Prens Sabahattin’in şansı var mıydı
Pazar Sohbeti
25 Ekim 2020
0:00
0:00

metin

Prens Sabahattin hakkında fikirleriniz nelerdir? Yeni nesil İslamcılar çok eleştiriyor. Özal bir dönem yolumuz Prens Sabahattin’in yolu demişti. Siz nasıl değerlendirirsiniz.
Kendine ‘Prens’ unvanını veren Sabahattin Bey, biliyorsunuz, 19. yüzyılın son yıllarında Paris’te doğup büyümüş, bir süre Londra’da yaşamış, sosyalizasyonunu, eğitimini orada tamamlamış olan bir zat. Anne tarafından hanedan mensubu. İngiliz ve Fransız liberalizmi bazında Osmanlı Devletinin bir federasyon olarak örgütlenmesi fikrini ortaya atmış.
Bu, orijinal bir fikir değil. O devirde Osmanlı’nın miadının dolduğu herkesin bildiği bir gerçek. İmparatorluk tükenmiş, darmadağın olmak üzere. Fakat bu dağılmanın korkunç acılara yol açacağını da herkes görüyor. Çünkü Osmanlı coğrafyasının her yerinde, Balkanlarda özellikle, fakat aynı zamanda Anadolu’da ve Mezopotamya’da ve Arap ülkelerinde etnik ve dini açıdan içinden çıkılmaz ölçüde girift bir toplumsal yapı var. Hiçbir yerde homojen nüfus yok. Her yerde farklı unsurlar bir arada yaşıyorlar. Ve bunun ayrı ulus devletlere dönüşmesi halinde bunun büyük bir toplumsal yıkıma yol açacağı bilinen bir şey. Herkes bunu görüyor. Yalnız Türkler değil, Araplar da, Rumlar da, Arnavutlar da görüyor. Bundan nasıl kaçınırız sorusu herkesin aklında olan soru. Sonradan Yunan milliyetçiliğine, Bulgar milliyetçiliğine, Makedon milliyetçiliğine, Arnavut milliyetçiliğine, Ermeni milliyetçiliğine mal edilmiş olan figürlerin yüzyıl başında yazdıklarını önyargısız okursanız, hepsinin de canhıraş bir çabayla çözüm yolu arayışında olduklarını görürsünüz. Kimse çıkıp açıktan açığa, Türkleri keselim, Ermenileri keselim, Rumları keselim dememiş. Herkes, bunları nasıl bir arada tutarız sorusuna bir cevap aramış.
O dönemde piyasada dolaşan fikirlerin en liberal olanlarının bir kısmını Prens Sabahattin derlemiş ve çok da orijinal olmayan bir şekilde ifade etmiş. Uluslar federasyonu ve kişisel girişim özgürlüğü, yani kapitalizm önermiş. Saygıdeğer bir bakış açısıdır. Bu da belki olabilirdi diye okunması gereken bir şeydir. Yani İttihat ve Terakki ve diğer ülkelerde bunun benzeri olan milliyetçilikler tek çözüm değildi, başka çözümler de mümkündü fikrini temellendirmek için okunmasında fayda olan bir yazardır. Fakat gerçekçi düşünürseniz söylediği şeyler hayaldir, olacak iş değildir. Paris’te rahat konağında oturan birinin, Türkiye’yi 1908’den önce hiç görmemiş ve tanımamış olan birinin fantezileridir.
Nitekim 1908’de Prens Sabahattin Türkiye’ye döndü, 1913’e kadar aktif olarak siyasi yaşam içindeydi. Parti kurmaya kalkıştı, daha doğrusu dostları ve takipçileri parti kurmaya çalıştılar, hiçbir sonuç alamadılar. Gerçekçi olmadığı kolayca anlaşıldı. Öyle fikirler bazında bu memlekette bir halt olmayacağı, örgüt sahibi olanın ve askeriyede gücü olanın kazanacağı çok kısa zamanda ortaya çıktı.
Tekrar edeyim, yalnızca Türk tarafı değildir. Osmanlı topraklarında 1908 devrimini yaşayan, İkinci Meşrutiyet koşullarında örgütlenen, ve Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda ayrı ayrı ülkelere düşen kişilerin hepsi aynı potanın bir parçasıdır. İttihat ve Terakki Türkler nazarında neyse bunun eşdeğeri Rumlar tarafında da vardır, Ermeniler tarafında da vardır, Bulgarlar tarafında da vardır. Aynı siyasi tartışmalar, aynı fikir akımları, aynı siyaset yapma uslubu, aynı tür kitaplar, propaganda broşürleri ve siyasi yapılanmalar mevcuttur bu ulusların her birinde. Liberallere hayat hakkı tanınmamıştır. Prens Sabahattin’in de şansı maalesef yoktu o tarihte. Baştan da belliydi böyle olduğu.