Türk Rönesansı neden yürümedi
Pazar Sohbeti
9 Ekim 2022
0:00
0:00

metin

Türkiye’de Cumhuriyet rejimini bir Rönesans hareketi olarak görebilir miyiz?
Rönesansçık diyelim, gülünç olmasın. Türkiye’de asıl Rönesans denemesi, Tanzimattır. Geleneksel Osmanlı kültürünü ve devlet yapısını terk ederek, Batıdan ilham alan yepyeni bir emperyal kültür yaratma, yeni bir sanat, yeni bir edebiyat, yeni bir müzik, yeni bir dil, yeni bir toplum eliti, yeni bir şehircilik, yeni bir kamu idaresi yaratma çabası Tanzimatla başlar. Başarısızlıkla sonuçlanır. Cumhuriyet Tanzimatın cılız bir kopyasıdır. Sonuç nedir ki Rönesans’la kıyaslayalım? Ne üretmiş bu Rönesans? Leonardo da Vinci mi üretmiş? Rönesans müziğini, Rönesans edebiyatını mı üretmiş? Ariosto’yu mu üretmiş? Rönesans’ın kentlerini, saraylarını, heykellerini mi üretmiş? İtalya’ya gidin, yüzeysel olarak bir iki gün dolaşın. Nasıl bir yaratıcılık coşkusu, nasıl bir ihtişam, nasıl bir zenginlik üretmişler görürsünüz. Türkiye Cumhuriyeti kırk sene Rönesansın sonunda, yüzyıl başında olduğundan daha geri bir noktadaydı. Daha fakirdi, sosyal dokusu daha fazla çürümüştü, şehirleri daha zavallılaşmış ve çirkinleşmişti. 1910’un Türkiye’siyle, 1960’ın Türkiye’sini kıyaslarsanız, bir sefalet tablosudur, bir gerileme tablosudur. Bütün Anadolu çapında, Türkiye Cumhuriyetinin tüm kapsama alanında kültürel, ekonomik, sanatsal açıdan bir gerileme yaşanmıştır.
Bu gerilemenin temelinde birkaç tane faktör vardır. Bir, bunu müsaadenizle söylemek zorundayım, Tanzimat’ın büyük reformu, iki dinli hatta üç dinli bir toplum üzerine inşa edilmişti. İleri atılımların pek çoğunu ülkedeki gayrimüslimler üstlenmiş ve yürütmüştü. Buna karşılık Müslim halk, gitgide artan bir şekilde içine kapanmış ve yeni olan her şeye kuşkuyla bakma eğilimine girmişti. Bu noktada gayrimüslimleri tasfiye ederseniz, yok ederseniz, Rönesans mönesans kalmaz, Karanlık Çağa geri dönersin.
Ümit ettiler ki Türkler ülkenin tek hakimi olduklarında büyük bir atılım yapacak, Ermeni yapıyor, Rum yapıyor, biz niye yapmayalım diyerek işi büyütecek. Öyle olmadı. Gerçekleşmedi bu hayal. Çünü zayıf bir projeydi Cumhuriyet. Ben özellikle Sovyetler Birliği ile kıyaslıyorum Cumhuriyetin çabalarını. Sovyetler Birliğinde de özellikle 1920’lerde, 30’larda, büyük bir atılım yapıldı. Eğitim alanında, kültür, şehircilik, ekonomi, ağır sanayi, vesaire. Türkiye bunun bir benzerini yapmaya çalıştı ama nah şu kadarcık yapabildi. Ruslar binlerce senfoni orkestrası kurup yüzlerce klasik müzik bestecisi yetiştirirken, Türkiye bir tane zar zor kurdu, üç tane zayıf besteci yetiştirdi. Ruslar bütün eğitim sistemini sıfırdan devrim niteliğinde değişikliklerle kalkındırırken, Türkiye birkaç tane köy enstitüsü kurdu. Çok cılız, çok kapsamsız bir çalışmaydı. Yetersiz kalmasının nedenlerinden biri, tabii Türkiye’nin fakirliğiydi. İkincisi, Türkiye elitlerinin, taşrayı hiç bilmemesi, korkunç derecede cahil olmaları idi. Zannettiler ki emir verirsen, üstüne de iki tane okul açarsan halk kalkınır. Öyle olmadı.
Üçüncüsü şudur, Osmanlı reformu çok radikal bir reform çabasıdır. Batıda ne varsa alalım, hepsini alalım, onların dilini de öğrenelim, fikirlerini de benimseyelim, onlar gibi roman da yazalım, tüm kurumlarını taklit edelim gibis yaklaşımı olan bir hamledir. Oysa Cumhuriyet’in batıcılığı ikircikli bir batıcılıktır. Bir yandan batıya bir hayranlık, batıya yönelme vardır, fakat aynı zamanda fanatik bir milliyetçilik vardır bunu dengeleyen ve ayağından tutup aşağıya çeken. 1908’lerin Türk yönetici sınıfının batıya bakışıyla, 1930’ların bakışı farklıdır. 1930’larda Batıya karşı kuşku egemendir, düşmanlık duygusu egemendir. Onlar düşmandır, denize döktük denir. Tarih boyunca Türk’e düşman oldukları vurgulanır. Ziya Gökalp gerçi tasfiye edilir, fakat fikirleri egemendir Cumhuriyet’in fikriyatına. Batıdan teknolojiyi alalım ama sakın kültürünü almayalım, Allah göstermesin, diye özetlenebilecek bir yaklaşım vardır. Bütün bu faktörler, yani bir, gayrimüslimlerin tasfiyesi, iki, Türk yönetici sınıfının ve reform çabasının cılızlığı, ve üç, Dünya Harbinden ve Milli Mücadeleden sonra keskin bir düşmanlık duygusunun Türk yönetici sınıflarını egemenliği altına alması, bunlar nedeniyle adım atılamamıştır.
Sovyetler Birliği’nde yapılan şey evet bir çeşit Rönesanstı. İtalyan Rönesansıyla kıyaslanmayacak derecede zayıf bir Rönesanstı ama Türkiye ile de kıyaslanmayacak kadar güçlüydü. Memleketi biraz gezince çok net görüyorsunuz. Riga’dan Vladivostok’a kadar bütün bir imparatorluk çapında on binlerce, yüz binlerce köy ve kasaba sıfırdan inşa edilmiş. Hepsi aynı planlama fikriyle, hepsi aynı anıtsal düzgünlük fikriyle inşa edilmiş. Bu çok çarpıcı bir şey çünkü bu topraklar, fakir topraklar. Bu toprakların çok büyük bir kısmı derin Asya. Kültür alanında da, resim, heykel, müzik, mimarlık, doğa bilimleri, matematik, satranç, her türlü spor alanında insanın tüylerini diken diken eden bir çaba göstermişler. Sonuç ne olmuş? Sonuç berbat bir polis devleti olmuş. Çünkü zorla yapınca, olmuyor. Zorla yapınca ne verirsen ver bu milletlere, yarın öbür gün sorulduğunda siz Rusya’yı istiyor musunuz, çok mersi almayalım diyorlar.