Ülkelerin yazı üretim miktarı ne anlama gelir
Pazar Sohbeti
20 Eylül 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Voltaire’in, Paris’te bir günde yazılanlar İstanbul’da bir yılda yazılanlardan fazladır sözü Türkiye’nin geri kalma sebebinin teşhisi midir?
Muhtemelen evet. Voltaire’in sözünü şöyle de tercüme edebiliriz. Türkiye’nin yönetici sınıfının bazı, diyor, yani tabanı, Fransa’ya oranla çok dar. Çünkü yazı yazmak sınıfsal bir eylemdir. En azından internetin, sosyal medyanın icadına kadar öyleydi. Yazı yazanlar ülkenin çeşitli seviyelerde yönetiminde söz hakkı talep edenlerdir. Ülkenin siyasi yönetiminde, ekonomik yönetiminde, manevi yönetiminde söz hakkı talep etmektir yazı yazma eylemi. Daha doğrusu üçüncü binyılın ilk günlerine dek öyleydi.
İstanbul’da az yazılıyor, Paris’te fazla yazılıyor demek Paris’te yönetim kadroları daha girift ve çok sesli demektir. Demek ki ülkenin yönetiminde söz sahibi olanlar, devlet adamları, avukatlar, bilim insanları, sanatçılar, fikir önderleri, moda önderleri Paris’te sayıca fazla, İstanbul’da ise az. Çok ilginç, çok temel bir gözlem bu. Doğru, Türkiye’nin geri kalma sebebi budur. Ana sebebi budur. Osmanlı devletinin yıkılmasının sebebi de budur. Ayak zayıf, ayak küçük. Sehpa yapmışsın, üzerine kocaman bir imparatorluk koymuşsun ama ayak böyle düdük gibi, ilk fiskede devrilecek. Öbürü dersen sağlam masaya oturuyor, çok ayak üstüne oturuyor, çok büyük deprem olmadıkça devrilmez.
Türkiye’de tepe yönetici ile halk arasındaki kadrolar köleleştirilmiş. Hükümdar onlar üzerinde ölüm kalım hakkına sahip. Vezirin bağımsız hareket etme payı az. Yönetici zümrenin eli ayağı olan ara kadrolar, yani memurlar, ara kademe komutanlar ve saire yukarıdan emir almak dışında bir inisiyatife sahip değiller. Niye yazı yazıp risk alsınlar? Neden bağımsız bir bakış açısına sahip olduklarını düşündürerek kendilerini açık etsinler? Yazsalar da işte Osmanlı yazı kültürüne özgü, tamamen esoterik, tamamen stilize, iç çember dışında kimsenin anlamayacağı, reel dünyayla ilişkisi muğlak şeyler yazarlar.
Totaliter düzenin özelliği, iktidarı gitgide daralan bir zümreye hapsetmesidir. Bu çıkmazı, bu temel sıkıntıyı Osmanlı aşamadı. Cumhuriyet de aşamadı.
Cumhuriyet öncesinde, yani Meşrutiyet ve Tanzimat döneminde acaba aşılabilir mi diye düşündüler, çok kollu bir yönetim, çok sesli bir yönetim kadrosu oluşabilir mi Osmanlı devletinde diye denemeler yaptılar. Temelde birbirinden farklı düşünen, farklı noktalardan hareket eden, farklı çıkarlara sahip olan farklı toplum kesimleri birbiriyle konuşabilir ve yönetimde söz sahibi olabilir mi? Yönetim bunların farklı görüşlerinin bir örgüsü olabilir mi? Bu, Osmanlı’nın alışık olmadığı, tanımadığı, asla benimsemediği bir fikirdi. Vatan hainleri de mi konuşacak yani? Daha neler! Bir tepki doğdu ve tertemiz ettiler vatan hainlerini. Geriye Atam ve onun izinden gidenler kaldı. Başka da bir şey kalmadı.
Böyle kurulan devletler yürümez. Kısa bir süre güçlü gibi görünebilir. Tek bir yerden, tek elden, tek kaynaktan ses çıkması kısa bir süre için taktik avantaj sağlar ülkeye. Uzun vadede beyin ölümüne yol açar. Nitekim Türkiye bu sebeple beyin ölümüne uğramıştır. Cumhuriyet dönemindeki ölümü de daha önceki ölüm tecrübelerinin devamı niteliğindedir.