Ukrayna’da kim haklı
Pazar Sohbeti
27 Şubat 2020
0:00
0:00
metin
(Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği askeri harekatın ilk haftası içinde yapılmış bir söyleşi.)
3. Dünya Savaşı’nın ilk haftasında özel bir programla karşınızdayım. Ukrayna meselesini enine boyuna tartışmamız gerekiyor. Daha doğrusu tartışmayacağız, ben size anlatacağım. Siz de fikirlerinizi bir şekilde oluşturursunuz.
Ortada bir savaş var. Bu savaş Rusya ile Ukrayna arasında değil, Rusya ile Batı ittifakı arasında. Yani NATO’nun öncülüğünde Amerika Birleşik Devletleri ve uydularından oluşan ittifakla Rusya arasında bir savaş var.
Batı kamuoyu ve onu takliden Türkiye’de ‘demokrat’ sayılan kesim, daha doğrusu Batı’nın propaganda organlarının etkisini hissedecek kadar sözde dünyadan haberdar olan kesim, canhıraş bir kararlılıkla bir tarafın propaganda başlıklarını tekrarlamakla meşgul. NATO ülkelerinin propaganda yönetimi birimleri tarafından yayılan belli başlı iki üç tane çok basit formül, dervişin zikri gibi tekrar ediliyor. Bir, Putin delirdi herhalde olur mu böyle şey? İki, bağımsız bir ülkeyi nasıl istila eder? Üç, ay bombalıyor ortalığı ne kadar kötü bu bombalar.
Birincisi, Putin deli filan değil, son derece temkinli, akılcı, hatta gereğinden fazla ılımlı bir lider. 2014’te Amerikalıların kanlı bir darbeyle Ukrayna’yı ele geçirmesinden sonra sekiz yıl bekledi, barışçı bir çözüm için her yolu denedi. Ve öyle anlaşılıyor ki bu sekiz yılda ordusunu bu savaş için hazırladı. İkincisi yirmi küsur seneden beri hemen her yıl bir başka bağımsız ülke ABD silahlı kuvvetlerince bombardıman ediliyor veya istila ediliyor. İstila edilmese ABD tarafından örgütlenen ve silahlandırılan silahlı çetelerin tecavüzüne uğruyor. O olmadı askeri darbeyle ele geçiriliyor, ekonomik terör tedbirleriyle halkı açlığa ve sefalete mahkum ediliyor. Bunlara hiç ses çıkarmayan, hatta çoğunu alenen alkışlayan insanların şimdi kalkıp bağımsız devlete asker soktular diye çığlık çığlığa feryat etmesi acayip bir şey. Ve nihayet, her savaşta bombalar uçuşur, insanlar öldürülür. Duygu gösterisi yapmak yerine bunun sorumlusu kim diye sormak daha mantıklı bir yaklaşım değil midir? Bunca zamandan beri dünyadaki her türlü zorbalığın ve askeri terörün baş aktörü pozisyonunda olan bir askeri ittifakın söylemine nasıl bu kadar kolay kanıyorlar, ben hayretle karşılıyorum doğrusunu isterseniz.
Hiçbir zaman Rus sempatizanı olmadım, hala da değilim. Evet, savaşın kötü bir şey olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak insanlar öldürülüyor, binalar yıkılıyor, yüz binlerce insan mülteci olup ülkesinden kaçıyor. Bunlar acı şeyler. Nasıl bu noktaya geldik? Dün birdenbire mi başladı? Durduk yerde birdenbire asker dayayıp savaş mı çıkarmaya karar verdi Rus yönetimi? Bence bunları bir düşünmek lazım.
Rusya’nın yıkılması ve yeniden ayağa kalkması
1989 ile 1991 yılları arasında Rus imparatorluğu hemen hemen tümüyle barışçıl bir şekilde, kan dökülmeden tasfiye edildi. Önce Avrupa’daki uydu devletlerin peşini bıraktılar. Bunların en önemlisi olan Doğu Almanya’nın Batı ile birleşmesine izin verdiler. Peşinden on beş cumhuriyetten oluşan Sovyetler Birliği şaşılacak kadar hızlı ve barışçıl bir şekilde dağıtıldı. Tarihte bu olayın bir benzerinin olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir dünya imparatorluğunun savaşmadan teslim olması ve ordularını çekmesi benzeri olmayan bir hadisedir.
