Türklük birleştirici bir vatandaşlık tanımı mı
Pazar Sohbeti
16 Mayıs 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Türkiye’de Türklüğün birleştirici bir vatandaşlık unsuru olduğuna dair söylem hakkındaki fikriniz nedir? Dünyada var mı benzer örneği? Multikültürel yönetimlerde doğu politikası ne olmalıdır?
Türklüğün, en azından devletin Müslüman tebaası açısından birleştirici bir unsur olacağı umuduyla atıldı Cumhuriyetin temelleri. 1920’ler boyunca ısrarla vurgulanan tema budur. Türk dilini, Türk kültürünü, Türk ulusal ülküsünü benimseyen herkes Türktür. Yani Türklük iradi bir kategoridir, bir siyasi tercihtir. Türk olmak isteyen herkesi alıyoruz aramıza. Ey vatandaş, Türkçe konuş, Türk kültürünü kabul et, her ne demek ise, Türkiye devletine de biat et, hepsi bu kadar. Bizdensin.
O tarihte henüz asimile edilmemiş büyük muhacir toplulukları barındıran bir ülkeydi Türkiye. Cumhuriyetin Türklük tanımı da nitekim Rumeli muhacirlerini, Çerkesleri, Gürcüleri, Tatarları, Acem dedikleri Azerileri, Arnavutları, Giritlileri, Selanik Dönmelerini, Adana Fellahlarını bir potada eritmeye yönelik bir formüldü. Bu amacında başarısız olduğu da söylenemez. Ciddi kültürel farkları olan bir düzine benzemez toplumdan ortak bir Türklük bilinci yaratmayı başarmıştır Cumhuriyet’in önerdiği formül.
Fakat formülde bir küçük bir de büyük problem vardır. Onları göz ardı edersek resmin bütününü görmemiş oluruz. Küçük olan problem zımnidir, açıkça söylenmez. Gayrimüslim azınlıklar Cumhuriyet’in Türklük formülüne dahil değildir. Çok zorlayarak belki Dilaçar gibi, yakın çağda şarkıcı Fedon gibi bir iki münferit örnek o torbaya sokuşturulsa da, herkes bilir ki Türk demek, Gayrimüslim olmayan TC vatandaşı demektir. Türk dilini benimsemek yeterli şart değildir. Amentünün ikinci şartı olan ‘Türk kültürü’ deyimiyle, öyle anlaşılıyor ki, din unsuru kastedilmiştir. Bu din, İslam’ın klasik itikat ve ibadet formlarından büyük ölçüde arındırılmış bir tür kültürel İslam aidiyetidir. Dini inanç ve pratiği ne olursa olsun, Müslüman kimlikli biri bu kültüre dahildir. Hristiyan veya Yahudi ise dahil değildir. Din değiştirip Protestan olan Türkler de dahil değildir. Gayrimüslimler Cumhuriyet söyleminde daima ‘düşman’dır. Vatan ihanet etmişlerdir. Kuşkuyla gözlenecek, en iyimser ihtimalle tolere edilecek unsurlardır. Hadlerini bildikleri sürece, onlara ‘hoşgörü’ gösterilir. Ülkede yaşamalarına izin verilir. Fakat bu toleransı, vatandaşlıktan doğan bir hak zannetmemeleri için gerekli tüm tedbirler alınır.
Buna küçük problem dedik. Eskiden tabii çok büyük problem idi; Osmanlı’nın son yüz yılını karartan problem idi. Fakat demografik mühendislik tedbirleri sayesinde Cumhuriyet döneminde artık siyasi açıdan önemsiz bir problem haline gelmişti.
Uzun vadede asıl saatli bomba olan büyük problem başkadır. Şöyle ki. Yeni moda Türklüğü iradi bir kategori olarak tanımladılar diyoruz. İsteyen Türk olabilir dediler, yeter ki gavur olmasın. Lakin Türklük 1923’te icat edilmedi. Bin yıldan beri bu topraklarda gayet iyi bilinen bir kimlikti. Türkiye Cumhuriyeti’nin yerlisi olan ahalinin bir kısmı ise tarih boyunca hiçbir zaman Türk kavmine mensup olmamışlardı. Daha düne dek Türkle Kürdün, Türkle Arabın farkı insanların algısında gayet berraktı. Kürt neden Türk olsun ki? Sünni Müslümanlık bazında Türklerle ortaklık kurmuş ayrı bir millet; dili ayrı, töresi ayrı, tarih bilinci ayrı. Arap neden Türk olsun ki? Soyluluğun kitabını yazmış necip bir kavim. Şimdi bunların hepsini siyaseten Türk ilan edince, otomatikman ortaya gerçek Türkler ve çakma Türkler, birinci sınıf Türkler ile ikinci sınıf Türkler şeklinde bır ayırım doğmuş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürtlerle Arapların ezici çoğunluğu eğitimsiz kaldıkları sürece bu saatli bomba tıklamaya devam etti. Okumaya ve dolayısıyla toplumun düzeni hakkında fikir sahibi olmaya başladıkları 1960 ila 70’lerde patladı. 2000’lerden sonra gitgide tırmanan bir toplumsal afete döndü.
Orta Asya teorisi
Türklerin ecdadının Orta Asya’dan geldiği şeklindeki mitolojik anlatı Cumhuriyet’in ilk on yılı boyunca duyulmaz. Hiç duyulmaz. 1932-33’ten sonra Gazi’nin bizzat önayak olduğu tarih spekülasyonları sonucunda Cumhuriyet ideolojisinin ana unsurlarından biri haline gelir. Bu değişim, Türkçülüğün birleştiricilik iddiasını ciddi surette zedeleyen bir gelişmedir.
