Pınar Gültekin niçin öldürüldü
Pazar Sohbeti
3 Temmuz 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Bu hafta karıştığım diğer kavgalı vukuat ise Pınar Gültekin davası meselesi. Biliyorsunuz Pınar Gültekin güzel yüzlü genç bir kadın. Bundan iki yıl kadar önce Muğla’da bir cinayete kurban gitti. Doğal olarak herkes gibi ben de üzüldüm. Fotoğrafına bakıyorsun, güzel gülen bir genç kadın, ne hayvan adammış, Allah belasını versin duygusunu yaşıyorsun.
Aradan zaman geçiyor. Kadın cinayetleri, kadın hakları, feminizm falan filan tayfasının yaygarasına tanık oldukça irite oluyorsun. Bunlar bu kadar bağırdığına göre bu işte mutlaka bir şeyler yanlıştır duygusunu yaşıyorsun fakat önemsemiyorsun. Derken bir tesadüfle mahkeme dosyası önüne düşüyor. Baştan sona okuma fırsatı buluyorsun. Ve olay bambaşka bir mecraya dökülüyor.
Hikaye şu: Pınar Hanım Muğla’da Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde öğrenci. Hareketli yaşamı ve para harcamayı sevdiği anlaşılıyor. Çocuğun adı Cemal. Cemal, babasının oto sanayideki tamirci dükkanında çırak olarak yetişmiş. Sonra muhtemelen babasından bir miktar nefes alabilmek için bir arkadaşıyla birlikte Muğla’da bir küçük bar veya birahane açmış. Evlenmiş, bir küçük kızı olmuş. Barın sermayesini galiba karısının babasından almış, ya da ona borçlanmış, tam anlaşılmıyor. Pınar’la barda tanışmışlar. Aralarında kısa süren bir ilişki olmuş. Anlaşılan Pınar bir miktar para talep etmiş bu ilişki karşılığında. Cemal de vermiş. Bir yıla yakın kızın kirasını ve diğer birtakım masraflarını karşılamış. Ayda beş yüz lira, bin lira, yedi yüz lira, sekiz yüz lira. Covid başlayınca, kusura bakma batmak üzereyiz, barımız işlemiyor, başka para veremem demiş. Bunun üzerine kız demiş ki o zaman ben de bu ilişkiyi karına anlatırım. Cemal belli ki bir süre direnmiş, bunun üzerine kız mesela bir günde doksan defa telefon etmek ve mesaj yollamak suretiyle oğlana illallah dedirtmiş. Bunu izleyen üç ayda taşralı küçük bir esnaf için çok ciddi olacak rakamlarda şantaj parası ödemiş Cemal. Kendi ifadesine göre uzunca bir süreden beri aralarında ilişki yokmuş, sevgi mevgi de yok. Şantaja boyun eğiyor sadece. Belki kızını kaybetmekten korkuyor. Belki kayınpedere borcu da bir faktör.
Sonuçta kızı öldürüyor. Öldürmek cinayettir. Savunmasında abuk subuk şeyler söylemiş, beni tehdit ettiler, işkence ile korkuttular filan demiş. Fakat mahkeme bu sözlere itibar etmemiş. Çünkü öfke veya korkuyla birden karar verip öldürmenin cezası başka, tasarlayarak soğukkanlılıkla öldürmenin cezası başka. Bütün detaylar gösteriyor ki birkaç gün öncesinden olayı düşünmüş, tasarlamış, planlı bir şekilde kızı çiftlik evine götürmüş, orada boğarak öldürmüş. Öldürdükten sonra ben şimdi ne yapacağım paniğine kapılmış. Cesedi nasıl ortadan kaldıracağım? Ondan sonrası tam bir acemilik, bir geri zekalılık zinciri. Cesedi yakmaya çalışmış. Yakamayınca bu sefer varil içine koyup üstüne kalekim dökmeyi akıl etmiş. İş absürt bir komediye dönüşmüş.
Mahkeme doğal olarak tasarlayarak öldürmeye hükmetmiş.Tasarlayarak öldürmenin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapistir Türk ceza hukukunda. İdamdan beter bir cezadır. Lakin işlediğin suç ne olursa olsun, en feci suç bile olsa, eğer haksız tahrik varsa mahkeme indirime hükmetmek zorundadır. Mecburdur yani, hepimiz çok kızdık bu herife, indirim yapmıyorum deme yetkisi yok yargıcın. Haksız tahrik indirimi ağırlaştırılmış müebbet hapiste 18 ila 24 yıl hapistir. Mahkeme bunun üst sınırına yakın olan 23 yıla hükmetmiş.
Kızın avukatları işkenceyle ve canavarca bir hisle öldürmüştür, ağırlaştırıcı sebeptir diye ısrar ediyorlar. Çünkü yakarak öldürmüş. Mahkeme raporlara bakıyor. Birbiriyle çelişen üç rapor var, fakat sonuçta mahkeme heyeti bir acı çektirme yahut işkenceyle öldürme amacı güdülmediğine hükmediyor. Çünkü kız çiftlik evine girer girmez öldürülmüş. Uzatıp acı çektirmek gibi bir amaç yok. Yakarak öldürmüyor. Yakarak öldürse eziyetle öldürme faslına girer. Öldürdükten ve öldüğüne kanaat getirdikten sonra cesedi yakmaya çalışıyor. Bunun da kayda değer bir cezası yok. Sonuç doğurmuyor hukuki açıdan. Çünkü kızı yakmamış, cesedini yakmış.
