Topal Osman vakasının güncel anlamı nedir
Samos Sürgünü (Podcast)
31 Mart 2019
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Şimdi Giresun merkezli bir hadise var. TRT1’de bir yarışma programında tırnak içinde “Milli Mücadele kahramanı” Yarbay Osman Ağayı Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’in katili olarak gösteren bir soru sorulunca Giresunlar ayağa kalkıyorlar. Sosyal medya hesaplarından TRT yaylım ateşine tutuluyor, özür dilenmesi isteniyor. Yirmi dernek Giresun’da basın açıklaması yapıyor ve bununla da yetinmiyor İstanbul’a da sirayet ediyor tepkiler. Giresun’lar Topal Osman Ağa pankartlarıyla, resimleriyle yürüyüş yapıyorlar. Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu TRT’yi kınıyor. CHP Giresun milletvekili Necati Tığlı devreye giriyor. Giresun Milletvekili Sabri Öztürk de Topal Osman Ağa için kötü söz söylemek değil bir TV kanalının hiç kimsenin haddine değildir diyor. Şimdi böyle bir hadiseyle karşı karşıyayız. Bunu nasıl değerlendireceğiz Sevan Bey?
Bunun tam benzeri bir olayla ben muhatap olmuştum 2000 yılında yani bundan 19 yıl önce. Bir Karadeniz Gezi Rehberi yazmıştım. Oradaki Giresun’daki Topal Osman anıtından söz ederken “Mili Mücadele yıllarının Abdullah Çatlı’sı” diye bir cümle kullanmıştım. Burada karalama da yoktu, Abdullah Çatlı iyi midir, kötü müdür bir şey söylememiştim. Topal Osman hakkında kötüleyici bir şey de söylememişim. Aklın almayacağı bir linç kampanyası başlatıldı. Aynen bu seferki gibi o zamanki Giresun belediye başkanı konuştu. Ağza alınmayacak hakaretler, Ermeni falan filan, pis pis laflarla konuştu. Giresun’un yerel gazetesinde sekiz sütun manşet oldum. Bütün televizyonlarda Sevan Nişanyan nasıl bir vatan hainidir filan diye kampanya başladı. Absürt bir şeydi. Bu işin arkasında bir organizasyon olduğu çok net. Bu organizasyonun o yıllarda Giresun’da bir teşkilatlanmayı yönettiği söylenen, o zamanlar albaydı galiba, sonra tuğgeneral, Veli Küçük organizasyonuyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Aynı Küçük ve muhtemelen aynı organizasyon daha sonra Hrant Dink cinayetinde rol almıştır. Yani merkezi Giresun’da veya Giresun ve Trabzon’da olan, ciddi bir şekilde organize ve kamuoyunu etkileme gücüne sahip bir teşkilatlanma olduğu anlaşılıyor. Göstere göstere tarihi bir vakıayı yok sayma ve bu yöndeki tezlerini zorla resmi organlara kabul ettirme gücüne sahip oldukları da anlaşılıyor.
Şimdi olgulara geçelim. Gerçekten Topal Osman Ali Şükrü Bey’i öldürmüş müdür öldürmemiş midir? Detayını bilmemize imkan yok, polisiye bir olay. Fakat bunun o tarihte başta Atatürk olmak üzere belli başlı herkes tarafından kabul edilen, bilinen bir gerçek olduğu ortadadır. 1923’te oluyor olay. Ali Şükrü Bey’in öldürülmesinden Topal Osman’ın sorumlu olduğunu yardımcısı olan bir kişi bütün ayrıntılarıyla anlatıyor, doğrudan Mustafa Kemal’e ifade veriyor. Bunun üzerine cinayetten üç gün sonra Topal Osman’ın yakalanması için emir çıkarılıyor. Topal Osman, Mustafa Kemal’le görüşmek istiyor. Mustafa Kemal görüşmeyi reddediyor. Bunun üzerine Topal Osman, Çankaya Köşkü’nü basıyor ve ortalığı kırıp döküyor, sağa sola ateş ediyor, Mustafa Kemal’i yakalamaya çalışıyor. Mustafa Kemal’in bunun üzerine kadın giysisi giyerek Çankaya Köşkü’nden kaçtığı anlatılır.
