Tarihi kim yazar
Pazar Sohbeti
19 Aralık 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Tarihi her zaman kazananlar mı yazar? Resmi ideolojilerden uzak objektif bir tarih yazmak mümkün müdür?
Elbette, tarihi her zaman kazananlar yazar. Objektiflik bir derece meselesidir. Tarihi yazan egemen kültür eğer yeterli özgüvene sahipse, kendi içindeki tartışmaları, kendi içindeki fikir ayrılıklarını açıkça ifade etmekten çekinmeyecek kadar sağlam bir ruhsal yapıya sahipse, yeterince objektif tarih yazabilir. ‘Diyalektik’ kelimesini kullanacağım burada orijinal anlamıyla, yani münazaraya dayanan akıl yürütme anlamıyla, o anlamda diyalektiğe dayanan bir tarihçilik geleneği ortaya çıkabilir. Toplumun içe kapandığı ve egemen sınıfların yenilgi korkusuna kapıldığı yerlerde ise daha kaba, daha tek boyutlu, daha rasyonaliteden uzak ve duygusal bir tarih yazımı rağbet görür. Bunu derken mesela son yüz küsur yılda Türkiye’de egemen olan tarih anlayışını kastediyorum. Balkan ülkelerinde, Yunanistan’da ve ona benzer ülkelerde galip olan tarih anlayışı da aşağı yukarı aynıdır. Ve ne acı ki son on, yirmi, otuz yılda Batı dünyasında egemen olan tarih yazımı da aynı yola girmiştir. İdeolojik açıdan katı, dogmalara saplanmış, belli bir ahlaki tezi ısrarla savunmak amacıyla tek yanlı veriler toplayan, tek yanlı olarak değerlendiren ve yazan bir anlayış. Son yıllarda özellikle Anglo-Sakson dünyasında yayınlanan tarih kitaplarına baktığı zaman, tarihçiliğin ne olduğu konusunda fikir sahibi olan bir insan ancak ağlayabilir.
Çok acıklı bir halde bugün Batı tarihçiliği. Cumhuriyet dönemi Türk tarihçiliğine benzer bir konuma doğru hızla ilerliyor, hatta ulaştı oraya. Tarih yazımının sanki tek bir amacı kalmış görünüyor: Belli bir ahlaki değerler çerçevesini sürekli olarak yeniden üretmek ve kanıtlamak. Bunun teknikleri bellidir. Tüm verileri senin tezini destekleyecek şekilde yorumlarsın. Tezini desteklemeyen verileri yok sayarsın. Alternatif yorumları yok sayarsın. Gerekirse sahte veri üretirsin. Haklı bir dava uğruna sahte veri üretmenin ahlaken doğru olduğuna kendini inandırırsın. Karşı tezleri ya büsbütün yok sayarsın, ya da çarpıtarak ve karalayarak aktarırsın. Kendi tezinin varsayımlarını ve olası çelişkilerini görmezlikten gelirsin. Tüm iyi insanların senin tezini paylaştığını varsayar, aksini düşünenlerin art niyetli veya aptal olduğunu — mümkün mertebe ikircikli ve kaypak bir dille — belirtirsin.
Bu tarih anlayışı maalesef Marksist tarih yazımı geleneğinde serpilip norm haline geldi. Büyük ölçüde Marksist tarih yazımından türeyen feminist tarih yazımı, anti-kolonyalist tarih yazımı, hatta anti-komünist tarih yazımı gibi ekolleri de bir hastalık gibi sardı. Türkiye’de ise öteden beri tarih yazımı bu hastalıktan mustaripti. Bundan dolayı Türk tarihçiliği son yüzyılda kayda değer, yahut bundan elli yıl sonra hala bir anlam ve değer ifade edecek, insanlığın bilgi hazinesine bir katkıda bulunabilecek bir eser üretemedi.
Cumhuriyet döneminde bu genellemenin tek istisnası İbnülemin Mahmut Kemal’dir. Tamamen eksantrik bir vakadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojik çerçevesinin dışında yaşamayı bir şekilde başarmış bir insanın eseridir.
Batı dünyası kültürel üstünlüğünden yüzde yüz emin iken, bu konuda bir psikolojik sorunu yokken, aradan yüzlerce yıl bile geçse değerini kaybetmeyecek eserler yaratmayı başarmıştı. Olgun bir bakış açısından insanlık tarihine bakan, taraf tutsa dahi karşı tarafın görüş ve gerekçelerinin farkında olan, ahlaki metanete ve entelektüel dürüstlüğe sahip eserler ortaya koyabildi. Bugün artık bu başarıyı sergileyebilen tarihçiler bir elin parmaklarıyla ancak sayılabiliyor.