Siyasal İslam aşıldı mı
Pazar Sohbeti
25 Aralık 2022
0:00
0:00

metin

Sizce Türkiye son yirmi yılda siyasal İslam’a aşılanmış oldu mu? Siyasal İslam’ın Türkiye’de ve Orta Doğu’daki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Siyasal İslam’ın Türkiye’de ve Orta Doğu’da ve diğer İslam ülkelerindeki geleceğini, doğrusunu isterseniz, kuvvetli görüyorum. Siyasal İslam belki ilk çocukluğunun birtakım hastalıklarından, birtakım saçmalıklarından kendini kurtarır, kurtaracaktır. Doğal olanı da budur.
Biraz geniş açıdan baktığınızda bariz görünen bir durum var. Batı medeniyeti 500 yıl boyunca dünyanın lokomotifiydi. Her açıdan — ekonomik güç, askeri güç, sanat gücü, bilim gücü, organizasyon becerisi ve ahlak — dünyanın öncüsüysü. Üstünlüğünün zirvesi 1914 gibi bir tarihtir. O noktada Batı’nın her alandaki üstünlüğü tüm dünyada, yalnız İslam dünyasında değil Hint dünyasında, Rus dünyasında, Çin dünyasında tartışılmaz bir gerçekti. Hukukundan tut sanatına kadar, tıbbına, siyasi kurumlarına, bankacılığına, restoran adabına kadar, ev döşemesinden mimarlığa, şehirciliğe, kütüphaneciliğe, üniversite eğitimine, bilimsel dergilere, tiyatroya, kitap yazma şevki ve becerisine kadar, yazdıkları ansiklopedilerden ürettikleri müziğe kadar, tartışılmayacak bir veriydi. Dünyanın her yerinde, az çok dünyadan haberdar insanların en bağnazının dahi teslim ettiği bir gerçekti: “Helal olsun, adamlar yapıyor!”
Tüm dünya milletleri, öyle ya da böyle, kendi kültürlerini terk edip, Batının üstün olan yönlerini benimseme çabası içine girdiler. Tabii herkes aynı görüşte değildi, fakat bakış açıları şu yelpaze içindeydi. Bir uçta, Allah belasını versin bizim kültürümüzün, terk edelim gitsin, Batı medeniyetini toptan benimseyelim diyenler. Öbir uçta, kendi kültürümüzü veya dinimizi bırakamayız, o yüzden Batının olumlu şeylerini alalım gerisini almayalım diyenler. Seçenekler bu iki uç arasındaydı, başka bir seçeneği düşünecek ya da dile getirecek kimse yoktu.
Bugün geldiğimiz noktada durum büsbütün başkadır. Başka ülkelerin kendi töre ve geleneklerini terk edip yerine başka bir kültürü benimsemelerini gerektiren, makul ve savunulabilir bir şey haline getiren faktörlerin hiçbiri kalmadı ortada. Batı, yüz yıllık bir süreçte kendini yok etti. Şu anda insanlığa sunabildikleri, Covid paniğidir, eşcinsel onur yürüyüşüdür, Netflix’tir, trans tuvaletleridir, F-35’tir, ecstasy ve fentanyldir. Bunları sunuyor şu anda dünyaya. Başka bir marifeti yok.
Bu koşullardada, aman illallah, İslam kültüründen kurtulalım, ‘evrensel’ kültürü benimseyelim diyen geleneksel Tanzimat ve Cumhuriyet ideolojisinin Türkiye’de ve benzeri ülkelerin tümünde çıkmaza girmesidir. Var olan kültürü reddetmek için bir model lazım, o olmasın şu olsun diye. O model yok artık ortada. İnandırıcı değil tezleri. E, bu durumda, tabiat boşluğu kaldırmayacağı için, İslam diye tanımladığımız kültürler manzumesi ister istemez güçlenecektir. Yeni sentezler bulmak zorundadır, yeni sentezler bulacaktır. Zerre kadar aklı olan ve burnunun ucundan ötesini düşünebilen bir insan, sapına kadar muhalif de olsa, o sentezleri nasıl oluşturmalı sorusunu yanıtlamaya kendini adar.
Malum, Türkiye’nin olsun, diğer İslam ülkelerinin olsun, kısmen geleneksel kültürün köklerinden gelen, kısmen son yüzyılın tecrübelerinden kaynaklanan birtakım olumsuzlukları var. Bunlara kısaca ‘geri kalmışlık’ diye bir isim takıyoruz, yobazlık diyoruz. Bu kültürün kendi bünyesi içinde, o kültürün imkanlarını kullanarak, yahut da dışarıdan yeni modeller arayarak nasıl yeni bir senteze, yeni bir oluşuma, yeni bir İslam’a evrilebilir bu ülkeler? Verimli soru buymuş gibi geliyor bana.
Çeşitli denemeler var. Bir seçenek, Birleşik Arap Emirlikleri ile Katar’ın ve onlara benzer ülkelerin sunduğu yaşam modelidir. Suudi Arabistan da yıllarca direndikten sonra aynı yola girmiş görünüyor. Görsel unsurlarda katı bir şekilde geleneğe bağlanma, uygulamada son derece esnek pragmatizm, köleci toplum düzeni ve büyük servet. Kötü bir şey midir? Zannetmiyorum. Bu ülkeleri gezdim, gördüm. Hiç öyle aman aman olumsuz bir izlenim edinmedim. Sonuçta çok açık farkla dünyanın en iyi havaalanı ve dünyanın en iyi hava yolu şirketlerinin birincisi Katar, ikincisi Dubai, üçüncüsü Abu Dhabi. Önemsiz bir şey gibi görünür ama bence yabana atılacak bir detay değildir. Bir alanda bu kadar ezici başarı gösteren, diğer alanlarda da birtakım başarılar gösteriyordur mutlaka.
Peki, petrol zengini olmayan İslam ülkeleri nasıl bir formül oluşturabilirler? O daha zor bir soru. Şundan eminim, İran o sahada önemli bir rol oynayacak. İran büyük bir devrimle alt üst oldu, onun getirdiği son derece vahşi bir dönem geçirdi 1980’lerde. Peşinden on yıl boyunca Irak’la korkunç bir savaş yaşadı. O travmaların etkilerini henüz aşabilmiş değil. Gitgide köhneşleşen, toplumun günlük ihtiyaçlara cevap veremeyen bir siyasi deli gömleğine hapsolmuş durumda. Fakat alttan alta muazzam bir, kusura bakmayın bu deyimi kullandığım için, pozitif enerjisi olan bir ülke. Gittiğinizde bir iki günde derhal hissediyorsunuz o dinamiği. Asghar Ferhadi’nin filmlerini izleyince de gayet net hissediyorsunuz aynı şeyi. Sağduyulu insanlarla dolu bir ülke. Sağduyulu insanlar bir toplumun en büyük servetidir. Tabii, başarırlar mı, başarmazlar mı bilmiyorum. Kırk yıllık travmanın eseri olan dar bir siyasi yapıdan kendini kurtarıp geleceğe koşmaya başlayacak mı İran? Çocukluk hastalıklarıyla boğuşup kendini hadım mı edecek? Bunu bilmiyoruz. Ben bilmiyorum en azından.
Türkiye’ye gelince, Türkiye yüzyıllar boyunca İslam dünyasının öncü ülkesi olmuştur. Yeniden bu rolü ele alması mümkün müdür? Bunun için neler yapması gerekir? Bence memlekette kafası işleyen birinin her gün sabah akşam sorması gereken soru tam olarak budur.