O yıllarda Doğu Bloku ülkelerini ve Sovyetler Birliğinin kalıntılarını bir hayli gezme ve takip etme fırsatını bulmuştum. Size şunu söyleyebilirim. Rusya’nın 1992 yılındaki büyük hayali, büyük beklentisi, rüyası Batı tarafından kabul edilmekti. Batı’nın onları kucaklaması, onlara yardım etmesi, onlara kalkınma konusunda, demokratik kurumlar kurma konusunda yol göstermesi gibi bir hayalleri vardı. Atlantik’ten Vladivostok’a kadar Avrupa söylemi her yerde işitiliyordu. Biz Avrupa’nın parçasıyız. Avrupa medeniyetinin, kültürünün doğal yapı taşlarından biriyiz. Dostoevski’yi, Tolstoy’u, Çaykovski’yi üretmiş olan ülkeyiz. Binlerce yıldan beri medeni dünyanın başına bela olan birtakım coğrafyaları, Asya’nın steplerini ehlileştirmeyi ve sakinleştirmeyi başarmış olan ülkeyiz. Avrupa bizi kabul etsin. Evet çok zor bir dönemden geçtik. Kötü bir yönetimle, dünyayla düşman bir noktaya geldik. Hatalarımız oldu. Yeni bir defter açalım.
1995’e, 97’ye kadar büyük bir balayı yaşandı Batı ülkeleriyle. Ne zaman ki NATO’nun ortadan kalkmayacağı anlaşıldı 1991 yılında, öyleyse dediler bizi de NATO’ya kabul edin. Fakat olaylar öyle gelişmedi. Başta Amerikalılar, Amerikalılarla birlikte Türkler, Almanlar ve diğerleri, diz çökmüş olan Rusya’yı talan etmeyi daha cazip buldular. Ne kadar maceracı, soyguncu, fırsatçı, üç kağıtçı, dolandırıcı varsa Rusya’nın doğal kaynaklarına, Rusya’nın sanayi ürünlerine ve sanayi tesislerine, Rusya’nın sanat koleksiyonlarına ve hazinelerine, Rusya’nın kadınlarına çökmek için güruh halinde Rusya’nın üzerine yürüdüler. Tabii ki Ruslar da, özellikle Komünist Parti rejimi sayesinde birtakım mevkiler ve bağlantılar elde etmiş olan insanlar da bu yağmaya katıldılar. Fırsat bulunca insanlar yağmalar. Sonuç olarak Rus toplumu kapitalizmin çirkin yüzüyle tanışma fırsatını buldu.
2000 yılından itibaren Rus toplumu doğal bir refleksle bu durumu önleme çalışmasına girdi. Önleme demek şu demektir. Kardeşim burası yağmalanacaksa siz yağmalamayacaksınız, biz yağmalayacağız. Bütün bir Rus yönetici sınıfını tasfiye edemezsiniz. Onları yok sayıp ülkeyi ele geçiremezsiniz. O noktada, 1918’de olduğu gibi, devlet otoritesinin yok olduğu bir ortamda kolayca iç savaşa sürüklenebilirlerdi. Sürüklenmediler. Sağduyulu davrandılar. Krizi iyi yönettiler. Peyderpey devlet otoritesini yeniden tesis ettiler. Bu başarının çok büyük bölümü Vladimir Putin’in soğukkanlı, temkinli ve akılcı yönetimine aittir. O yüzden bugün Rus toplumu yüzde yetmiş veya seksen gibi oranlarda Putin’i destekliyor.
Çapulcu ordusuyla temiz yöntemlerle başa çıkamazsın. İnsanlar gelmiş seni yağmalıyorlarsa, buna karşı yeri geldiğinde şiddet kullanmak zorundasın. İşte o şiddetin adı Rus oligarkları diye tescil edildi. Birtakım etkili Ruslar ve diğer Sovyet ülkelerinin güçlü kişileri dirsekleriyle ve gerektiği zaman yumruklarıyla ve gerektiği zaman kurşunlarıyla konuşarak Yeltsin yıllarının yağma sürecini tasfiye etme çabasına giriştiler. Bu çaba, Batı dünyasında şiddetli bir tepkiyle karşılandı. Derhal feryada başladılar: Demokratik bir ülke değil, hukuk bile geçerli değil! Bize söz vermişlerdi git istediğin yerden istediğin altın madenini veya petrolü veya gazı veya çıkar ya da istediğin sanat eserlerini satın al. İstediğin yetim çocukları topla memleketine götür. Hukuk bunu gerektiriyor. Bak hukuku tanımıyor lanet olası Ruslar!
