Prado Müzesinde neler görülür
Pazar Sohbeti
29 Mayıs 2022
0:00
0:00

metin

Gezi notları.
Madrid’de sadece Prado Müzesine gittim, orada altı yedi saatimi geçirdim. Madrid’e en son bundan 46 yıl önce, 1976 Ocağında uğramıştım. Uçak aktarması için vaktim vardı, gene doğruca Prado’ya gidip birkaç saatimi orada geçirmiştim. Can çıkar huy çıkmaz diyelim. 46 yıl geçmiş aradan, önceliklerim değişmemiş.
Geçen seferden aklımda El Greco’lar ve Bosch’lar kalmış. El Greco olağanüstü bir ressam. Tüm zamanların, tüm Avrupa resim tarihinin bence zirvesi El Greco. Müthiş bir cesareti ve ifade gücü olan birisi. Bu sefer farkına vardığım ressam Velásquez oldu. Yirmi parçadan fazla Velásquez var Prado sergisinde. Cüretine, zihninin berraklığına, kudretine hayran oldum.
Bu müzelerin her birine gidişinde bir tokat gibi çarpan soruyla yeniden yüzleştim. Yüzlerce yıl boyunca sanatın zirvelerinde gezinen bu kıta, 20. yüzyıl başında, 1913 ile 1918 arasındaki bir tarihte, nasıl olmuş da manevi anlamda tamamen çökmüş ve o tarihten sonra bir daha güzel sayılabilecek hiçbir şey üretmemiş. Bu sanıyorum tarihin en dehşet verici muammalarından biri. Nasıl oluyor da 1200’lerden başlayarak gitgide tırmanan, gitgide olağanüstü zirvelere ulaşan bir sanat geleneğine sahip bir kıta — resim alanında olsun, mimarlık alanında olsun, müzik alanında olsun, şiir alanında olsun, insanlığa bir havai fişek gösterisi sunan bir kıta, bıçakla kesilir gibi durmuş. Birinci Dünya Savaşı gibi görünüyor dönüm noktası. Ama daha dikkatli bakınca asıl kopuş savaştan hemen önce, daha ziyade 1913 gibi. Birdenbire sanki kozmik bir ışın gelmiş ve Avrupa kıtasından estetik duygusu, güzellik duygusu, sanat yoluyla insanlığı ve toplumu yüceltme, toplumun düzenini yüceltme arzusu sönüvermiş. Bitmiş. Küt diye gitmiş birden bire.
Bir daha da geri gelmedi. Gitgide bir hızlanan bir girdap halinde gitgide aşağıya doğru gidiyor bu kıta. Louvre gibi, Prado gibi yahut Londra’daki National Gallery gibi yerlere gittiğin zaman bunu inkar edilemeyecek bir çarpıcılıkla görüyorsun. Acı verici bir şekilde, yumruk yemiş gibi hissediyorsun.
1918’den 1940’lara dek sermayeden yer Avrupa. Picasso ve Braque olsun, müzikte Stravinski yahut Alban Berg olsun, mimaride Art Deco veya Bauhaus olsun, pusulasını kaybetmiş bir sanatın temsilcileridir. Fakat ellerinde yüzyılların estetik birikimi vardır. Her şeye rağmen, ölen bir yıldızın son pırıltıları hissedilir eserlerinde. 1945 sonrası tamamiyle çöl.