Rönesans bir Selefilik hareketi mi
Pazar Sohbeti
11 Ekim 2020
0:00
0:00

metin

İki bin yıl önceki mimari daha şık. Bunu anlamakta zorlanıyorum. Gerçekten bunun açıklaması nedir?
Eski Yunan mimarisini aslında çok tanımıyoruz, çünkü eski Yunan mimarisi diye bildiğimiz her şey Roma döneminde yeniden inşa edilmiştir. Eski Roma mimarisini tanıyoruz. Ve eski Roma mimarisinin hakikaten evrensel sayılacak bir mükemmelliği var. Bu bir kültürel bir şartlanma mı? Sanmıyorum. Hangi eserlerine bakarsanız bakın, ‘Hah! böyle olmalı işte, budur’ duygusuna kapılmamak elde değil. Nasıl bu derece cesur ve kusursuz bir vizyonla binalar inşa etmişler diye düşünüyorsunuz. Bunun tanımı nedir? Formülü nedir? İnanın bilmiyorum. El yordamıyla bazı detaylarını yakalamaya çalıştım. Özellikle Tiyatro Medresesi’nde çok kafa patlattım. Keşke bu işin teorisini daha iyi bilsem diye hayıflandım.
O dönemdeydi galiba, 2010 suları olmalı, şu kitabı bulup okudum. “Hanno-Walter Kruft, Geschichte der Architektur-Theorie”. Mimarlık Teorisi Tarihi. Mimari teorisini Rönesans’tan başlatıyor. Gerçekten de öyle olması lazım çünkü Ortaçağda muazzam bir mimari var fakat mimarlık teorisi yok. Teorisi Rönesans’la beraber gündeme gelen bir şey.
Orada bana çok çarpıcı gelen, hakikaten durup düşünmeme neden olan gözlemi size anlatayım. 15. yüzyıl sonundan itibaren Avrupalılar, daha doğrusu İtalyanlar, mimari teorisi üretmeye başladılar. Peş peşe birtakım gayet sofistike, bilimsel, felsefi, ciddi tefekküre dayanan eserler yazdılar: Mimarinin ilkeleri neler olmalıdır? Mimarinin oranları neler olmalıdır? Neden şu güzeldir de şu güzel değildir? Temel bakış açısı şuydu: Romalılar bu işin mükemmelini yapmışlar. O günden bugüne insanlık geriledi. Bak şu Gotik şeylere, bak şu Ortaçağ mimarisine: Bunlar cahil işi. Hakiki mimariye dönmek için Roma mimarisinin sırlarını keşfetmeliyiz. Roma mimarisinin bir el kitabını yazmış olan Vitruvius’un eserini tartışmalıyız, onun inceliklerini öne çıkarmalıyız. Vitruvius’un söylediklerini ayet kabul etmeliyiz. Rönesans mimarisinin temeli bu bakış açısıydı. Hümanist denilen hareketin teorik hareket noktası, eski çağların klasik güzelliklerini ve oranlarını yakalamaya çalışmaktı.
Yani: Kelimenin tam anlamıyla Selefi bir hareketti. Aradan geçen bin beş yüz yılı yok sayan, bin beş yüz yıl önceki ideale dönmeyi tek hedef olarak gören, bu anlamda son derece gerici, son derece eskiye dönük, atalarımızın asrı saadetini yeniden inşa etmeyi hayatın yegane amacı kabul eden bir anlayış. Hatta bu dogmatik hırs uğruna, tıpkı bugünün Müslüman Selefileri gibi, Ortaçağın güzelim eserlerini gözünü kırpmadan yok etmeyi göze alan bir ideolojik tutku.
Bu insanlar modern tarihin en büyük devrimlerini gerçekleştirdiler. Daha önce tarihte benzeri görülmemiş bir yaratıcılık patlamasına önayak oldular. Olağanüstü mimari eserler yarattılar ve eskisiyle alakası olmayan bir yere getirdiler dünyayı. Yarattıkları şey yeniden Roma mimarisi değildi, başka bir şeydi. Ama hareket noktaları eski Romalılar nasıl yapmış ki biz de onlar gibi yapalım sorusuydu. İdealleri ve hedefleri geçmişteydi.
İnsanlık tarihi işte böyle paradokslarla dolu. Bu paradoksların tadına varmadan, bu paradoksları şöyle önümüze koyup üzerinde düşünmeyi başarmadan bir şey anlayamayız.