Şeyh Said hakkında ne demeli
Pazar Sohbeti
17 Aralık 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Fatih Altaylı 1925 Kürt isyanının lideri Şeyh Said’i Adolf Hitler’le kıyaslayıp vatan haini ilan etti. Diyarbakır Barosu da Altaylı’nın hakaret içerikli sözleri nedeniyle suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bilgi aşkına sahip olan bir insan tarihi karakterlere çok yönlü olarak bakar. Doğal yaşamınızda karşılaştığınız insanların hepsi nasıl çok boyutluysa, herkes için lehte, aleyhte çok çeşitli analizler getirebiliyorsanız, akıllı ve dürüst bir insanın tarihi karakterlere bakışı da öyle olmalıdır. Hele yetmiş, seksen yıl yaşamış ve önemli işler yapmış, makam ve mevkilere gelmiş bir insanı bir cümleyle özetlemek yahut da iyidir, kötüdür, ahlaksızdır vesaire gibi damgalamak daha çok reklam kültürünün bir ürünüdür, aydın bir insanın yapacağı iş değil.
Sözünü ettiğimiz insan, Türkiye’de büyük bir toplum kesiminin ulusal kahraman olarak gördüğü biri. 1925’teki büyük Kürt isyanının lideri. Çarpışmış, yenilmiş ve gaddarca idam edilmiş. Kürtlerin çoğunluğu açısından ulusal bir kahraman olmasa bile en azından inancı ve ulusu için mücadele etmiş biri olarak görülüyor. Fatih Altaylı bu bakış açısını paylaşmak zorunda değil elbette. Fakat yenilmiş ve zulme uğramış birine, günümüzde devlet otoritesi benden yana diyerek bir tekme de ben atayım tavrı, bence, yapanın kişilik düzeyini yansıtmaktan başka bir anlama gelmez. Bu insanın temel kaygısının hakikati tartmak değil, bir güç odağına hulus çakmak, sadakat bildirmek olduğunu gösterir. Türk medyasında yer alan insanların genel ahlak düzeyine yakışan bir davranış.
Şeyh Said bütün çevresi, akrabaları, taallukatıyla birlikte idam edildi. Başlattığı isyan korkunç ve kanlı zulümlerle bastırıldı. Kürt coğrafyasında on binlerce insan öldürüldü, köyler yakıldı, bir baskı ve zorbalık dönemi yaşandı. Yeni kurulan Cumhuriyet rejiminin kuvvet gösterisiydi. Bizi zayıf görüp test ediyorsunuz ama biz zorbalıkta Osmanlı’ya rahmet okuturuz mesajını vermeleri gerekiyordu; verdiler. Haklı mıydılar, haksız mıydılar tartışılır. Fakat ister haklı ister haksız olsun, zulmün mağduru insanlara karşı zalimden yana tavır almamak gerekir. Temel prensibin bu olması lazım: Asla zalimden yana tavır alma! Bütün bir coğrafyayı taş üstüne taş bırakmamacasına mahveden bir gücün söylemini benimseme! Ne Gazze’de, ne başka yerde. Doğru bir yol göstericidir hayatta bu yaklaşım.
Şeyh Sait kimdi
Şeyh Sait isyanına gelince, o konuda size biraz farklı bir bakış açısı sunayım.
Biliyorsunuz, üç tane klasik söylem var bu konuda. Birincisi, Kürt milli hareketinin lideri, milli uyanışın ve isyanın önderi. İkincisi, İngilizler rejimi yıkmaya çalışıyorlardı, o yüzden el altından Kürtleri kışkırttılar. Üçüncüsü, bunlar yobaz dincilerdi, şeriat isterük diye ayaklandılar. Şeriat kötüdür, dolayısıyla Şeyh Sait kötüdür. Bu üç yavan öykünün dışında bir şeyler anlatayım size.
Fotoğraflara bakınca zannedersiniz, bu adam cahil bir tarikat şeyhi: sakal dağınık, üstünde pejmürde bir cübbe, etrafındakiler vahşi görünüşlü adamlar. Oysa tüm Kürt coğrafyasının, eğer aristokrat demek mümkünse o coğrafya için, en aristokrat kökenlilerinden biri, en itibarlı ailelerinden birinin üyesidir Şeyh Said. Tüm sülalesi ve akrabaları mevki sahibi insanlardır. Yani durup durduğu yerde isyan lideri olmadı bu adam. Bunun farkına vardığınız zaman, ister istemez bir merak duygusu uyanır aklınızda. Bu kadar geniş iktidar tabanına sahip biri rastgele devlet otoritesini yıkmak için ayaklanmış bir fırsatçı olamaz, bir seviyede mevcut otorite yapılarını savunmak için ayaklanmış olmalı.
Modern Kürt tarihinin arka planına daha önce de değinmiştim, hatırlatayım. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı’nın doğu illerini Kürt beylikleri yönetti. Filen bağımsız devletler gibi hareket eden, babadan oğula veya amcadan yeğene miras yoluyla iktidarı devreden beyliklerdi bunlar. Birkaçı, mesela Hakkari Beyliği, Cizre’deki Botan Beyliği, Bitlis’te Rojki Hanları, Bayazıt sancakbeyleri kendi sahalarında müstakil birer hükümdardı. Kendi vergilerini kendi toplayan, kendi ordularına sahip, Osmanlı’ya genellikle itaat eden fakat sırası geldiğinde ordu gönderip çatır çatır çarpışan özerk yapılardı. Yeni sancak beyi teorik olarak Osmanlı sarayının onayına tabiydi, ama istisnai haller dışında sarayın bey ataması söz konusu değildi. İrili ufaklı otuz kırk beylik sayabiliyorum Kürt coğrafyasında. Çemişgezek önemli bir beylikti. Hizan’da bir değil, üç veya dört tane beylik vardı. Silvan beyleri, Kulp beyleri, Urfa’da Milli aşireti, Antep ve Kilis’te Reşvan federasyonu. Muş’ta Alaettin Bey sülalesi, Hınıs mirleri, vesaire.
