Türkler Araplaşmadan evvel anaerkil miydi
Pazar Sohbeti
4 Haziran 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Eski Türkler, seküler milliyetçilerin ve feministlerin iddia ettiği gibi anaerkil miydi? Kadın halklarına çok önem verirmişiz eskiden, sonra Araplaşmışız.
Anaerkil toplum arayışı yüz yıldır çok moda olan bir arama konusudur. Bugüne kadar anaerkil toplum bulan olmamıştır. Anaerkil toplum diye bir şey tarihin hiçbir aşamasında, hiçbir toplumda, hiçbir kabilede görülmemiş. Sadece Amazon efsanesi gibi efsanelerde, acayip ve akla ziyan bir fantezi olarak anlatılmış bir ütopyadır. Matrilinear toplumlar, yani mülkiyetin ve ismin, aile aidiyetinin anne tarafından yürüdüğü toplumlar var. Fakat kadın erkek işbölümü, bütün toplumlarda üç aşağı beş yukarı birbirine benzer nitelikler göstermiş. Bana bir tane bulun anaerkil toplum, öpüp başıma koyayım. Yok öyle bir şey, hiç olmamış.
Buna karşılık şöyle bir gerçek var. İlkel toplumlarda kadınlarla erkeklerin işlev olarak ayrışması daha belirsizdir. Gerektiği zaman kadınlar her türlü erkek işlevine de soyunabilirler ilkel toplumlarda. Ata binerler, savaşırlar, meclislerde korkmadan kalkıp söz söylerler, erkeklere gerektiğinde kamuoyu önünde hakaret edip sustururlar, “sus aptal herif” diyerek. Bunu ilkel toplumların hepsinde görüyoruz. İslam öncesi Arap toplumunda görüyoruz. Peygamber siyerinde anlatılan Bedir, Uhud Savaşı vesaire zamanındaki kadınlar, koca taşlarla düşmanın kafasına vurup onları öldüren sonra ciğerini çıkarıp yiyen tipler. Kocalarına karşı serbestçe ve kuvvetle söz söyleyebilen insanlar. Bakıyoruz en eski Yunan destanlarında, İlyada’da, erkekler savaşçı fakat kadınlar özellikle tanrıçalar katında son derece güçlü, irade sahibi, savaşmaktan kaçınmayan karakterler.
Türklerde de ilkel bir toplum oldukları dönemde, yani karmaşık sosyal yapılara sahip olmadıkları, şehir ve devlet örgütlenmesi konusunda henüz emekleme aşamasında oldukları dönemde, evet, kadınların sonraki dönemlere oranla daha aktif olarak toplumda rol aldıkları anlaşılıyor. Dede Korkut öykülerini okuyun yeter, bellidir orada. Kızılderili kabilelerinde de yine aynı şeyleri görüyoruz. Kuzey Amerika’daki ilkel Kızılderili toplumlarında da kadınlar, sonraki yerleşik yaşama geçtikleri döneme oranla daha sözünü sakınmaz, daha cesur bir roldeymişler. Vikinglerde de öyleymiş.
Sonra medeniyet gelmiş. Medeniyet demek daha katı, daha kapsamlı işbölümü demektir. Yönetim fonksiyonlarının, yani devlet, şehir, ordu, kilise, din, okul yönetiminin profesyonelleşmesi, bu işi meslek edinen kişilerin eline geçmesi demektir. Eskisiyle kıyaslanmayacak derecede sofistike bir yazılı kültürün ortaya çıkması ve dolayısıyla hayattaki işi yazı işleriyle uğraşmak olan ayrı bir sınıfın veya sınıfların oluşması demektir. Eskisiyle kıyaslanmayanak ölçüde karmaşık ticari ilişkiler ağının kurulması ve ticari kurumların, ticari işletmelerin, ticaret profesyonellerinin ortaya çıkması demektir. Ve bu gelişme her zaman, kaçınılmaz bir mantıkla, kadınların aleni rolünün, yani ev dışındaki rolünün kısıtlanmasıyla sonuçlanmış. Bu yalnız İslam’ın gelişinde değil, Hristiyanlığın da gelişinde öyle, Roma İmparatorluğunun gelişinde öyle, Avrupa kolonyalizminin Amerika kıtasına hakim olduğu dönemde de böyle, Çin’de de böyle, Hindistan’da da böyle. Medeniyetin karmaşık fonksiyonlarının ortaya çıkmasıyla birlikte kadınların ilkel kabile toplumlarındaki özgürlüğünün bir kısmı geriye çekilmiş.
Şu şekilde de ifade edebiliriz bu olayı. İlkel kabile toplumunda kamu rolleriyle özel hayat arasında bir geçişkenlik vardır. Arada net bir sınır yoktur. İnsanların evleriyle, ortak kararların alındığı meydan arası iki adım mesafedir. Evinden çıkarsın, meydanda toplanırsın. Evinden uzak bir yer değildir meydan. Zaten o köydeki veya kabiledeki herkes birbirleriyle akrabadır. Dolayısıyla ortak işlevlerin yönetimiyle bireysel ve aile ilişkilerinin yönetimi arasında bir geçişkenlik vardır. Birbirine çok yakındır bunlar.
Karmaşık medeniyetlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kamu alanıyla hane alanı birbirinden kopar, birbirinden uzaklaşır, mesafe girer araya. Meclise katılmak ve ülkenin geleceğine dair önemli kararlar almak için evinden çıkıp saatlerce veya günlerce seyahat etmen, at sırtında ya da trenle başkente gitmen gerekir. Okul için en yakın idari merkezdeki medreseye yahut üniversiteye gitmen gerekir. Memedeki çocuğunla yapamazsın bu işleri.
İşte o noktada genellikle kadınlara, buyur sen evde hakimsin, evdeki egemenliğine itirazımız yok, ama kamu alanı pardon bizim yerimiz, sakın buralarda görünme denir. Hatta görünmemeleri için özel tedbirler alınır, kıyafetler giydirilir. Daha doğrusu tarihte daima böyle olmuş.
Tarihte böylesi iyi mi olmuş, o konuda bir şey söylemek istemem. Bugünün toplumunda, yani 20. ve 21. yüzyıllarda bu yapı sürdürülebilir miydi? Sanmam, sürdürülemezdi. Yeni bir çağın eşiğindeyiz. Bu çağın da kendine göre ihtiyaçları, kendine göre çözümleri olacak. Bu çağın ihtiyaçlarını İslam öncesi yahut medeniyet öncesi çağın gelenek ve göreneklerinde aramak biraz saçma olur diye düşünüyorum.