Sakal ve bıyığın siyasi anlamı nedir
Pazar Sohbeti
28 Mart 2021
0:00
0:00

metin

Kemalistlerde sakal tıraşı takıntısı ve sakal fobisi neden var?
1930’lar modası. Başka bir şey değil. İdealize edilmiş bir altın çağ var, bir asrı saadet anlatısı var. O asrı saadet çağının modası sinek kaydı tıraştı, bıyıksız ve sakalsız. Ona dönmeyi özlüyorlar. Bir tür selefilik, dış görünüşün simgelerini korumakla manevi kurtuluşa ulaşma fantezisi.
Tarih boyunca sakal modellerinin evrimi ilginç bir konudur, onlarca doktora tezi hazırlanabilir üzerinde. Türkiye’de 19. yüzyıl sonundan beri sakal, bıyık modaları büyük ölçüde Batı Avrupa’yı izlemiştir. Hiçbir zaman tam olarak intibak etmemiştir. Her zaman bir farkını korumuştur. Nasıl kıyafette de Batı kıyafetleri benimsenmiştir, fakat hiçbir zaman tam benimsememiş, hep birtakım detayları farklı olmuştur, aynı şekilde.
Abdülhamit çağının sonlarına dek, 1890-1900’lere kadar sakal bir Osmanlı erkeğinin vazgeçilmez aksesuarı idi. Sakalını tıraş etmek hakaret ve kepazelik kabul edilirdi. Şinasi’nin öyküsü meşhurdur. Şinasi biliyorsunuz 1850’lerin ilerici, devrimci düşünce insanı, Türkiye’de basın dilini icat eden kişi, ilk bağımsız gazeteyi çıkaran kişi. Devlet memuruydu tabii ve devlet memuru olduğu halde bir keresinde sakalını tıraş ederek daireye gitti. Bunun büyük bir krize döndüğü, padişahın şahsen alındığı, bunu bir hakaret olarak algıladığı ve Şinasi işinden kovdurduğu anlatılır.
Avrupa’da sakal modası 1890’larda geçmeye başladı. Bıyık modası çıktı. Türkiye’de de batıya seyahat edenlerde, Jön Türklerle birlikte Paris kafelerinde oturanlarda, toplumun kanaat önderi olabilecek olan gençlerde sakalını tıraş etme eğilimi başladı. 1908’de Meşrutiyetin ilanından hemen sonra İstanbul’un ve büyük şehirlerin moda öncüsü olan sınıfları komple, anında, hepsi bir arada sakallarını tıraş ettiler. Paris’ten Berlin’e, oradan İstanbul’a gelen yeni bir bıyık tarzı geçliğin, çağdaşlığın, idealizmin, vatanseverliğin simgesi oldu. Gücün yettiği kadar heybetli bir bıyık, uçları pomatla sertleştirilip yukarı kıvrık, Enver Paşa bıyığı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bıyıklar küçüldü ve 1919 veya 20’den itibaren bu kez İngiltere’den Almanya’ya ve oradan dünyaya yayılan yeni bir moda gündeme geldi. Sonradan Hitler bıyığı diye anılacak olan kutu bıyıktı bu. Bu bıyığın da öyküsü ilginçtir. Siyasi mesajı olan bir bıyıktır. Dünya Savaşı’nda biliyorsunuz savaşın ikinci yılından itibaren zehirli gaz kullandılar. Günlerce, aylarca gaz maskesi taktı Batı cephesindeki askerler. Gaz maskesinde bıyıklar eğer uzunsa içeriye gaz sızdığı için askerler maske takmak için bıyık uçlarını tıraş ettiler. Savaştan sonra bunun moda olması, “biz savaşta çok acılar çektik, bu vatan uğruna canımızı feda ettik” anlamına gelen bir simgesel bir tavırdı. 1920’lerde o kısa bıyık moda oldu.
1930’larda bıyıklar aniden kalktı. Bu yeni görünümün ilham kaynağı Nazi Almanyası mıydı, Sovyetler Birliği miydi bilmiyorum. Her ikisinde de Lider’in gayet ikonik bıyığı vardı elbette, ama bıyık sadece Lider’e aitti. Halk, belki de o rejimlerin gençlik, sağlık, sadelik, kültürel saflık tutkuları doğrultusunda bebek poposu görünümüne meyletmiş veya meylettirilmişti. Aynı yıllarda Amerika’dan film endüstrisi sayesinde yayılan modalarla herkes matruş yüze kavuştu. 1968’e kadar Batı dünyasının normu bu oldu; Türkiye’de de Batı modasını izleyen, o modanın ithalatçısı olan kibar sınıflarda 1968’e kadar sakalın asla izi görülmez. Tamamen tıraş, kibar erkekliğin şartı sayılır.
1968’de buna bir tepki olarak gençlerin bir kısmı hippi akımının etkisiyle dağınık sakal modasını benimsediler. Ben çok net hatırlarım, benim gençliğimde amcalar, dedeler, ailenin muhafazakar değerlerini temsil edenler şaşılacak kadar sert bir düşmanlık gösterirlerdi sakala. “Maymuna benzemişsin, çabuk git tıraş ol, gözüm görmesin!” 12 Mart 1971 darbesi olduğunda askerler sokaklarda berber tezgahı kurup gelip geçen gençlerin sakallarını kesmeye başlamışlardı. Asker, polis, sıkıyönetim kuvvetleri üniversitelere gelip zorla sakal tıraşı yapmışlardı. Çünkü sakal siyasi bir simgeydi. Otoriteye başkaldırı anlamını kazanmıştı. Simgeyi zorla zaptedince simge sahibini de yola getireceklerini umdular sanırım.
1930’dan 1970’e dek Türkiye’nin seçkin kesimi full tıraşlıydı dedik. Buna karşılık aynı yıllarda Türkiye’nin köylü, işçi ve orta sınıfları adeta söz birliği etmişçesine, bugüne dek adeta ulusal ve sınıfsal varlıklarının manifestosu haline gelmiş olan bir görsel simgeyi benimsediler. Bıyık bıraktılar. Bu çağın bıyığı iddiasız, düz bir bıyıktı. Enver bıyığı gibi ekstravagant bir gösteri değildi. Sanırım sakalsızlığın Avrupailik, modernlik olarak dayatılmasına cevaben yapılmış ufak bir protestoydu. Emredersin komutanım diyerek sakallarını kestiler; fakat o eski sakalın bir küçük yadigarı olarak bıyıklarını korudular. Kısa zamanda bıyık, Türk fizyonomisini, daha doğrusu halktan Türk fizyonomisini Avrupa fizyonomisinden ayıran başlıca simge haline geldi. Fiziksel olarak Türklere benzeyen birtakım komşu toplumlarla karşılaştığınızda bunu çok net gözlemlersiniz. Yunan, Ermeni, Gürcü, İranlı — bu ülkelere gittiğiniz zaman günlerce alışamadığınız şeydir bu: Herkes Türklere benziyor aşağı yukarı ama ne tuhaf, bıyıkları yok!