İki senedir bu dava konusunda yapılan yaygaranın, propagandanın, yaydırılan yalan dolanın haddi hesabı yok. Kadınlarımız öldürülüyor! Kahrolsun erkek şiddeti! Mahkeme haksız tahrik indirimi verince millet cahil olduğundan zannediyor ki, hani kız açık saçık giyindi, cilve yaptı, oğlan da tahrik oldu, bunu öldürdü. Oysa yok böyle bir şey. Haksız tahrik demek bir suçun doğurduğu öfke ve üzüntüyle başka bir suç işlenmiş demek. Bir taraf şantaj suçunu istiyor. Öbürünün de gözü dönüp bunu öldürüyor. Bütün ifadelere göre oğlan yumuşak başlı, sessiz sakin bir tip. Karısının kulağına gidecek bu hadise diye ödü kopuyor.
Olaydan benim anladığım bu. Gerek Pınar’ın ailesinin avukatlarının gerek ‘feminist’ adını alan cadılar çetesinin yaptığı yaygaranın kamuoyunu kandırmaya yönelik olduğu apaçık ortada. Birtakım insanlar davalarının haklılığına o kadar inanmışlar ki açıkça yalan konuşmayı bir erdem sayıyorlar. Davamız mevzubahisse hakikat teferruattır ekolünden geliyorlar çünkü.
Mahkeme kararını baştan sona okudum. Çok şaşırdığımı itiraf edeyim. Çünkü 130 sayfalık karar, berrak bir mantıkla, tutarlı, düzgün Türkçe ile, yazım ve ifade hataları olmaksızın akıllı biri veya birileri tarafından yazılmış bir karar. Tartışacak noktalar yok mudur içinde? Mutlaka vardır. Fakat aklı başında, vicdanlı, hukuktan haberdar, insanlıktan haberdar, kamuoyunun eğilimlerinden haberdar bir mahkeme heyetinin verebileceği en makul kararı vermişler. Özellikle sonunda söyledikleri şu cümleler bana önemli geldi. Avukatların “yargısal meseleyi medyatik zemine çekme ve görevli hakimlerle çatışma niyet ve stratejisinden başka bir amaca hizmet etmeyen, temelsiz ve içi boş açıklamalarda bulunmaktan” kaçınmaları gerektiğine hükmetmiş mahkeme. “Hukukçu olmayan kişileri veya dosyaya ilişkin herhangi bir bilgisi bulunmayan kişileri etkileyerek, dosyayı hukuki zeminden çıkartarak tamamen medyatik zemine çekme amacına matuf olduğu ve hakimin reddi talepleri yapılırken hukuki herhangi bir amaç güdülmediği” kanaatini belirtmiş ki bu kanaate de katılmamak mümkün değil.
Kamuoyunda bu davaya dair büyük bir yaygara var. Sosyal medyada inanılmaz sayıda paylaşım yapılmış. İnsanlar küfretmek için yarışa girmişler. Gerek katil olan çocuğa gerekse hakimlere küfrediliyor; Türkiye’de hukuk yok, nasıl tahrik indirimi verir minvalinde millet avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Çocuk 23 yıl hapse mahkum oldu, 14,5 yıl kapalı cezaevinde yatacak. Hak etti tabii. Fakat bunun ne anlama geldiği konusunda en ufak bir fikri yok bu bağıran insanların. Hayatı kaydı. 14 sene yattıktan sonra oradan bir daha normal bir insan olarak çıkmayacak. Evini, kızını ve işini kaybetti. Bitti.
Kendini savunmaktan aciz, yani söz hakkı bulunmayan bir insana hep beraber bir ağızdan havlayarak saldıran ve daha kötü olsun, beter olsun, ölsün, sonsuza kadar hapisten çıkmasın diye haykıran insanların, sırf kötülük yapmak amacıyla kötülüğü arzuladıklarını düşünüyorum. Hayatlarında ciddi bir sıkıntı çekmemiş tuzu kuru insanlardır bunlar. Düşen birini gördüler. Hep beraber onu tekmelemenin orgazmını yaşıyorlar.
Salt kötülük amacıyla kötülüğü savunan kişilerin, mesela korktuğu için yahut öfkelendiği için yahut intikam amacıyla cinayet işleyen insanlardan daha ahlaksız olduğu kanısındayım. Sebepsiz kötülük çünkü. Saf ve katıksız kötülük. Mazereti yok. Çocuk ölünceye kadar zindana atılsın diye haykırmakta bir menfaatleri yok, gerçek bir duygusal gerekçeleri de yok. Sadece kötülüğü çağırmanın coşkusuyla hareket ediyorlar.
Bir kerelik bir görüşüm değil bu, 65 seneden süzülerek gelen bir ahlaki yargı. Bunu da ifade etmiş olayım.