Daha sonra Papazın Bağı denilen yerde bir çatışma sonucunda Topal Osman yaralı olarak ele geçiriliyor. Yaralı olarak ele geçirdikten sonra, o tarihte muhafız taburu olacak yanılmıyorsam, tabur komutanı İsmail Hakkı Tekçe tarafından bizzat kafasına çok sayıda kurşun sıkılmak suretiyle öldürülüyor. O kadar çok kurşun sıkmışlar ki kafası yok olmuş. İsmail Hakkı Tekçe Mustafa Kemal’in o tarihte en güvendiği kişi olarak bilinir, Mustafa Kemal’in yaşamı boyunca onun baş koruma görevlisi olmuştur.
Bu olaydan birkaç gün sonra TBMM bir toplantıda Topal Osman’ı gıyabında idama mahkum ediyor. Cesedi mezarından çıkarılıyor, kafası olmadığı için ayağından asılmak suretiyle Ulus Meydanında sembolik olarak idam ediliyor. Böyle bir kişiden söz ediyoruz. Devletin resmi kararlarıyla, Meclis’in ve Atatürk’ün kararıyla idam edilmiş, idam edilmekle kalmamış, kafası delik deşik edilmiş bir adamdan söz ediyoruz. Bunun gerekçesi, ya da en azından görünür gerekçesi de Ali Şükrü Bey cinayetidir. Ali Şükrü Bey’i Çankaya sırtlarında gezerken yakalamışlar. Osman Ağanın bir adamı tarafından kementle boğulmuş. Sonra götürüp Ankara yakınlarında Mühye denilen yerde gömmüşler. Birkaç gün sonra, öldürülme hadisesinde rol oynayan Mustafa Kaptan’ın ifadesi üzerine gidip cesedi buluyorlar.
Olay aslında apaçık. Fakat bunun Cumhuriyetin resmi tarih yazımında ele alınış biçimi son derece ilginçtir. Türkiye Cumhuriyeti’nin iç yüzünü, nasıl bir teşkilat olduğunu anlamak açısından değerli bir olaydır. Çok sembolik bir olaydır. Bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti tarihinin özetidir. Türkiye Cumhuriyeti nasıl kurulmuş, neyin üzerine kurulmuş, bunları anlamak açısından Topal Osman vakasını yakından incelemek lazım. Düşünün, adam Mustafa Kemal’i yakalamak için Çankaya Köşkünü basıyor. Mustafa Kemal’in emriyle öldürülüyor. Öldürülmekle kalmıyor, cesedi çıkarılıp idam ediliyor ayağından asılmak suretiyle. Bu olaydan iki üç yıl sonra Atatürk Giresun’u ziyaret ettiğinde verdiği emirle orada bir anıt mezar yapılıyor. Ve ondan sonra yavaşça bütün geçmiş kapatılıyor. Bu olayı anladığınız zaman, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti hakkında daha başka bir şey bilmenize gerek yok.
Nedir bu olayın anlamı? Biraz geçmişine bakalım isterseniz. Topal Osman Giresunlu, küçük çaplı bir mafya lideri, bir çapulcu, tüccar, maceracı, asker bir adam. İttihat ve Terakki’nin Teşkilatı Mahsusasına katılıyor. İlk meşhur vakası, Birinci Dünya Harbi çıktıktan kısa bir süre sonra, 1914 sonu veya 15 başı olmalı, Teşkilatın verdiği talimatla yüz kadar çapulcuyu etrafına toplayıp Trabzon hapishanesini basıyor. Oradaki ipten kazıktan kurtulmuş 150 kadar kişiyi salıp bunlardan bir teşkilat kuruyor. Çete kuruyor yani ve bu çete Ermeni tehciri sırasında, fakat daha ziyade onunla aynı tarihlerde gerçekleşen Rum katliamı sırasında başrolleri oynuyor. Bu çetenin savaş yıllarındaki cinayetleri sayıları hakkında çok çeşitli rivayetler var. On binlerden başlayan tahminler var. Trabzon bölgesindeki Rum köyleri ve şehirli Rum şahıslar üzerinde bir terör yaratıyorlar. Köy basıyorlar, insanları öldürüyorlar. Trabzon’un ve Giresun’un avukattı, iş adamıydı, din adamıydı gibi önde gelen Rum şahsiyetlerini, terörize ediyorlar, evlerini basıp öldürüyorlar, karılarını kızlarını kaldırıyorlar. En meşhur yöntemleri şöyle, Rumları sandallara doldurup denize sürüyorlar, sandalları batırıp topluca öldürüyorlar. Korkunç hikayeler var o dönemde. Böyle şeylerle uğraşmış. Bunları yaparken bir yandan da şahsi servet oluşturmuş. Yani soygunculukla savaş el ele yürümüş. Bildiğin mafya işleri.
