Türkiye ne zaman meclise kavuştu
Pazar Sohbeti
23 Nisan 2023
0:00
0:00

metin

Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan. Bu vesileyle bize Türkiye’de parlamenter demokrasinin tarihini anlatır mısınız?
1876’daki Birinci Meşrutiyet meclisini saymayalım isterseniz. Türkiye’nin parlamenter demokrasi tarihi 1908 devriminden hemen sonra yapılan birinci Meclis-i Mebusan seçimi ile başlar. O seçimden çıkan meclis son derece renkli, memleketin çeşitli görüşlerini ve bölgelerini ve etnik gruplarını ve birbirine zıt akımlarını temsil eden bir meclisti. Dört yıl sürdü. İlk siyasi partiler o mecliste oluştu. Gensoru, güven oylaması gibi adetler ilk o mecliste şekillendi. Kıyasıya siyasi rekabet ortamında beş altı hükümet geldi geçti.
1912’de ikinci seçimler yapıldı. Bu seçim Türkiye’nin tarihinde Sopalı Seçim diye geçer. İttihat ve Terakki Cemiyetinin ağır baskısı altında gerçekleşti. Özellikle İstanbul’da sandıklara parti militanlara el koydular, istenildiği gibi oy vermeyenleri dövdüler, bir hayli kargaşa oldu ve sonuçta yanılmıyorsam tamamıyla İttihatçılardan oluşan bir meclis seçildi. Bu olay büyük protestolara ve ordu içinde bir kalkışmaya neden oldu. Dolayısıyla meclis uzun süre toplanamadı ve beşinci ayın sonunda bir askeri muhtıra üzerine lağvedildi. Bir yıla yakın bir aradan sonra İttihat-Terakki’nin darbe rejimi altında yeniden seçim yapıldı. Ezici çoğunlukla İttihatçılardan oluşan bir meclis kuruldu. Bunun ardından Birinci Dünya Savaşı çıktığı için uzun süre Meclis-i Mebusan toplanmadı. Fiilen bir diktatörlük olarak yönetildi ülke. Kağıt üzerinde meclis vardı, meclis üyeleri maaşlarını almaya devam ettiler, fakat Birinci Dünya Savaşı boyunca meclis içtima etmedi.
Ekim 1918’in sonunda ülke savaşta yenilip mütareke imzalandığında bu meclis yeniden toplandı. Fakat protestolarla karşılaştı. Çünkü devrik rejimin meclisiydi. Dört yıllık süresi dolmuştu. Yeni seçimler yapılması gerekiyordu. Buna karşılık dönemin askeri şeflerinin ve fikir önderlerinin çoğu yeni seçim yapılmasına karşıydı. Çünkü, birincisi, memleket nüfusunda korkunç bir azalma olmuştu. Büyük toplum kesimleri yok edilmişti. Bu koşullarda yeni sayımlar yapılmadan sağlıklı bir seçim yapılamayacaktı. İkincisi ve daha önemlisi, ülkenin büyük kısımları, bütün Arap illeri kaybedilmişti. Hukuken henüz bir antlaşma olmamıştı. Yani Türkiye 1918 sonbaharında henüz Suriye’yi, Arabistan’ı, Irak’ı kaybettiğini resmen tanımış değildi. Kanunen buralarda seçim yapılması gerekiyordu. Fakat fiilen seçim yapılması mümkün değildi. O yüzden uzunca süre kararsız kalındı ve iki ay daha üçüncü meclis varlığını sürdürdü.
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere askeri şeflerin çoğu yeni seçim yapılması fikrine şiddetle karşıydılar. Bu enteresan bir ayrıntıdır. Mustafa Kemal’in o tarihte İstanbul’da çıkardığı gazetenin başyazısında yeni seçimlerin ülke için hayırlı olmayacağı fikri savunulur. Sonuçta 1918’in Aralık sonunda meclis lağvedildi. Normaldi bu, çünkü seçim zamanı geçmişti, meclisin süresi bitmişti. Ama ondan sonra bir yıla yakın süre yeni seçim tarihi verilmedi, çünkü memleketin durumu yeni seçim yapılmasına izin vermiyordu. Bu esnada Sivas’tan Ankara’ya taşınan millici hareket, yani Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti rejimi, fiilen Anadolu’ya el koydu. İstanbul şehri ve yakın çevresi dışında her yerde kendileriyle işbirliği yapmayan valileri ve garnizon komutanlarına görevden el çektirdiler. Vilayet ve sancak merkezlerini askeri kontrol altına aldılar. Bütün Anadolu’da hakimiyet kurduktan sonra, o noktada yeniden seçim talep ettiler. Ağustos 1919’dan itibaren İstanbul hükümeti üzerine seçim talebiyle şiddetli bir baskı uyguladılar. İstanbul ve tabii işgal altındaki İzmir hariç bütün Anadolu’da Ankara rejimi duruma hakim olduğu için seçimi kimin kazanacağı belliydi. Sonunda İstanbul hükümeti seçim yapmayı kabul etti. Aralık 1919’da seçim yapıldı ve bu seçimde Müdafaa-yı Hukuk hareketi fileto çıkardı. Yani meclisin tüm üyeleri Ankara rejimi yandaşlarından oluştu.