İkinci bir şey yaşandı. ABD yönetimi veya onun içindeki başıbozuk unsurlar Sovyetler nasıl parçalandıysa Rusya Federasyonunu da parçalama sevdasına düştüler. Bunun kıvılcım noktası Çeçenistan’dı. Çeçenistan’a örgütlü olarak yurt dışında eğitilmiş, özellikle Türkiye’de eğitilmiş İslami militanlar gönderildi. Bunlarla bir gerilla savaşı başlatmayı denediler. Başarılı olursa şayet Rusya’nın dört bir bölgesinde, Tataristan’da, Kırım’da, Sibirya’da benzeri hareketlerin alevleneceğini umdular.
2000 yılında Putin seçildi. Bir ölüm kalım mücadelesinin başına geçti. Bu görev için sanırım ideal insandı. 2002 yılında Çeçenistan’ı yerle bir etme pahasına sakinleştirmeyi başardı. O noktadan sonra Batı dünyası Putin’i bir daha affetmedi. Sen ne cüretle ülkende samimi bir yürekle bağımsızlık isteyen birtakım sakallı cihatçıları yok edersin? Buydu argüman. Bu kadar basitti. NATO yenildi Çeçenistan’da. Bunun peşinden Tacikistan’ı denediler. Aynı şekilde orada bir İslami gerilla hareketi başlatmayı denediler, başaramadılar. Orada da yenildiler. Üçüncü kademede Gürcistan’ı NATO’ya dahil etmeye, Türkiye vasıtasıyla Gürcü polisini, Gürcü ordusunu ele geçirmeye çalıştılar. 2008’de Rusya bir hafta süren bir yıldırım operasyonuyla o tehlikeyi de bertaraf etti.
Neokonlar
Amerika’nın amacı neydi? Neden böyle bir çılgınca politikaya giriştiler. Buna gayet net olarak isim ve tarih verebiliyoruz. Amerika’da 1990’ların ilk yıllarında, özellikle Baba Bush döneminde, Rusya’ya yönelik son derece pozitif, dostane bir yaklaşım söz konusuydu. Clinton döneminde, Neoconlar adı verilen siyasi klik Washington’da sesini duyurmaya başladı. Norman Podhoretz, Jeane Kirkpatrick, Dick Cheney, Paul Wolfowitz bu ekibin önde gelen isimleridir. Clinton döneminde belli bir ölçüde bir etkinliğe kavuştular fakat ikinci Bush zamanında, büyük özgüvenle ve büyük kibirle Amerikan dış politikasına hakim oldular. Ana fikirleri oldukça basitti. Madem Soğuk Savaş Amerika’nın zaferiyle sonuçlandı, bundan böyle Amerika dünyaya hakim olmalıdır. Bütün dünya Amerikan sermayesine açılmalıdır. Reklam sloganı olarak söyledikleri, serbest piyasa, demokrasi, liberal değerler vesaireydi. Fakat gerçekte kastedilen, tüm piyasaların Amerikan sermayesine açılmasıydı. Ve bunun doğal tamamlayıcısı olarak, Amerika’nın dünyanın polisi olarak tanınmasıydı. İktidar hırsı ve kibir dışında herhangi bir ahlaki ilkeyle bağlı olmayan bir zümre idi Neoconlar. Yetmiş yıllık anti-Komünist ve anti-Rus propaganda ile beyinleri yoğrulmuş, tarih bilgileri yüzeysel, önyargıları çocuksu denebilecek ölçüde basit olan insanlar ele geçirdi ABD’nin yönetim kademelerini.