Bunları devlet teşvikiyle yapmış. Fakat devletin bir adım geride durup, al bu işleri yap, al sana kolaylık, al sana yardım, ama yakalanırsan biz seni tanımayız ve gerektiği zaman seni de temizleriz diyeceği bir yöntemle bu işleri yapmış. Mesela Milli Mücadelenin son aşamalarında muhtemelen Mustafa Kemal’in talebiyle, Giresun Reji Müdürü Nakiyettin Efendinin göndermiş olduğu raporlar vardır Topal Osman hakkında. Bunda, ordudan aldığı buğdayları Rum’un üzerinde gösterip sahte evrakla 100 bin lira bedelle Giresun kumandanlığına sattığı, Rumlardan gasp ettiği arazileri kendi adamları ve akrabaları arasında pay ettiği anlatılıyor.
1921’de Koçgiri isyanının bastırılmasında rol oynamıştır. Orada 60 bin lira değerinde sığır ve koyun gasp ederek bunları Giresun’a getirmiş, başkasının kente kasaplık hayvan sokmasını engelleyerek fahiş fiyattan satıp para kazanmış. Kardeşiyle birlikte tefecilik işlerine girmiş, kentte başka banka kurulmasını önlemiş, 30 bin liraya mal edilen bir kereste fabrikasını üç beş kuruşa gasp etmiş, ele geçirmiş, böyle işlerle uğraşmış. On parmağında on marifet diyeceğimiz bir tip. Bunlar, Milli Mücadele denilen şeyin ne olduğunu anlamak açısından çok önemli. Çünkü Milli Mücadele sırasında bu olaylar sadece Giresun’da olmuyor, bütün Türkiye’de oluyor. Milli Mücadele denilen şey, 1915’te hatta 1913’de başlayan Rum ve Ermeni etnik temizliğinin sürdürülüp sonuca vardırılmasıdır. Sadece düşmanı denize dökmek hadisesi değil, düşmanın bir de malları var. Ve düşman dediğin insan, bu ülkenin vatandaşı olan, bu ülkede yaşayan, bu ülkede şöyle ya da böyle bir konum sahibi olan insanlar. Bunların öldürülüp, tehdit ve şantaj yoluyla mallarının gasp edilip, bunlarla kişisel servetler yaratılması sözkonusudur.
