Türkiyelilik ne zaman çıktı
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
26 Mart 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
‘Türkiyeli’ kalıp deyiminin kullanımı ne zaman başladı? ‘Türk’ kavramına bir tepkiymiş gibi geliyor bana.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren görülür Türkiyeli deyimi. Özellikle 1930’ların Türk basınında çok sık karşımıza çıkar. Türk olsun olmasın Türkiye’de doğmuş ve büyümüş kişi demektir. Sıklıkla yurt dışında bulunan Türkiye kökenli gayrimüslimleri tanımlar. Yanısıra mesela Hatay olaylarında, Hataylı Türklere karşılık Türkiye vatandaşı olan Türkler kastedilir. Buyurun, 1930’lardan birkaç örnek:
“İstasyonda bizi Türkiyeli sinema kralı, Columbia şirketi müdürü Bay Levi karşıladı”
“Türkiyeli bir Ermeninin bıraktığı miras işiyle meşgul olmak üzere”
“Hataylı ve Türkiyeli vatandaş! Hükümete tam bir güvenle bağlan.”
“Şii olsun Sünni olsun, İranlı olsun Türkiyeli olsun, bu bayram “Nevruz”, Türkler için tek bir Türk bayramıdır.”
Unutmayın ki 1930’ların Türk basını doğrudan doğruya Cumhuriyet hükümetlerinin borazanıdır. Dolayısıyla, çok sık rastlanan bu terimin Atatürk dönemi Tek Parti rejiminin onayı ve teşvikiyle kullanıldığını varsayabiliriz.
1969’da Bülent Ecevit’in meşhur Pülümür’ün Yaşsız Kadını şiiriyle birlikte, sözcük yeni bir duygusal anlam kazanır. Bu kez kastedilen, hasbelkader Türkiye sınırları içinde doğmuş veya bu ülkeye ait olan birinden ibaret değildir. Bu ülke topraklarında kadim zamandan beri var olduğu tahayyül edilen bir ruhu veya kültürü temsil eden biridir.
Bir asa vardı elinde, / bir solmuş krallığın / kadifeden harmanisi üzerinde, / bir Hititliydi o bir Selçukluydu / bir Ermeniydi bir Kürttü / bir Türk. (…)
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında / bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.
Burada bariz bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin klasik Ortaasyacı milliyetçiliğine karşı bir tür kapsayıcı pan-Türkiye milliyetçiliği güdülmüş ve ‘Türkiyelilik’ kavramı bu milliyetçiliğin simgesi olarak ortaya atılmıştır. “Türk Ermeni Kürt Hitit, hepimiz kardeşiz” der henüz büsbütün kaşarlanmamış bir Ecevit. 1920’lerin Anadoluculuk akımının temalarını devşirir. Ecevit’ten önce bu kavramı bu duygusal yükle kullanan başkası var mıydı, hatırlamıyorum. Doğan Avcıoğlu’na, Hasan İzzettin Dinamo’ya, Sabahattin Selek’e bakmak lazım.
12 Eylül cuntası yıllarında dile getirilmesi sakıncalı olan bir kavramdı. Ancak 1988’den sonra Turgut Özal’ın açık veya kapalı teşvikiyle yeniden gündeme geldi Türkiyelilik fikri. Özal’ın meraklı olduğu bir bakış açısının ifadesiydi. Cumhuriyet ideolojisi ve eğitim sistemi elinde kirletilmiş olan Türk tabirine bir tepkiydi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve kendini Türk saymayan, hiçbir surette Türk olmayı içine sindirmeyen, sindirmesi için bir neden de olmayan oldukça kalabalık bir nüfus var Türkiye’de biliyorsunuz. Onlara da, burası sizin yurdunuzdur duygusunu verecek bir tabir arayışından doğdu Türkiyeli tabiri. Yanlış hatırlamıyorsam Turgut Özal Fransızca yazdırdığı kitabında bu fikri işledi. Türkiyeli fikrinin en azından bir irdelemeye değer bir kavram, bir proje olduğunu düşünüyordu. Bir şey çıkmadı tabii. 1990’larda Türkiye gene eski kokmuş bataklığına geri döndü.