NATO ittifakı 1949 yılında Sovyetler Birliği ile mücadele etmek için kurulmuştu. Sovyetler Birliği’nin olası hegemonyasını belli sınırlar içine hapsetmek ve gerektiği zaman savaş tehdidini kullanarak dünyada etkili olmasını önlemekti NATO’nun amacı. 1991’de Varşova Paktı tasfiye edildiğinde NATO’nun da makul bir varlık sebebi kalmadı. Fakat NATO koca bir teşkilattı, muazzam bir kadroyu barındırıp beslemekteydi. Daha önemlisi, muazzam bir askeri tedarik endüstrisini, bir propaganda endüstrisini, araştırma kuruluşlarını, lobi kuruluşlarını besleyen bir çıkar ağıydı. Varlık nedeni ortadan kalktığı halde NATO’nun devam etmesine karar verildi. Sovyetler Birliği yerine bu kez Rusya düşman olarak tanımlandı. 1997 yılında Rusya’yı, düşman bir askeri ittifakla kuşatma yönünde ilk adım atıldı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ı NATO’ya katma kararı alındı. Rusya’nın direnecek gücü yoktu, devletin başında alkolik bir soytarı vardı, razı oldu. Bir süre sonra üç Baltık Cumhuriyeti de NATO’ya eklendi. Bu cumhuriyetler 1918 yılında Almanya tarafında doğrudan doğruya Rusya’nın can damarına yönelitilmiş bir mızrak olarak yoktan var edilmişti. Var oluş sebepleri, Petersburg kentini tehdit etmek ve Rusya’nın Baltık denizine çıkışına bir tıkaç oluşturmaktı. Bu üç çiğ ve sorumsuz ülkeyi NATO’ya aldılar ve çılgınca silahlandırmaya başladılar. Peşinden Bulgaristan’la Romanya’yı da Rusya aleyhindeki ittifaka dahil ettiler. Peşinden Yugoslavya’nın parçalarını da teker teker ele geçirdiler. 2008 yılından itibaren Ukrayna’yı neden almayalım meselesi gündeme geldi. Ukrayna yönetimi buna direnince, 2014 yılında kanlı bir darbeyle Ukrayna’da yönetimi değiştirdiler. Alenen işgal ettiler Ukrayna’yı.
Bugünkü savaş 2014’te başladı. 2014’te Ukrayna halkının bir kısmı, Batı’nın refah ve özgürlük reklamına kanıp Kiev meydanında toplandılar. Kargaşadan istifade eden silahlı militan örgütler terör yöntemleriyle iktidar merkezlerini ele geçirip seçilmiş cumhurbaşkanını istifaya zorladılar. Bunlar İkinci Dünya Savaşı yıllarının Alman işbirlikçisi Nazi hareketini idolleştiren, ülkenin Rus nüfusuna karşı açıktan açığa soykırım çağrısı yapan bir güruhtu. Ukrayna nüfusunun yüzde 30 ila 37 gibi bir bölümü Rustur. Halkın yarıdan fazlası birinci dil olarak Rusça konuşur. Pek çoğunun Rusya’da işi, gücü, akrabası vardır. Darbeden sonra Rusların büyük çoğunluğu oluşturduğu iki vilayet, Donetsk ve Lugansk, darbe hükümetini tanımadıklarını ilan ettiler. Savaş çıktı. Kiev rejimi sekiz yıl boyunca iki vilayeti ateş yağmuruna tuttu. On binden fazla insan öldürüldü. Sivil insanlar öldürüldü.
Son yıllarda gitgide artan bir dozda, Batı dünyası sürekli olarak Ukrayna’nın NATO’ya katılacağını, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı silahlandırılacağını beyan etti. Donanmalarını uluslararası antlaşmalara rağmen Karadeniz’e gönderdiler ve orada gövde gösterisinde bulundular. Ukrayna arzu ederse nükleer füze yerleştireceklerini ilan ettiler.
Rusya’nın yaklaşımı 2008’den beri gayet nettir. Ukrayna’yı NATO’ya alamazsınız ve almayacaksınız. Ukrayna bizim tarihi vatanımızın bir parçasıdır. Bin yıldan beri Rusya’nın bir parçası olmuştur. Nüfusunun büyük bir kısmı Rustur. iletişim standartları, kültürü, şehirciliği, demir yolları, hepsiyle entegredir Rusya’yla. Burayı Rusya’yı düşman sayan bir askeri gücün eline teslim etmeyiz dediler. Amerika’da ve Avrupa’da aklı başında olan herkes gelen süreci gördü. Bunların en önemlisi, benim açımdan, George Kennan’dır. Kennan 1946’da birinci Soğuk Savaşı tasarlayan, doktrinini formüle eden kişidir. Çoktan beri emekli olduğu halde 1997’de yanılmıyorsam çıktı ve dedi ki bu NATO’nun Rusya’ya doğru yayılma politikası bir intihardır, hiçbir mantıki savunulacak bir tarafı yoktur, savaşa yol açacaktır. Rusya’nın buna karşı kendini savunmayacağını düşünmek ahmaklıktır dedi. Bunun gibi gerek askeri sahada, gerek diplomatik sahada, gerek akademik sahada aklı başında insanların pek çoğu, ki bunlar Amerikan yönetiminin parçası olan insanlar, Amerikan ideolojisinin kurucu unsurları olan insanlar, Neoconların bu politikası çılgınlıktır ve savaşa yol açacaktır diye bildirdiler.