İkinci bir hadise var daha da çarpıcı olan. 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya hangi gerekçeyle gönderildi? Vahdettin ve Damat Ferid Paşa hükümeti tarafından gönderildi, biliyorsunuz. Amaç neydi? Mütarekeye rağmen Karadeniz bölgesinde Rumlara karşı tedhiş hareketleri devam ediyor, amaç onlara son vermek. İşgal güçleri diyorlar ki bu işin sona ermesi lazım, aksi takdirde biz gelip Mondros Mütarekesinin 23. maddesi uyarınca askeri işgal altına almak zorundayız. Mustafa Kemal Paşa, doğrudan doğruya Topal Osman ve şürekasının Karadeniz bölgesinde uyguladığı tedhiş hareketlerini kontrol altına almak amacıyla Samsun’a gönderilmiştir. Ne yapıyor? Gidiyor, olayları değerlendiriyor, durumu inceliyor ve bir süre sonra bakıyoruz ki Mustafa Kemal’in adamı olmuş Topal Osman. Teşkilatı ortadan kaldırmak göreviyle, ya da en azından görüntüde bu görevle Anadolu’ya gönderiliyor. Aradan üç ay geçmeden bu teşkilat Mustafa Kemal’in emrine giriyor. Şimdi kabul edin ki bu fantastik bir olaydır. Bu olayı anlamak lazım. Mustafa Kemal’in baştan beri mi niyeti bozuktu? Yoksa oraya gittiğinde başına bir şeyler geldi de o yüzden taraf mı değiştirdi? Bu soru bana öyle geliyor ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilginç sorusudur. Ve hiç kimse de bunun üzerinde yeterince durmamıştır. Padişahın ve İngilizlerin onayıyla, onların görevlendirilmesiyle ve çok yüksek yetkilerle Rumlara karşı süregiden tedhiş olaylarını durdurmak amacıyla oraya gönderilen bir general, nasıl ve neden üç ay geçmeden bambaşka bir kimlikle karşımıza çıkıyor? Bunu analiz etmeden Türkiye Cumhuriyeti tarihi hakkında ne söyleyebilirsin ki?
1920 başlarında Ankara’da yeni rejim kurulup İstanbul hükümeti Anadolu’da kontrolü kaybettiğinde birdenbire bakıyoruz, Topal Osman Giresun Belediyesini basarak kendini belediye başkanı ilan ettiriyor. Bir şekilde Ankara rejimi bunu kabul ediyor. Bir süre sonra orada fazla güçlendiği gerekçesiyle nazikane oradan alınıyor, Koçgiri’deki Alevi Kürt isyanını bastırmaya gönderiliyor. Bu görevden bir hayli kârlı olarak Giresun’a dönüyor Topal Osman. Giresun’daki kırdığı ceviz kırkı aşınca bu sefer Mustafa Kemal onu çetesi ile birlikte Ankara’ya davet ediyor. Çankaya Köşkü’nün hemen yakınında bir yerde onlara bir barınacak yer sağlıyor ve Topal Osman’ı kendi fahri muhafız kumandanı yapıyor. Aslına bakarsanız bu bir tenzil-i rütbe, çünkü Osman Ağa Giresun’daki esas iktidar ve gelir odağından uzaklaştırılmış oluyor.
Ali Şükrü cinayetinin akabinde Mustafa Kemal’e ve İnönü’ye yönelik çok sert eleştiriler dile getiriliyor. Bunun üzerine Topal Osman iki gün sonra öldürülüyor. Şimdi yani bana birisi dese ki devlet başkanının bundan haberi yoktu, nasıl desem, bana biraz zayıf gelir bu iddia. Resmen bildiğimiz Baba filmindeki mafya operasyonları. Öyle bir düzen.
Denebilir ki devlet böyle bir şey. Ellerini temiz tutamazsın, bazen kirletmen gerekir. Ellerini kirlettiğin zaman elindeki kanlı eldivenleri de atman gerekir. Geçmişimizde kötü olaylar var, olabilir böyle şeyler, unutalım daha iyi diyebilirsin. Bu bir yaklaşım. Öyle deniyor zaten genellikle Türkiye’de. Öbür taraftan Giresun teşkilatının, Veli Küçük çetesinin bugün bu olayı ısrarla ısıtıp ısıtıp önümüze getirmesi, bir mafya liderinden bir ulusal kahraman yaratılması ve buna itiraz edenlerin susturulması bana çarpıcı geliyor. Tehlikeli bir politika bence. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişindeki olaylardan kurtulamadığının, geçmişindeki olayları aşacak güce ve cesarete sahip olamadığının da bir göstergesidir.
Şöyle bir anekdot var. İnönü’ye sormuşlar uzunca bir süre sonra, neden bu Ali Şükrü cinayeti sadece Topal Osman’ın üstüne kaldı? Bu soruda ima edilen şey şudur: Emri veren kimdi? Neden bir araçtan ibaret olan Topal Osman’ın üzerine bırakıldı cinayet? İnönü’nün cevabı hakikaten enfes bir cevaptır. Demiş ki, Ulu Tanrı’dan kış uykusuna yatmış yılana güneş yüzü göstermemesini dilerim. Bunu Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal Barış kitabından öğreniyoruz. Yani burada bir yılan var, kötü bir geçmiş var, hatırlamak bile istemediğimiz olaylar var. Ulu Tanrıdan dileyelim ki güneş yüzü göstermesin. Bunları unutun demektir bu. Lütfen bu soruyu bana sormayın demektir.
