Sarıkamış’ta Enver Paşa ne yaptı
Pazar Sohbeti
13 Haziran 2021
0:00
0:00

metin

Sarıkamış’ta aptalca bir saldırıyla yüz bin askerin telef olmasının sorumlusu olan Enver Paşa neden hala ulusal kahraman olarak anılır?
Enver Paşa 1914 yılının Aralık ayında, kendi kurmaylarının çoğunun itirazına kulak asmadan Sarıkamış’ta hazırlıksız olarak son derece riskli bir saldırı düzenledi. Bu saldırıda iki gün içinde doksan bin kişilik olduğu söylenen bir ordu telef oldu, ya da düşmana esir düştü. Çoğu soğuktan dondu. Kalanı canını kurtarmak için Ruslara teslim oldu. Bu faciadan dolayı Enver her zaman eleştirilir, horlanır, hayalperest bir maceracı olduğu savunulur.
Bir savaşta karar vericilerin pabuçlarını giymeden, onların şapkasını takmadan ahkam kesmek ne kadar doğrudur bilemeyeceğim. Doğu cephesinde Osmanlı Genelkurmayı’nı böyle bir girişime sevkeden kademeli birkaç gerekçe vardı. Birincisi, bir Rus taarruzu beklenmekteydi. 1914’ten önceki 86 yılda Ruslar bu cephede üç kez büyük taarruza geçip her seferinde bir hayli mevzi ele geçirmişlerdi. Bu sefer de muhtemelen Erzurum ve Van illerinde Ermeni ayaklanmasıyla eşgüdümlü olarak Rusların saldırması ve Erzurum ile Van vilayetlerini ele geçirmesi beklenmekteydi. Bunu önlemek için, hazır Rus ordularının büyük kısmı Polonya cephesinde ölüm kalım savaşındayken ani bir saldırıyla Rusların bölgedeki stratejik pozisyonunu kırmak hedeflendi. Temel hedef sanırım buydu.
İkincisi, daha ziyade Almanları ilgilendiren konu, Bakü petrollerinin ele geçirilmesiydi. Turan’ı fethetmek falan, geçin o hikayeleri, onlar ciddi şeyler değil. Esas gerçekçi hedef Bakü petrollerine el koymaktı. Unutmayın ki bu tarihte Bakü dünyanın bir numaralı petrol üreticisi. Ve Birinci Dünya Savaşı’nda ilk kez ordular petrolle işleyen araçlarla savaşmaya başladılar. Otomobildi, trendi, tanktı, yeni tip zırhlı gemilerdi, petrolle işliyordu bunlar. Almanya’nın savaşı sürdürmek için petrole ihtiyacı vardı.
Bu iki genel stratejik mülahazadan öte, Aralık saldırısının asıl yakıcı konusu, Almanların durumuydu. Almanlar, savaşı inceden inceye planlayıp, son derece hızlı bir şekilde bitirmek arzusuyla işe giriştiler. Meşhur Schlieffen Planı’na göre Almanya iki cephede aynı anda savaşmamak için önce Fransa’ya saldıracak, Fransa’yı net üç haftada devre dışı bırakıp tüm gücüyle Rusya’ya dönecekti. Ruslar üç haftada seferberliklerini ikmal edemez, cephe kuramaz diye hesaplamışlardı. Onlar ordularını sınıra getirinceye kadar biz Fransa’nın işini bitirir, sırtımız sağlam olarak Ruslarla savaşırız diye düşündüler. Bu hesap tutmadı. Fransa’yı üç haftada bitiremediler. Rusya umulmadık bir şekilde seferberliği hızlıca hallederek Eylül ayı içinde Polonya’ya muazzam yığınak yaptı ve Almanları sıkıştırıp yenmeye başladı. Alman Genelkurmayı’nın Türkiye’yi savaşa sokmak istemesinin ana nedeni, Ruslara karşı yeni cephe açıp Rus ordularının bir kısmını Kafkasya’ya, bir kısmını Karadeniz’e sevk etmesini sağlamak ve bu surette Almanya üzerindeki Rus baskısını hafifletmekti. Savaşta dostlar niçin var? Böyle şeyler için var. Sen Polonya cephesinde ölüm kalım mücadelesi verirken, Türklerden rica edersin, sen şunlara arkadan bir tokat at ki dikkatleri dağılsın.
Enver Paşa komutasındaki Türk silahlı kuvvetleri Kasım Aralık aylarında Erzurum cephesine yığınak yaptı. Yüz bin kişilik bir ordu mevzilendi sınıra. Rusların ileri karargahı Sarıkamış’taydı. Bunlara alından vursan bir cephe savaşı olacak, aynen Batı Avrupa’da yaşandığı gibi sınırsız kan akacak, ilerlemeyi başaracağın da çok şüpheli. Bunun üzerine şöyle bir dahiyane plan geliştirdiler. Hiç kimsenin ummadığı bir çılgınlığı yaparsın. Sarıkamış’a arkadan dolanıp, kuzeydeki Allahuekber dağını aşarak, beklemedikleri yerden kasabayı vurursun. Oradaki Rus birliklerini çember içine alırsın. Başarılı olsaydı eğer, muhtemelen Enver Paşa büyük askeri deha olarak tarihe geçerdi. Lakin olacak iş değildi. Çünkü mevsimlerden karakıştı. Asker sefil bir şekilde donatılmıştı. Çoğu yazlık giysiliydi ve ayaklarında ayakkabı yoktu. Silahları yetersizdi. Ve ekber olduğu söylenen Allah’ın bir hikmetiyle, dağdan saldırıya geçtikleri 30 Aralık gecesi korkunç bir kar fırtınası bastırdı. Sıcaklık eksi 40’a düştü. Dağdaki askerin tamamı telef oldu. Genellikle verilen rakam doksan bin kişidir. Osmanlı Devleti’nin kara kuvvetleri o tarihte sıfırlandı. Yeni baştan bir ordu kurmak, insanları askere almak, seferberliğin kapsamını genişletmek zorunda kaldılar. Modern Türk tarihinin büyük trajedilerinden biridir.
Öte yandan şöyle de düşünmek mümkün. Allahüekber macerasına girişmeyip Rus saldırısını bekleseler, sıkı tahkimat yapsalar, büyük ihtimalle tıpkı Fransa cephesindeki gibi siper savaşına zorlanacaklar. Kasım ayındaki Ypres muharebesinde öyle olmuş. Verdun’de, Somme’da, Marne’da öyle olacak. Beş ay sonraki Gelibolu savaşında yine aynı şey yaşanacak. Batı cephesinde dört yılda dört milyon asker öldürüldü. Çanakkale’de kimine göre 50 bin, kimine göre 250 bin Osmanlı askeri telef oldu. Büyük kumar oynayıp 90.000 kaybetmektense küçük oynayıp 250.000 kaybetmek evla mıdır? Birini ahmaklık öbürünü kahramanlık saymak ne kadar adildir? Birinde Enver’in öbüründe Mustafa Kemal’in oynadığı rol, ikisinin sonraki siyasi kariyerlerinin prizmasıyla renklenmiş midir?