On sene gecikmeyle Orta Asya teorisinin ortaya atılmasının sebebi nedir? Devlet başkanının şahsi fantezileriyle açıklanamaz sanıyorum. Birkaç faktör sayabiliyorum. Her şeyden önce o yıllarda Avrupa’dan esen rüzgarlar etkili olmuş olmalıdır. Irkçılık Avrupa’da yükseliştedir. Ve yalnız Nazi Almanya’sında değil, ondan da önce İngiltere ve Fransa’da, Türk akademik çevrelerinde etkili olan Macaristan’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da çağın modasıdır. İkinci bir faktör, belki Türk dili, Türk kültürü, Türk ulusal ülküsü diye tanımlanan ulusal idealin duygusal açıdan yeterince doyurucu olmadığının fark edilmesi olabilir. Ulusal mitolojiyi bir kahramanlık ve fetih öyküsüyle beslemek istenmiştir. Üçüncü ve bence belirleyici olan faktör ise, muhtemelen rejim kadroları içindeki bir çatışmadır. Orta Asyacı ideoloji Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki kadroları içinde güçlüydü. Milli Mücadele yıllarında arka plana çekilse de, özellikle Türk Ocakları bünyesinde mayalanmaya devam etmiş, 1932’de Recep Peker’in parti genel sekreterliğine getirilmesiyle ön plana çıkmıştı.
Türklüğün Orta Asya efsanesine bağlanmasıyla beraber ‘hepimiz Türk olabiliriz, yeter ki gavur olmayalım’ tezi ölümcül bir darbe di. Çünkü Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı, Orta Asya’yı dışlayan bir ulusal tarih anlatısına sahipti. Bu işlerde tabii ki önemli olan olgu değildir, anlatıdır. Orta Asya’dan geldik diye çocuklarına öğretirsen bir süre sonra Orta Asya’dan gelmiş kadar olursun. Problem şu ki, Kürtlerin ayrı bir anlatısı vardı ve o anlatı hiç de öyle kolay kolay bertaraf edilebilecek bir anlatı değildi. Arapların anlatısı ise büsbütün güçlü bir anlatıydı. Türklerin anlatısına havada karada galip gelen bir öyküydü. Demek ki, en azından Kürtlerle Arapların, 1930’lar modeli Türk olmasına pek imkan yoktu. 1920’ler modeli de zordu ama 1930’lar modeli büsbütün olmayacak duaya amin demekti.
İmparatorluk yıkan ideoloji
İttihatçıların Türkçülüğü Balkan Savaşı ve Dünya Savaşı yıllarında imparatorluğu paramparça etmişti. Türkçülüğün resmi ideolojiye egemen olmasıyla birlikte önce Arnavutlar, sonra Araplar, madem öyle, burası Türklerin devletiyse bize yer yok, haydi eyvallah deyip ayrılmışlardı. Kürtlerin de aynı yola gireceğini idrak edemediler mi Cumhuriyet yöneticileri diye soruyor insan. Edemediler herhalde. Ezeriz, bir kuşak olmasa iki kuşak içinde asimile ederiz bunları diye düşündüler muhtemelen. Daha doğrusu Atatürk, duygusal dengesinin çok sağlam olmadığı son yıllarında öyle düşünmüş görünüyor. İnönü bu konuda çok daha ılımlıdır. Menderes büsbütün uzlaşmacıdır, Kürt meselesini tavizle ve zamana yayarak çözmeyi hedeflemiştir. Fakat 1960’ta başa geçen rejim, sil baştan, Atatürk’ün son yıllarının ezme ve yok etme politikasına dönmüştür. Demirel yıllarında yine nispi bir yumuşamadan sonra 12 Eylül rejimi bir kez daha bölücü ve dışlayıcı Türk ırkçılığını şiar edinmiştir. O zamandan beri de iş büsbütün içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Özetle söylemek gerekirse, Türkçülüğü zorla dayatma projesinde evdeki hesap çarşıya uymadı. Kürtler inatçı çıktı. Öte yandan Türk Devleti 1920’lerde ve 30’ların başında yakaladığı dinamizmi sürdüremedi, kasları gevşedi. İşi yerel feodallere ve jandarmaya havale edip millet imal etme projesinden elini çekti. Doğu kentlerinden Ankara’ya ve İstanbul’a büyük bir göç oldu o dönemde. Diyarbakır’ın, Van’ın, Bitlis’in Türk yönetici sınıfları, kalburüstü aileleri bu memlekette artık yaşanmaz deyip önce çocuklarını metropole okula gönderdiler sonra kendileri ufak ufak uzaklaştılar bölgeden. Bölge belki Kürtlere değil, Kürtlüğe armağan edildi, bırakıldı.
Ülke nüfusunun büyük bir bölümünü dışlayan, yahut ikinci sınıf vatandaşlığa mahkum eden aymazlık Türkiye’ye özgü bir akıl tutulması mıdır? Değildir elbette. Bu coğrafyanın tüm ülkeleri, belki Rusya hariç tutulursa, bu aymazlıktan mustariptir. Yunanistan’ın azınlık politikalarını, Bulgaristan’ın, hele Gürcistan’ın azınlık politikalarını, Azerbaycan’ınkileri ve hatta Ermenistan’ınkileri izlediğiniz zaman aralarında fark bulmak çok zordur. Kendilerine yapay bir tarih icat edip, aynı ülkeyi paylaştıkları insanları yok saymak ve yok etmek için attıkları taklaları izlediğiniz zaman, şaşkınlığa kapılıyorsunuz. Nasıl bu kadar ahmak olabilir insanlar duygusunun üstesinden kolay kolay gelemiyorsunuz.