Bu meclisin önemli bir görevi vardı. Savaşı hukuken sona erdiren antlaşmanın imzalanması gerekiyordu. Bu antlaşmayı bu meclis müzakere edecek, onaylayacak veya reddedecekti. Meclis bu gündemle toplandı. İlk iş olarak Ocak ve Şubat 1920 tarihlerinde Misak-ı Milli adı verilen bir metin üzerinde mutabakata vardı. Bu metin, uluslararası antlaşmada neyin kabul edileceğini ve neyin kabul edilmeyeceğini belirten bir prensipler belgesiydi. Bunun imzalanması üzerine İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız işgal kuvvetleriyle meclis arasında bir kavga başladı. Mart başında İngiliz askeri meclise girerek bazı mebusları tutukladı. İki ya da üç kişi yanılmıyorsam. Bunun üzerine meclis kendi kendini tatil etti. Bu koşullar altında biz çalışamayız deyip protesto ederek evlerine gittiler.
Hemen akabinde Ankara, Mebusan Meclisini Ankara’da toplanmaya davet etti. İstanbul meclisinin üyeleri Ankara’ya çağrıldı. Ancak bunların bir kısmı çeşitli nedenlerle, rahatını bozmak istemediği için, korktuğu için ya da bu işin sonu iyi olmayacak diye düşündüğü için, Ankara’ya gitme taraftarı değildi. Bunun üzerine Ankara’daki ihtilal heyeti tüm valiliklere ve merkez komutanlıklarına bir genelge göndererek, her ilden muteber beşer kişinin seçilmesini ve Ankara’ya gönderilmesi istedi.
Böylece büyütülmüş bir meclis, yani ekstra üyelerle desteklenmiş bir meclis açıldı. Bu meclise, büyütülmüş olduğu için Büyük Millet Meclisi denildi. Ülkenin adı Türkiye değildi henüz o tarihte. O yüzden Türkiye Büyük Millet Meclisi denmedi, ancak birkaç ay sonra, 1921’de bir T eklendi önüne, TBMM oldu Ankara’da toplanan meclisin adı. Özetle Ankara’da toplanan meclis hukuken İstanbul’daki dördüncü meclisin devamıdır, aynı meclisin Ankara’da toplanmış halidir. Fakat genişletilmiş meclistir.
Bu meclisin çok demokratik olduğu, her şeyin serbestçe konuşulabildiği, insanların birbirleriyle atıştığı, farklı fikirlerin çatıştığı, hatta birbirlerini vurdukları anlatılır. Bunu bir perspektif içinde görmek lazım. 1920 meclisi tek bir siyasi hareketin parti kongresi niteliğindedir. İttihat ve Terakki cemiyetinin devamı olan Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk cemiyetinin mensubu veya destekçisidir herkes. Ülke nüfusunun ciddi bir kesimini oluşturan gayrimüslimler seçimlere iştirak ettirilmemiştir. Ankara rejiminin onaylamadığı kişi ve hareketler de katılamamıştır.
Meclis içindeki fikir ayrılıkları, İttihat ve Terakki grubu içindeki fikir ayrılıklarıdır. Ana bölünme hattı bir tarafta Enverciler, bir tarafta da Mustafa Kemal çevresinde odaklanan yeni siyasi oluşum arasındadır. O meclisin ne kadar demokrat, ne kadar açık fikirli, ne kadar özgürlükçü, ne kadar şöyle veya böyle olduğunu ileri süren görüşler özellikle 1980’lerden sonra, yani ANAP zamanında popüler olmaya başladı. Özellikle Ahmet Kahraman’ın kitapları sayesinde Birinci Ankara Meclisindeki Birinci Grup İkinci Grup tartışmaları gündeme geldi. Mecliste yapılan konuşmaları okuduğunuz zaman, helal olsun, ne kadar özgürlükçü adamlar, bayağı liberal bunlar duygusuna kapılmamak mümkün değildir. Fakat işin iç yüzünü biraz araştırınca fark edersiniz ki, bu son derece liberal ve özgürlükçü bildiğin kişiler, Hüseyin Avni Bey, Ali Şükrü Bey, esasen Enver’in adamlarıdır. Enver’in memlekete dönüp iktidarı Mustafa Kemal’den alması için ajitasyon yapmaktadırler.
Türkiye’de ve Türkiye gibi ülkelerde kimler demokrat olur biliyoruz. İktidar ellerinde değilse hepsi her zaman çok demokrat, çok liberal ve özgürlük aşığıdır. İktidar ellerine geçtiği zaman ise Cengiz Han’a rahmet okuturlar.
Bugünkü duruma ilişkin sonuçlar çıkarmayayım daha iyi.