Popülizmden nasıl kurtuluruz
Pazar Sohbeti
26 Temmuz 2020
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Sizce popülist hükümetlerin devrinin geçeceği günleri görmeyecek miyiz yakın zamanda? Görürsek nasıl iktidarlarla karşılaşacağız?
Covid konusunda son zamanlarda başka konularda olduğu gibi net ve son derece kuvvetli bir sınıfsal ayrışmanın ortaya çıktığını görüyoruz. Bu yeni bir sınıfsal ayrışma. Kapitalistlerle, işçi sınıfıyla alakası yok. Şu anda dünyanın en temel sosyal gerçeği, kanser gibi büyüyen bürokratik yapılardır. Özel ve kamusal bürokrasiler arasında sosyolojik açıdan bir ayrım yapmaya gerek yok, ikisi aynı sınıfın ve aynı ideolojinin temsilcileridir. Yüksek eğitim adı verilen bürokratik eğitimi almış insanların tamamına yakını bu yapılar tarafından istihdam ediliyor.
Covid konusunda net bir fikir ayrışması doğduğunu görüyorsunuz. Bir yanda diplomalılar var. Diplomalıların neredeyse tamamı, dünyanın her yerinde, Covid konusunda devletlerin aldığı tedbirleri destekleyici bir tavır içindeler. Bu tedbirlerin mahiyeti bellidir. Bireysel özgürlüğün dayanağı olan tüm hukuki ve kurumsal güvenceleri ortadan kaldırmaya kararlılar. Yalnız iki yüz yıllık insan hakları öğretisini değil, ondan çok daha eski olan aile, din, cemaat, klan gibi savunma hatlarını kırmaya kararlılar. Yanısıra, büyük bürokratik yapılar dışında kalan tüm ekonomik işletmeleri çökertmek için dünya çapında bir saldırı başlattılar. Tarihte benzerine az rastlanan bir sınıf savaşıdır bu. İki üç kuşaktan beri gitgide büyüyen iktidarlarını pekiştirmek için dünya çapında bir cihat başlattılar. Yahut Haçlı Seferi diyelim: bir ideolojik, askeri, ekonomik seferberlik.
Diplomalı sınıf bu mücadeleyi canla başla destekliyor. Covid mi? Iıyy, insanlık tarihinin en korkunç hastalığı! Bu konuda alınacak her tedbir azdır. Evlere kapanmalıyız. Hükümetlerin verdiği tüm kararlara sonsuza kadar uymalıyız, aksi takdirde katil oluruz. Hastalığın yayılmasına hizmet eden herkes katildir, onlara müsamaha gösterilmemelidir. Hakim anlatının özeti bu. Dünyanın her yerinde, diplomalı sınıfların adeta dini bir şevk ile savunduğu bakış açısı bu. Kendini karar vericilerden sayan, ya da karar vericilere kalben yakın hisseden herkes bu coşkuyu paylaşıyor. Salgının ayak takımı yüzünden yayıldığına inanıyor. Onlara karşı ahlaki bir öfke duyuyor: Cahiller! Dindarlar! Pisler! Çinliler, Asyalılar, Zenciler!
Tüm dini fanatizmler gibi bu fanatizmin de rasyonel temeli zayıf veya hiç yok. Aldıkları tedbirlerin hastalığın yayılmasına ilişkin herhangi bir sonucu olacağına dair bir belirti yok. Ampirik bir kanıt yok. Dünyanın tamamını eve kapatmadığınız sürece bu salgın bir yerlerden devam edecek. Norveç’te kontrol altına alsanız dahi, Nijerya’da patlak verecek. İlk dalgayı atlatanlar ikinci dalgaya tutulacaklar. Herhangi bir ülkede sayıların baskı altına alınması, o ülkenin hastalıkla mücadeleyi başardığını göstermez. Sadece krizi ertelediğini gösterir.‡‡
Öbür tarafta, diplomasız sınıflarda Covid bahanesiyle alınan tedbirlere karşı dehşetli bir öfke kabarması görüyoruz. Bu sınıflara geleneksel mavi yakalı işçi sınıfının neredeyse tamamı dahildir. Küçük girişimci ve işletmecilerin, lokantacıların, oto tamircilerinin, imalatçıların, tekstil sanayicilerinin, taksi şoförlerinin pek çoğu dahildir. Alt üzey memurlar, polisler ve genellikle etnik azınlıklar dahildir. Dünya çapında ise egemen Batı ittifakının dışındaki devletlerin çoğunun halkı dahildir. Bunların hepsi Covid bahanesiyle devletlerin aldığı tedbirlerin saçmalık olduğu kanısında birleşiyorlar. İki toplumsal sınıf arasında radikal bir görüş ayrılığı ortaya çıktı.
Bu sınıfsal ayrım Covid konusunda kristalize oldu, fakat aslında başka pek çok konuda da kendini gösteriyor. İkinci gruba isterseniz emeğiyle geçinen kesim diyelim, yahut diplomasızlar diyelim. Sayısal üstünlük hala onlara aittir. Kanser gibi büyüyen bürokratik sınıfa rağmen oy çokluğu hala onlarındır. Dünya çapında da açık farkla insanlığın kahir ekseriyeti onlar cephesindedir.
Popülizm dediğiniz şey işte o sınıfların mevcut devlet yapılarına hakim olan uluslararası kapital, medya ve akademi ittifakına karşı öfkesinin dışa vurumudur. Yahut da, daha karamsar bir ifadeyle, onların öfkesinden yararlanmaya çalışan birtakım siyaset cambazlarıdır, ki sonuçta bu iki bakış açısı aynı kapıya çıkar. Yani ha birtakım cambazlar kitlelerin öfkesini kanalize etmiş, ha kitleler kendi öfkesini dile getirmiş, aynı şey.
Dünyanın birçok ülkesinde gitgide kontrolden çıkan gösteriler ve ayaklanmalar görüyoruz. İsrail’de, Bulgaristan’da, Latin Amerika ülkelerinde insanların öfkesi burnunda. Bunun sonucu ne olur? Modern polis ateş açar kalabalıkların üstüne. Açıyor ve daha fazla açacak. Dünyanın her yerinde ayaklanan kalabalıklara polisin ateş açtığını, on kişinin, yüz kişinin, bin kişinin öldüğünü duyacağız. Hükümetler ayaklanmaları bastırmak için kararlı çabalara girecekler. Demokrasi filan hikaye olacak kısa zamanda.
Fakat şunu da görmek lazım: Kitlesel onay ritüeline dayalı rejimler korunduğu sürece, bu tür ayaklanmalar bastırılsa dahi, hükümetler o ayaklanmaları doğuran taleplere kulak vermek zorundadır. Diplomalı danışmanlarından ziyade halk kalabalıklarının sesine kulak vereceklerdir. Çünkü oy çoğunluğu o taraftadır. Bunun da sonu popülist diktatörlükler olacaktır. 20. yüzyılda İtalya’da Faşizm Almanya’da Nazizm böyle geldi iktidara. Benzeri gelişmelere hazırlıklı olmak gerekir diye düşünüyorum.