Surp Garabed manastırına ne oldu
Pazar Sohbeti
2 Nisan 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Muş’taki Surp Garabed hakkında bilgi verirseniz sevinirim.
Surp Garabed Ermenilerin çok sevdiği azizlerden biridir. İsmi Öncü Hazretleri demektir. Garabed demek öncü, yol gösteren, rehber, kılavuz. İsa’dan önce gelip İsa’nın geleceğini bildiren muhterem kişinin adıdır. Yalnızların, fakirlerin ve dervişlerin yol göstericisi sayılır. Türkçesi Vaftizci Yahya Peygamber diye geçer.
Surp Garabed’in çeşitli relikleri, iskeletinin çeşitli parçaları, en önemlisi de kafatası, her nedense Türkiye coğrafyasının çeşitli yerlerinde keşfedilmiş ve hürmet görmüş. Kafatasının en azından bir tanesi veya bir kısmı Topkapı Sarayı’nda bulunuyor şu anda. Bunun gibi sağ kolu yani kutsama eylemini yapan kolu, ta Ermenilerin ilk Hristiyanlığı benimsediği devirde bir dizi keramet ve mucize sonucunda alınıp getirilmiş memlekete ve Muş yakınlarında özel olarak bu amaçla inşa edilen bir manastıra kaldırılmış. Bu manastır Muş’un batısında, Bingöl yolunun biraz kuzeyinde, dağda muazzam bir komplekstir. Eski tarihte önemli roller oynamış. Erken Ortaçağda Muş Ovasının büyük bir bölümü bu manastırın mülkü veya vakfı imiş. Sonraki yüzyıllarda da dini ziyaretgah olarak ve yolcular için konaklama tesisi olarak önemini korumuş. Belli yortu günlerinde Osmanlı dünyasının dört yönünden gelen ziyaretçilerle dolup taşarmış. Bunlardan tahsil edilen ayak bastı parası Muş beyliğinin başlıca gelir kaynaklarından biriymiş. Öyle ki 1770’lerde manastır binaları depremde yıkılınca o zamanlar Muş’un müstakil padişahı gibi olan Kürt beylerinden Alaattin Bey kendi kesesinden manastırı onartmış.
19. yüzyılın son çeyreğine dek burası Doğu Türkiye’nin en önemli kültür yuvalarından biriydi. Dini taassup vardı şüphesiz ama en azından kitap da vardı bir sürü. Muş’ta şimdi nerede kitap bulacaksın? 1600 yıldan beri gelen bir kültür geleneği, bir eğitim geleneği vardı. Dağ başında, tek başına bir kompleksti bu. Sağlam duvarlarla çevrili iki üç kilise, konuk evleri, yönetim binaları, ahırlar, işçi konutları vesaireden oluşan tek bir yapı kompleksiydi. 19. yüzyılda ortalama günde 180 kişiye yemek çıkardığı ve seyyahlar için 70 konuk odası olduğu söylenir.
1877-1878 Rus harbinden sonra doğu illerinde Ermeniler saldırıya uğradığında bu manastır da yağmalanmış, talan edilmiş, keşişlerin bir kısmı öldürülmüş. Birkaç yıl sonra ancak kendine gelirken 1896’da yeniden yağmalanmış. O tarihten sonra bir müddet yetimhane olarak hizmet vermiş. 1915’i izleyen dönemde tüm mensupları öldürülüp kiliseleri tahrip edilmiş. Uzun zaman kimse ne olduğunu bilemedi. 1960’lara gelinip de yeniden oraları ziyaret etme imkanı doğduğunda görüldü ki manastırın yerinde yeller eser. Yerinde derme çatma bir Kürt köyü oluşmuş ve bütün bu köyün kırık dökük evleri bin yıllık taş bloklarla inşa edilmiş. Şimdiki ismi Yukarı Yongalı. Ben gidip gördüm, çok acıklı bir yer, feci derecede sefil bir yer.
Türkiye’nin özellikle Doğu illerinin son birkaç yüzyıl boyunca adım adım, basamak basamak sürekli, hiç durmadan, kültür merdiveninden aşağı yuvarlanması, sefilleşmesi, cahilleşmesi, gerilemesi burada çok belirgin ve çok çarpıcı bir gerçek olarak karşınıza çıkıyor.