Aklı başında olan herkesin gayet net görebildiği bir durum var ortada. Bu savaşın planlayıcısı, bu savaşı bilerek ve isteyerek çıkaran taraf NATO’dur. Hırsızın hiç mi suçu yok? Yoktur efendim. Şiddet tehdidi, şiddet kadar tehlikeli bir şeydir. Bir insanı köşeye sıkıştırırsanız, bir insanın üstüne gidip darbe vurmaya, taciz etmeye, kapısının önüne silah yığmaya başlarsanız, onu köşeye sıkıştırırsanız, evine kapatırsanız bir nokta gelir, o insan kendini savunmak zorunda kalır. Ve kendini savunmak çoğu zaman çirkin yöntemlerle yapılan bir şeydir.
Ukrayna halkı ezici çoğunlukla Rus karşıtı oldu dediler. Bu bir kere doğru değil, ülke nüfusunun tamamı, kalıp yurdunu savunmaktansa yurt dışına kaçma çabasında. Kaçanlar da hiç öyle resmi görüş doğrultusunda görüş beyan etmiyorlar. Fakat varsayalım ki olsun. Farzedelim ki oy birliğiyle Rus düşmanı oldular. Ukrayna halkının hangi duygular içinde olduğu yeterli bir ölçüt değildir. Rusya’da kaç yüz kırk milyon insan var, onların çıkarları ne olacak? Ukrayna halkı falanca şeyi istiyor, Ukrayna halkı Starbucks olsun istiyor diye, bunun objektif sonucu eğer Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ölümcül bir silah haline gelmesi ve Rusya’nın ezilmesi ise onların çıkarları ne olacak? Onların tercihleri ne olacak? Sadece Ukraynalılar mı karar verir sizce, Ukrayna’nın kaderine ne olacağına? Eğer öyleyse, o zaman Lugansk ve Donetsk’ın ve Kırım’ın da kaderine oranın halkı karar vermez mi? Şımarık çocuk davranışı bu. İsterem, isterem, NATO isterem. NATO dediğiniz Rusya’yı düşman ilan etmiş bir savaş teşkilatı. Buyur gelsin, Rusya’nın kenarı başına yerleşsin diyorlar. Bunun sonuçlarını idrak edecek eğitime sahipler mi acaba? Biri onlara anlattı mı, böyle olduğu zaman sen 40 milyonla bu işe kalkıştığında öbür 140 milyon ne olacak?
Vah vah vah, bağımsız bir ülkeyi bombalıyor diyorlar. Bağımsız bir ülkeyi bombalama geleneğini son 30-40 yılda kim başlattı ve sürdürdü ve standartlaştırdı diye bir sorar mısınız? 1998’de Sırbistan’ı bombaladılar. Ne alaka? Neden? Donetsk ile Lugansk’ın beşte biri kadar bir bölge olan Kosova’nın, birtakım uyuşturucu kaçakçısı çeteleri tarafından yönetilen bir bağımsız ülke olmasını sağlamak için Sırbistan’ı bombaladılar. Haftalarca bombaladılar. Sivil yerleri, şehir merkezlerini bombardıman ettiler. Belgrad’ı bugün gezerseniz, ana caddelerin ortasına Taksim’e, Fatih’e, Bağdat Caddesi’ne bomba yağdırdılar. 2002’de Irak’ı aynı şekilde mahvettiler. Afganistan’ı aynı şekilde işgal ettiler ve mahvettiler. Suriye’yi mahvettiler. Yemen’i mahvettiler. Libya’yı mahvettiler, yok ettiler. İran’a karşı, Küba’ya karşı hiçbir ahlaklı insanın savunamayacağı bir boğma operasyonu sürdürüyorlar ısrarla. Bir haydut çetesinden söz ediyoruz. Ve bunların Ukrayna’yı ele geçirmemesi için mücadele vermek bir onurlu bir davranıştır, alkışlanması gereken bir davranıştır.