İkinci Mahmud zamanında sistemli olarak bu beylikleri yok ettiler. En son 1840’larda Hakkari Beyi boyun eğdi. Merkezi devlet otoritesini kurmaya çalıştılar. Valiler, mutasarrıflar ve kaymakamlar tayin ederek vergiyi ve askeri devlet adına doğrudan doğruya toplamaya teşebbüs ettiler. Bu girişim, Kürt coğrafyasında büyük bir kargaşaya yol açtı. Ortalık toz duman oldu, kimin eli kimin cebinde bir süre belli olmadı. 1878 Rus savaşına doğru Osmanlı bölgedeki iktidarını kaybetmeye yüz tuttu. Bölge nüfusunun irice bir kesimini oluşturan Ermeniler Ruslardan medet ummaya başladılar. Burası yaşanmaz oldu, bari Ruslar gelse bizi kurtarsa eğilimi doğdu.
Bu tehlike karşısında Osmanlı Devleti, Sultan Abdülhamit eliyle, yeni bir Kürt politikası benimsedi. Bağdatlı Nakşibendi evliyası Mevlana Halid’in talebeleri 1878’den önce Kürt toplumunda gitgide artan bir etkinliğe kavuşmuştu. En ünlüleri Palu’da Şeyh Ali Sebti, Hizan’da Şeyh Sıbgatullah Arvasi, Şemdinli’de Şeyh Taha Hakkari’dir. Her şeyhin yarım düzine oğlu, bir düzine de el verdiği halifesi vardır. 78’den sonra devlet bunları kuvvetle destekledi. Hukuki sahada onları korudu. Özellikle Ermeni kilise ve manastır mülklerine el koymak suretiyle ekonomik güçlerini arttırmalarına yardımcı oldu. Böylece Kürdistan’da Nakşibendi şeyhleri dönemi başladı. Eski Kürt aristokrasisinin yerine bu kez yine Kürt, fakat sarıklı bir aristokrasi gündeme geldi.
Şeyh Sait, Şeyh Ali Sebti’nin torunudur. Dedesi Nakşibendi silsilesinin en aziz isimlerinden biriydi. Sayıları dokuzu bulan oğullarının — yani Sait’in amcalarının — her biri ayrı bir yere tekke açmıştı. Sait’in babası da Hınıs’ta dini egemenlik kurmuştu, Osmanlı’nın doğrudan veya dolaylı desteğiyle. Cumhuriyet’in gelmesiyle birlikte bu insanlar ihanete uğradıkları duygusuna kapıldılar. Bir iktidar kurmuşlar. Osmanlı adına ve Osmanlı ile birlikte kurmuşlar bu iktidarı. Şimdi birtakım soyu sopu belirsiz kaymakamlar ve yüzbaşılar geliyor ve diyorlar ki, siz geçmiş bir çağın insansınız, yeni Türk devletinde sizin bir fonksiyonunuz yoktur. Sen olsan isyan etmez misin? Ben olsam ederim. Soralım Fatih Altaylı’ya, bu durumda ihanet eden kim? Hain kim?
Şu açıdan da belki analiz edilmesi lazım olayın. Bir yanda Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte hız kazanan, merkezi Suriye’de olan modern Kürt ulusal hareketi var. Bu hareketin kaynakları Türk ulusal hareketine ve Dünya Savaşı yıllarında tüm ülkelerde etkili olan modern ulusçu hareketlere paraleldir. Lider kadroları Avrupai kıyafetler giyen, milliyetçilik ve modernlik fikirleriyle donatılmış insanlardır. Öncü isimleri olan Bedirhan kardeşler, Botan miri Bedirhan’ın torunlarıdır. Diğer öncü isimlerin birçoğu da eski Kürt aristokrasisinin İstanbul’da, Paris’te, Rusya’da eğitim görmüş çocuklarıdır.
1925 isyanının altında bu iki grubun birleşmesi hadisesinin olduğu anlatılır. Bir yandan Kürt ulusal hareketi, diğer yandan Nakşibendi seyyidleri ve şeyhleri. Bu çok paradoksal bir durumdur, çünkü bu iki zümre köken itibariyle birbirinin düşmanı olan iki zümredir. Yüz yıldır birbiriyle çatışmış ve birbirinden hiçbir surette hoşlanmamıştır. Aralarındaki işbirliğinin tam boyutlarını bilmiyorum. Fakat şurası muhtemel görünüyor ki, en ufak bir başarı halinde birbirleriyle boğaz boğaza gelmeleri kaçınılmazdı. Çünkü zeytinyağı ile sirke karışmaz. Kürt Teali Cemiyeti veya Bedirhanların Azadi örgütüyle Şeyh Said’in temsil ettiği hareket birbirine zıt siyasi ve toplumsal değer yargıları olan hareketler.
Olaya bir de bu açıdan bakın isterseniz, Sayın Altaylı gibi egemenin megafonunu elinize alıp aptal aptal hüküm dağıtmadan önce.