Restorasyon nereye kadar
Pazar Sohbeti
28 Ocak 2024
0:00
0:00

metin

Restorasyonun sınırları nelerdir? Türkiye’de Roma kalıntılarının çoğu yıkık dökük. Bunların bire bir orijinaline bağlı replika olarak restore edilmeleri nasıl olurdu sizce?
Bence çok iyi olurdu. Biliyorsunuz ben Antik kalıntılara meraklı biriyim. Gezmeyi de, görmeyi de severim. Bunların bir kısmı kültürel anıt olarak değerlidir. Eski bir çağın görkemli bir eserini, wow dedirtecek bir eserini korumuş olmak ve bunun hakiki olduğunu bilmek değerli bir şey. Buna karşılık bugün artık sayıları yüzleri bulan arkeoloji fakültelerinin kendilerine iş yaratmak için yaptıkları kazıların veya koruma çalışmalarının çığırından çıktığını düşünüyorum. Lüzumsuz bir noktaya geldi iş.
Arkeolojik sitlerin çok büyük bir çoğunluğu siktirikten birkaç tozlu taştan ibaret. Bana ne? Onları yerinde bırakmak, dokunulmamış bırakmak daha doğru gibi geliyor bana. Yani, tamam, Efes’i temizle, canlandır, kaz, ortaya çıkar, çünkü bir cevher var orada, bir anıtsal hadise var. Tamam, Priene’yi de, Milet’i de, Afrodisias’ı da ortaya çıkar. Bunlar güzel yerler, çarpıcı yerler. Ama bazıları da var ki, bazıları dediğim yüzlercesi, binlercesi daha var ki, onlara yapabileceğin en iyi şey hiç dokunmamaktır. Onların da meraklısı vardır. Dağda yürüyüş yaparken, ıssız bir yerde, hiç kimsenin bilmediği bir yerde, iki bin sene öncesinden kalmış bir taş parçasını görmek, ya da toprağa gömülmüş bir tiyatronun basamaklarını hissetmek. Bunlar çok değerli deneyimler, güzel şeyler. Elleme, bırak.
Hep o hayalim olmuştur, tam restorasyon. Yani antik bir eseri veya köyü, kasabayı, anıtı, tapınağı tamamıyla sıfırdan inşa etmek; bire bir orijinaline sadık olarak ayağa kaldırmak. Bu konuda benim bir deneyimim oldu, anlatayım isterseniz. Efes yakınındaki Küçük Menderes düzlüğünde çok büyük araziye sahip bir dostumuz vardı. Hatırlamıyorum şu anda, beş yüz dönüm falan, acayip büyüklükte bir saha. Uzun yıllar mücadeleden sonra devletten buraya turistik yatırım yapma izni kopardı. Bana geldi, sordu Sevan Abi ne yapalım biz burada diye. Bu dediğim yer Efes antik şehrinden 1-2 kilometre aşağıda.
Büyük düşün dedim: Efes inşa et oraya. Baya Efes şehrini, replikasını veya benzerini, ama gibi gibi değil, bire bir aynısını. Bunu ilgilendirecek konularda dünyada doktora tezi yazmış binlerce insan var. Eski Roma mimarisinin her detayı biliniyor. Eski Roma kapı kilitleri üzerine doktora tezi yazmış Kolombiyalı bir adamla bir tarihte tanışmıştım. Sürgüler hangi tekniklerle yapılırdı, kilit nasıl yapılırdı bu konularda uzman olmuş. Eski Roma’nın taş işçiliği konusunda, mimarisinin en ince detayı konusunda, altyapı hizmetleri, kanalizasyon hizmetleri, su temini, her konuda çok bilgi birikimi var dünyada. Bu birikime sahip olan insanların çoğu da yarı yarıya işsiz, üniversitenin bir köşesinde oturup pinekliyorlar, anlamsız makaleler yazıyorlar, böyle geçiriyorlar hayatlarını. Topla, Avrupa Birliği’nden büyük para bul, o zamanlar vardı bu dediğim, bundan on beş sene önce. Tapınaklarıyla, konutlarıyla, sokaklarıyla, antik malzemenin tıpkısının aynısını kullanarak bir kasaba inşa et. Efes’in mermer kaynaklarının neresi olduğu bilinir. Pranga denilen bir yer vardır Efes’ten 4-5 kilometre ileride, orada Efes’in taş ocakları var. O taş ocaklarından taş kullan. Her konuda, tuvaletlerine kadar, çünkü oldukça gelişkin tuvalet sistemi vardır eski Efes evlerinin, böyle bir şehir inşa etmeyi dene. Maliyet olarak 20 katlı bir 5 yıldızlı otel yapmaktan çok büyük bir farkı olacağını zannetmiyorum. İki üç tane tapınak yapman lazım oraya. Onlar para tutar. Bunun için de fon bulabilirsin. 2008 öncesinde vardı öyle fonlar. Çok vardı. Dünya paraya boğuluyordu.
Turistik bir tesis olsun. İnsanlar gelip Efes Evleri’nde otursunlar. Hatta kıyafetleri düşün, Antik zaman kıyafetleri giymeyi mecburi yap tesis içerisinde. İnsanlar togalarla, tüniklerle dolaşsınlar. Ha, kılıç ve hançer taşımalarına izin verir misin onu bilmiyorum. Ama bunun hem bir eğitim tesisi olarak, hem bir kültürel şov olarak, hem bir turistik tesis olarak müthiş bir fikir olduğunu düşünüyorum. Böyle bir proje üzerinde birkaç hafta mesai yaptık. Çok büyük bir hayaldi. Tabii kimseyi ikna edemedim, o ayrı mesele.
Bir başka örnekten söz edeyim, Moskova’da Puşkin Müzesi. Rusya’da her şehirde var ona benzer bir müze de Moskova’daki özellikle dikkatimizi çekmişti. Çarlık zamanında yapılmış bu müze. Sovyetler döneminde de geliştirmişler. Avrupa sanatının büyük eserlerinin, tanınmış eserlerinin, büyük Avrupa müzelerinde bulunan baş yapıtların bire bir kopyalarını yaptırmışlar. Muhteşem kopyalar, yani aslından farkını asla göremeyeceğin, falsosuz kopyalar. Michelangelo’nun heykelleri, eski Roma çağından kalma heykeller, hepsinin replikasını yaptırmışlar. Alçıdan değil, mermerden yaptırmışlar. Bronzdan dökmüşler. Ve bir müze oluşturmuşlar, bir eğitim müzesi. Dünyada gördüğüm en heyecan verici müzelerden biri. Çünkü çoğu müzede bir sürü çöp vardır. Üç tane büyük eser düşürmüşlerdir bir yerden, gerisi tıraştır. Oysa ki burada boş yok, hepsi başyapıt. Tabii aslını görmeyi tercih ederim, ama onun için Napoli’ye gitmem lazım, Palermo’ya gitmem lazım, Orvieto’ya gitmem lazım, İspanya’nın, Fransa’nın kör taşrasında aylar yıllar boyu dolaşmam lazım. Kopyasıyla yetin kardeşim. O toplumun çocuklarına zevk eğitimi vermek için, sanat eğitimi vermek için bundan daha esaslı bir kurum, bundan daha esaslı bir fikir düşünemiyorum.
Restorasyon değil bu da, benzer bir fikir olarak bunu da söylemiş olalım.