Savaş hedefleri
Almanya’nın savaş sonrası konumunu ve Rusya’yla ilişkisini yorumlar mısınız demiş bir arkadaş. 2500 kilometrelik boru hattı süs olarak mı duracak?
Anladığım kadarıyla beklenti şu, şu anki rejimle ve şu anki içe kapanık ve milliyetçi yönetimle Rusya’da iş yapmak istemiyorlar. Bu bu yönetimi her ne pahasına olursa olsun ve Rusya’yı yıkma pahasına indirmek istiyorlar. Kim bilir, belki başarırlar. Başardıktan sonra Rusya’yla iyi ilişkiler kurmak isteyeceklerdir. Rusya’yla iyi ilişkiler şu demektir. Bize gazını ver ama bizimle aşık atacak, bizimle boy ölçüşecek, bize karşı kuvvetli duracak bir altyapınız olmasın. Siz gazı hele bir verin, biz gerisini düşünürüz.
Tüm savaşlar böyle çıkar. Düşmanı küçümseyerek, düşmanı kolay yeneriz biz düşüncesiyle çıkar. Öyle düşünce olmasa zaten savaş çıkarmazlar. Rusya kolay lokma diyorlar. Hele bir Putin insin, hele bir burunları sürtünsün, hele biraz açlık çeksinler, ondan sonra düşünürüz. Tarihteki bütün büyük savaşlar böyle çıkmıştır ve çoğu hüsranla sonuçlanmıştır. Bizim Dünya Savaşı da böyle çıktı. İkinci Dünya Savaşını Almanya aynen böyle bir beklentiyle çıkardı. Ezeriz bunları diye çıkardı. İran’da kırk sene mi oldu? İran’ı boğmak için, İran’ı ezmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Fakat İran kalkındıkça kalkınıyor, güçlendikçe güçleniyor.
Rusya’da bu işin sonu ne olur göreceğiz. Yalnız Rusya’nın kolayca yenileceğini sanmıyorum. Rusya’yı kolayca yenebileceğini zanneden birkaç tarihi deneyim var. Birincisi Napolyon’dur. 1812 senesinde. İkincisi Osmanlı devletidir, 1877’de. Üçüncüsü Hitler’dir, 1941 senesinde. Üçü de çok büyük hüsranla sonuçlanmıştır. Bu üçünün hüsranla sonuçlanması bu sefer de hüsranla sonuçlanacak anlamına gelmez. Fakat biraz tarihi perspektifi olan biri bu savaşın bir kumar olduğunu, bir zar atışı olduğunu idrak eder. Ve sonucunun ne olacağını kestiremeyeceğini bilir.
Eninde ya da sonunda Rusya bu savaşı kazanacaktır diye düşünüyorum ben. Fakat savaşın hızlı bir şekilde bitmesiyle uzun sürmesi arasında fark var. Kısa ve etkili bir şekilde biten bir savaşta Ukrayna fazla bir zarar görmeyecektir. Batının bütün çabası, bütün politikası savaşın mümkün olduğu kadar uzun sürmesi ve mümkün olduğu kadar kanlı geçmesi. Bunun propaganda açısından değeri olduğuna inanıyorlar. Dünya kamuoyunu Rusların kötü olduğuna ikna etmek itiyorlar. Uzun süren bir savaşın Rusya’yı ekonomik olarak, diplomatik olarak ve içte siyasi dengeler açısından zarara uğratacağını düşünüyorlar.
NATO’nun son yıllardaki tipik davranış tarzını, her türlü stratejik vizyonu, her türlü tarih perspektifini kaybetmiş sınırsız bir saldırganlık ve can acıtma politikası olarak değerlendiriyorum. Irak’ta yaptıkları buydu. Irak’ta askeri bir hedefleri yoktu, stratejik bir amacı yoktu yaptıkları işin. Irak halkını mahvetmek için uğraştılar. Olabildiğince çok sayıda kahverengi derili adamı öldürmekti amaçları. Afganistan’da da aşağı yukarı buydu. Yirmi sene boyunca deliler gibi bombaladılar ülkeyi. Sivillere yönelik inanılmaz bir terör rejimi kurdular. Sonuçta yenilip gittiler. Aynı sürecin Ukrayna’da tekrarlanmasından ben şahsen korkuyorum.
