Tarım toplumuyla göçebe toplumun farkı ne
Pazar Sohbeti
21 Haziran 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Göçebe olmak eziklik mi?
Biliyorsunuz insanlar ilk avcılık-toplayıcılıktan organize düzene geçtiklerinde iki ayrı üretim tarzı geliştirdiler. Hemen hemen aynı devirde, günümüzden 10-11 bin yıl önce oluyor bu. İkisi de Orta Doğuda. Bir yandan tarım düzenine geçtiler. Köyler kuruyorsun, tarla açıyorsun, ürünün ekiyorsun ve şansın varsa bir miktar artı değer elde ediyorsun. Yani yiyebileceğinden biraz daha fazlasını üretiyorsun. İkincisi hayvancılıktır. Büyük davar ve koyun sürüleri oluşturuyorsun, bunları otlak bulmak için dere tepe gezdiriyorsun. Hayvancılık, göçebe bir yaşam tarzı gerektiren bir meslek. Daha doğrusu konar-göçer demeli. Kışın bir yere yerleşiyorsun, hayvanları orada barındırıyorsun, bahar geldiğinde yollara çıkıyorsun, ot bulunan yerleri geziyorsun. İki ayrı üretim tarzı, iki ayrı yaşam tarzı.
Binyıllar boyunca bu iki yaşam tarzı birbiriyle feci surette çatışmış. Birbirlerinden hazzetmemişler. Elbette sadece çatışma değil ilişkileri, çünkü göçerin de yerleşik köylüden temin ettiği ihtiyaçları var, köylünün de göçerle alış verişi var. Hain komşu aşirete karşı bazen ittifak etmek gerekiyor. Fakat aralarında sevgi ve dostluk çok nadir bir olay. Yerleşik tarımcı toplum açısından konar göçerler bir afettir. Gelirler, tarlanı ezer geçerler, geri kalanını da yakarlar. Yaşam tarzı itibariyle savaşmaya çok daha yatkındırlar. Aç kalınca gelip köyünü talan ederler, hiçbir şey yapamazsın. Hep böyle olmuş tarih boyunca.
Buna karşılık göçerler de her zaman köylüyü küçümsemişler, hakir görmüşler, pis saymışlar. Belediyenin olmadığı, kanalizasyonun olmadığı, çöp servisinin olmadığı bir çağı düşünün. Öyle bir çağda köylerin, yani tarım toplumlarının temel özelliği nedir? Pis kokar. Çöp meselesi vardır, dışkı meselesi vardır. Oysaki hayvancılıkla geçinenler dağda yürüyorlar. Çevre kirliliği diye bir sorunları yok. Ortalık pislenmeye başlarsa yürüyüp başka yere gidiyorlar. Yerleşik toplumun yakınına geldiklerinde tiksiniyorlar. Iğğ, iğrençç bunlar, çok pis insanlar diye düşünüyorlar. Bunun izlerini mesela Tevrat’ta bol bol bulabilirsiniz. Hayvancılık asildir ve Allah tarafından takdis edilmiştir. Tarımcılar ikinci sınıftır. İslam öncesi Arap şiirinde de bunu bulursunuz. Bedevi yücaltilir, şehirli aşağılanır. Eski Türk geleneklerinde, örneğin Dede Korkut masallarında da öyle.
Göçebenin aşağılanması, ikinci sınıf vatandaş pozisyonuna düşürülmesi, bürokratik devletin güçlenmesinin sonucu olan bir hadise. Osmanlı’da bunu görüyoruz. Merkezi devletin fazla bir gücü yoksa, göçerler avantajlıdır. Gelirler, basarlar, geçerler. Kimse de onlara bir şey diyemez çünkü daha iyi savaşırlar. Ne zaman ki köylünün haklarını organize devlet korumaya başlamış, dengeler değişmiş. Organize devlet niye köylünün haklarını koruyor? Çünkü oradan vergi alıyor. Onun artı değeriyle besleniyor devlet. Dolayısıyla tarımsal arazinin harap edilmesi devletin işine gelmez. Bundan dolayı devlet, gitgide artan bir askeri güçle göçerlerin boğazına çökmüş, onları kılıçtan geçirmiş, yerleşik düzene geçmeye mecbur etmiş.
17., 18. hatta 1860-70’lere dek 19. yüzyıl Anadolu tarihinin temel öyküsüdür bu. Önce Türkmenlerle Yörükler, peşinden Orta Anadolu’nun ve Doğu’nun Kürtleri yenildi, kırıldı, aşağılandı. Eski yerleşik köylerden arta kalan marjinal arazilere iskan edildi. Anadolu’nun pek çok yerinde, eski yerleşik köylerle 19. yüzyılda zorla iskan edilmiş göçer köylerinin farkını çıplak gözle izleyebilirsiniz. Eski köyler sulaktır, yeşildir. Bir mimari düzeni vardır. Nüfusları daha çoktur. İskan köyleri kıraç yerdedir. Hayvanla insanın iç içe girdiği kaotik bir yapıdadır. Çoğu köpek bağlasan durmaz yerlerdir.
Böyle olunca göçebenin eziklikle bir tutulması doğal.