz uyuşturucu bir toplumda vicdanları rahatsız eden bir olgu. Bu olgunun en büyük suçlularından biri, en büyük müsebbiplerinden biri de büyük ilaç firmalarıdır. İllegal uyuşturucuların yanında tonlarca, binlerce legal sayılan uyuşturucular var ve bundan milyarlarca dolar kâr ediliyor. Bunun kırılması için neler yapılabilir diye düşünmek lazım. Belki uyuşturucu ticaretini, her türlü uyuşturucu imalatını ve ticaretini sıkı antitröst yasalarıyla kontrol etmek lazım. Yani her türlü üretici firmanın, üretici yapının maksimum boyutu hakkında yasalar getirmek lazım. Ancak küçük üreticiler uyuşturucu üretebilir, diğerleri üretemez, yasaktır şeklinde bir düzenleme. Eminim çok faydalı olacaktır. Tedavi konusunda ve özellikle gençleri uyarmak konusunda yepyeni yaklaşımlara ve çok daha büyük bütçelere ihtiyaç vardır. Eylemlerinin sonuçlarını idrak edemeyecek durumda olanları uyarmak ve engellemek için yeni yöntemler ve kurumlar denenebilir. Tedavi yöntemleri konusunda uluslararası bir seferberlik başlatılabilir. Fakat onun dışında uyuşturucuların serbest olması lazım.
Ancak nelerin yasaklanmasında fayda vardır? Üçüncü şahıslara kendi bilgileri dışında verebileceğin zehirli ilaçlar çok tehlikelidir. Bunların kontrollü olması şarttır. Mesela toplumda serbestçe siyanür satılması mantıklı bir şey değildir. Çünkü kötü niyetli insanlar serbestçe satın aldıkları siyanürü üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanabilirler. Aynı şekilde üçüncü kişilere zarar verme potansiyeli olan ilaçların satılmasında birtakım kontroller olması doğaldır, makuldür. Fakat insanların kendi kendilerini alıp, kendi bilecekleri sebeplerle eğlendikleri zararlı veya zararsız müstahzaratın tamamen serbest olması bence en temel hukukun gereğidir. En temel siyasi reformun konusu olması gerekir.
Otobiyografik not: Covid zamanlarına dek görüşüm bu yöndeydi. 2021’de yavaş yavaş değişti. Bu yazıda henüz olgunlaşmamış olarak o değişimin ipuçlarını görebiliyorum. İlaç endüstrisinin insanlığın tümü için ne kadar vahim bir tehlikeye dönüştüğünü kavradıktan sonra “bırakınız yapsınlar, bırakınız içsinler” tavrının savunulabilir bir tarafı olmadığını anlıyor insan.