TBMM neden büyük
Pazar Sohbeti
11 Eylül 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Hocam, 23 Nisan’ın anlam ve önemi konusunda bir açıklama bekliyoruz sizden.
Aralık 1919’da son Osmanlı Mebusan seçimleri yapıldı. Bu seçim tamamıyla Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin, diğer adıyla İttihat ve Terakki Teşkilatının kontrolü altında gerçekleşti. Yanılmıyorsam İstanbul’da bir iki bağımsız Mebus seçildi, geri kalan üç yüz küsur mebusun tamamı Müdafaayı Hukuk’un, yani Ankara’nın, Milli Mücadelecilerin gösterdiği adaylardı.
Bu meclis İstanbul’da toplandı. İlk iş olarak Şubat 1920’de Misak-ı Milli denilen ve Milli Mücadele’nin bir tür manifestosu olan belgeyi kabul etti. 16 Mart’ta İstanbul’daki İngiliz işgal güçleri Meclis-i Mebusanı basıp iki milletvekilini tutukladılar. (Tutuklananlar daha sonra Ankara yönetimince idamla yargılanacak olan Kara Vasıf Bey ile Rauf Bey’dir.) Bunun üzerine Meclis süresiz olarak kendini tatil etti. Yani, bu koşullar altında biz çalışamayız dediler.
Ankara’daki İcra Heyeti derhal tüm mebusları Ankara’da toplanmaya davet etti. Fakat kısa bir sürede anlaşıldı ki İstanbul mebuslarının bir bölümü, güvenlik açısından, ya da rahatlarını bozmak istemedikleri için, veya imkan bulamadıkları için Ankara’ya gelmeyecektir. Bunun üzerine Mart sonlarında valiliklere ve garnizon kumandanlıklarına gönderilen bir tamimle, her vilayetten beşer güvenilir kişi seçilerek Ankara’ya göndermeleri emredildi. Seçilenlerin tamamı, doğal olarak, İttihat ve Terakki Teşkilatının ve onun devamı olan Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerinin güvendiği kişilerdi. Böylece Ankara’da genişletilmiş bir meclis kuruldu. Bu meclise Büyük Millet Meclisi adı verdi. Neden ‘Büyük’? Çünkü bir İstanbul mebusları var, bir de buna ilaveten her ilden beşer adet Müdafaayı Hukuk temsilcisi var. O yüzden büyütülmüş meclis anlamında Büyük Millet Meclisi adı verildi. Şimdi, bunun bir hukuki dayanağı yok. O güne kadar Osmanlı devletinde iki adet olası egemenlik organı mevcut. Biri padişahtır. Eski telakkiye göre padişah bizzat devlettir, padişahın sözü devletin sözüdür. Tanım gereği meşru olan şeydir. Diğeri anayasadır, yani devletin temel kanunudur. Osmanlı devletinin bir anayasası vardı, Kanun-ı Esasi. Şimdi, Ankara’da toplanan meclis Kanun-ı Esasiye istinad etmiyor. Ad hoc, günün gereklerine göre oluşturulmuş bir toplantı. Padişah kararına istinad etmiyor. Demek ki gayrimeşru bir toplantı. Temsil yetkisi yok. Olsa olsa parti kongresi, dernek toplantısı. Devleti temsil eden bir meclis değil.
Bu sıkıntıyı aşmak için yeni bir teoriye başvuruldu. Rusya’dan, Bolşevik devriminden neşet eden ve bütün Avrupa’yı hızla saran bir teoriydi bu. Denildi ki, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İllerde askeri ve mülki erkanın, yani valinin, mutasarrıfın veya garnizon komutanının seçtiği beşer kişi, milletin temsilcileridir. Bu meclise yetkiyi padişah veya Kanun-ı Esasi değil Millet veriyor. Kimdir bu millet? Belli değil. Millet verdi mi? Verdi. Dolayısıyla bu meclis meşru bir meclistir ve devletin temsilcisidir.
Bunun nasıl bir üçkağıt olduğunun farkına varabiliyorsanız yavaş yavaş siyaseti anlamaya başladınız demek. Bu bir üçkağıttır. Çünkü halkın böyle bir şeyden haberi yok. Halk bunu destekleyebilir, desteklemeyebilir, sevebilir, aferin ne güzel yaptınız diyebilir. De, halk aktif bir özne olarak bu sürecin hiçbir yerinde yok. Yönetici kadrolar, İttihat ve Terakki rejimi tarafından tayin edilmiş olan birtakım yöneticiler beşer kişi seçiyor, bir toplantıya gönderiyor.
Bakın, bu gerekliydi ya da gereksizdi demiyorum, kötü bir şeydi de demiyorum. Yalnız bunun kayıtsız şartsız millet egemenliği olarak lanse edilmesinin ne kadar tuhaf bir şey olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum. Bir zorunluluk eseriydi. Başka çare olmadığından böyle bir kılıf buldular. Hepsi bu.