Kapitalizm
Acaba Batı ile Rusya’nın temel çelişkisi ne diye sormuş bir arkadaş.
Batı ile Rusya’nın temel çelişkisi şudur. Batı kapitalizminin serbestçe at oynatamadığı iki tane coğrafya kaldı dünyada. Biri Çin, biri Rusya. Buna tahammül edemiyorlar. Hadise bundan ibarettir. Bu ülkelerin doğal ve endüstriyel kaynaklarını, ürünlerini, insan malzemesini, var olan değerlerini serbestçe metalaştırmak, bunları alıp satabilir hale getirmek, kapitalizmin rüyası, hayali, varoluş sebebi. Şu anda dünyada ciddi bir şekilde buna direnen, niye sizin kapitalistleriniz olsun ki, bizim de kapitalistlerimiz var ve devletimiz de bundan pay alacak diyen iki tane askeri kapasitesi olan güç var.
Bunlara İran’ı da ekleyin. Bunları eninde ya da sonunda Hindistan’ın da ekleneceğinden eminim. Hindistan da katıldığı zaman bu ittifaka, Batının işi zor görünüyor.
Demokrasi ve diktatörlük
Rusya bir diktatörlük elinde oyuncak olmuş demiş bir arkadaş. Bir diktatörlük elinde oyuncak olmayan hangi ülkedir sayabilir misiniz? Batı’da işin kurumsal yapısı farklı, görüntüsü farklı. Diğer her yerden daha beter bir düzeyde, Rusya’dan daha da kötü bir şekilde, Batı ülkeleri hayatın her alanına nüfuz eden bir bürokratik diktatörlüğün elinde esirdir. İnsanların hayatının çok büyük bir kısmı, dakika hesabına vurursanız günlük yaşamın dehşetli bir bölümünü bürokrasilerin anlamsız ve amaçsız kurallarına uymak için çabalamakla geçiniyor insanlar. Tehdit çok büyüktür. Yanlış yaptığın zaman cezalandırılma ihtimali çok fazladır. İnsani yöntemlerle bürokratik kıskacı kırma ihtimali düşüktür Batı ülkelerinde. Eski Sovyet ülkeleri, bu açıdan, birçok zorluğa karşılık birçok kolaylığı da barındıran yerler. Bürokrasilerin gücü ve örgütlülüğü zayıf ve kaypak. Rüşvetle halledebiliyorsun işini. Rüşvet büyük bir özgürlük aracıdır. İnsana nefes alma payı bırakan bir toplumsal mekanizmadır.
Batıda bu polis devletinin ve bürokratik diktatörlüğün ulaştığı düzey korkutucu bir düzeydir. Buna karşılık Batı ülkelerinde daha ziyade televizyon soytarılığı amacıyla birtakım insanlar sanki rekabet ediyorlarmış, sanki ülke kaderinde sonuç doğuracak birtakım kararlar alıyorlar gibi lanse ediliyor ve insanlara spor takımı tutar gibi bu televizyon soytarıları arasında bir tercih yapma imkanı tanınıyor. Bu sistemin geçmişte birtakım faydaları görüldü. Fakat bürokratik diktatörlüğün çapı çığırından çıktıkça, özellikle bu son iki yılın Covid hadisesinde çok net olarak gördüğümüz üzere, seçimle gelen hükümetlerin en ufak bir özerkliği yok artık. Onlar yönetmiyor ülkeleri. Onlar sadece yönetir gibi yapıp birtakım pozlar kesiyorlar.
Rusya gibi ülkelerde veya hatta Türkiye gibi ülkelerde diyeceğim, bu şov artık yürümüyor. Siyasi iktidarı tümüyle bürokrasilere kaptırmamak amacıyla siyasi liderler gerçek iktidar kullanma yolunda bir çabaya girişiyorlar. Bugünün dünyasında sürdürülebilir bir pozisyon mudur onu da bilmiyoruz. Çünkü bürokrasiler bütün dünyada akıllara durgunluk verecek bir şekilde güçleniyorlar. Toplumsal üretimden aldıkları payı büyütüyorlar. Gitgide toplumları boğan bir mekanik canavara dönüşüyorlar. Ve siyasi rekabetin, siyasi kararların, siyasi tercihlerin rolü oynadığı saha gitgide daralıyor.