Şimdi bu açıdan da Giresun’da yarattıkları fırtına ilginç geliyor. Yaptıkları şey çünkü kış uykusuna yatmış yılana güneş yüzü göstermek. Bir cinayet geçmişini mezarından çıkarıp milletin burnuna dayamak.
Orada başka bir detay daha var onu da anlatayım. İsmail Hakkı Tekçe’den söz ettik. İsmail Hakkı Bey 1920 veya 21’den Atatürk’ün ölümüne dek Çankaya’da Muhafız Alayı’nın komutanlığını yapmış. Onun ölümünden sonra da terfi etmiş. Yanılmıyorsam tüm ya da korgeneral rütbesinde emekli olmuş. Anılarını yayımladı 1977’de. Topal Osman hadisesini anlatıyor anılarında, fakat başka bir hadise de anlatıyor. Biliyorsunuz Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’da öldürüldü 1921’de. Yahya Kahya adlı Trabzon kayıkçılar reisinin cinayeti organize ettiği söylenir. Fakat ilginçtir ki İsmail Hakkı Tekçe bu sırada Trabzon’da bulunuyor ve bilahare Yahya Kahya’yı öldürtüyor. Yani muhtemelen Ankara’nın talimatıyla Mustafa Suphi’yle arkadaşları öldürtülüyor, sonra Mustafa Kemal’in en güvendiği adam vasıtasıyla Yahya Kahya öldürülüyor. Anlatabiliyor muyum? Tıpkı Kennedy’yi öldüren kişinin ertesi gün öldürülmesi gibi bir hadise.
Geçmişte kalmış, olmuş bitmiş bir çağın olayları değil bunlar. 6-7 Eylül hadiselerinde aynı yöntemleri ve muhtemelen aynı ekipleri görüyoruz. Hrant Dink cinayetinde aynı yöntemleri ve aynı ekipleri iş başında görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu ekip, Topal Osman ve benzerlerinin oluşturduğu ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında son derece belirleyici rol oynamış olan ekip. Bunlar görünüşe göre 2007’deki Hrant Dink cinayetinden sonra bir an sarsaladılar, kontrolü kaybeder gibi oldular. Bir an için acaba bu kanseri Türkiye’den temizleme imkanı acaba var mıdır duygusuna kapıldı birçok insan. 2013 veya 2014’ten sonra görüldü ki hayaldir, olacak iş değildir. Dink davasının çıkmaza girmesi bunun en tipik belirtisidir. Son yıllarda gitgide artan bir cüretle bir güç gösterisinde bulunuyorlar. Diyorlar ki biziz bu memleketin sahibi, siz avucunuzu yalarsınız. Bu Topal Osman vakasında yarattıkları yaygara da bu güç gösterisinin bir parçasıdır. Diyorlar ki yalan olduğunu bildiğimiz halde, yani Topal Osman’ı Atatürk’ün öldürttüğünü bildiğimiz halde aksini iddia edeceğiz ve siz cevap bile veremeyeceksiniz. Çünkü biz güçlüyüz.
Deminki yılan ve güneş hadisesine de dönmek istiyorum. Geçmişi cezalandırmak gerekir mi sorusu aslında cevabı ahlaken çok net olmayan bir soru. Olan olmuş, biten bitmiş, bırak uyuyan yılan uyusun demek de makul yahut da ahlaken belki savunulabilecek bir bakış açısıdır. Kötü olan ne biliyor musunuz? Geçmişteki ahlaksızlıkların bugün ısrarla ısıtılıp ön plana çıkarılması, bunun bir ulusal değer olarak millete dayatılması. Budur tehlikeli olan. Çünkü bu, yarın aynı şeyleri gene yapacağız demektir. Bu korkunç bir şey ve bununla mücadele etmek lazım.