Peygamberliğin püf noktaları nelerdir
Pazar Sohbeti
20 Eylül 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Biri karşınıza gelse ve ben peygamberim dese ona soracağınız ilk sorular ne olurdu?
Peygamber olma iddiasında olan kişiler bireysel propagandaya girişmezler, bireysel propagandada hiçbir şansları yoktur. Biri bana gelip de bire bir, “Selam Sevan Bey, ben peygamberim haberin olsun,” dediği anda maçı kaybetti demektir. Kime giderse gitsin, hiçbir kişiyi bireysel bir temas içinde peygamberliğine inandıramaz.
Mizansen lazım peygamber olabilmen için. Arkandan ışıklar yanması lazım. Oturduğun koltuğun peygamber koltuğu olması lazım. Yürüyüş tarzının peygamber yürüyüşü olması lazım. Etrafında havarilerin olması lazım. Soru soracak vatandaşın sana değil, havarilerine sorması lazım. O zaman peygamber olabilirsin. Hatta sanırım bunlar da yetmez. Gerçekten peygamber olmak için önce bir kere ölmen lazım. Etten kemikten bir insan olmaktan çıkıp bir öykü, bir efsane olman lazım. Peygamberler bu bildiğimiz pespaye dünyada yaşamaz. Öykülerde yaşar. Anlattıkça peygamberleşirler.
Tüm insanlar sıradan insanlardır. İnsanlarla bire bir temasta, normal insan psikolojisinin gerektirdiği ilişki tarzları içine girersin. Onun da olsa olsa senden biraz daha değerli biri olduğuna inanırsın. Zaaflarını da bilirsin. Son tahlilde zayıf bir insan olarak temasa girersin temasa girdiğin her kişiyle. Bir yumruk çaksan devrileceğini bilirsin. Temasa giremediğin kişilerdir insanüstü güce sahip olanlar. Temasa girmen söz konusu bile değilse, arada perdeler varsa, o perdelerin arkasından bir an için yüzü nurani bir şekilde görünüp kayboluyorsa, o zaman belki peygamber olabilir. Hakkında öyküler anlatmaya başlar insanlar. O öyküler sıradan insan realitesinin önüne geçer, ayrı bir gerçeklik düzlemi oluşturur. Sıradan insanların zaaflarıyla malul olmayan bir kahraman şekillenir. O zaman insanlar inanma imkanını bulurlar. Başka bir şey olmazsa bile en azından televizyon ekranı olması lazım arada. Bir perdenin arkasından konuşmak lazım. Ve peygambere soru soramamaları lazım. Soru soracaklarsa havarilerine soracaklar. O zaman belki peygamber olabilirsin.
Yoksa biri bana gelip peygamber oldum dese “ya arkadaş boş ver bu saçmalıkları, gel konuşalım, nedir derdin” diye sorardım. Akıllı birisi ise ve insanların zayıf noktalarına iyi hitap etmeyi başarıyorsa saygı duyar, ilginç bulurdum. Birkaç hafta önce Osho’dan söz ettik, hani Wild Wild Country belgeseline konu olan, Oregon eyaletinde dillere destan bir peygamberkent kuran Hintli ahir zaman peygamberi. Cazip geliyor adamın yaptığı şeyler bana. İnsanları etkisi altına alma, insanlar üzerinde güç sahibi olma ve en azından kısa bir süre için insanları mutlu etme, manen sarhoş etme yeteneği burada söz konusu olan.
Sonuçta insan hayatı bombok bir şey, boş bir şey. İnsanlara bunu bir süre için unutturmak, insanlara “boş değil senin hayatın, senin hayatın çok büyük bir kozmik planın bir parçası, buna layık olmalısın, bunun gereklerini yapmalısın” mesajını götürmek etkileyici bir şey. İyi de bir şey sanırım.
Fakat her sarhoşluğun bir uyanışı vardır. Esas o kısımdır işin zor tarafı. Yoksa insanı bir süre için sarhoş etmek, bir süre için aklını uyuşturmak ve duygularını coşturmak insanlara yapılmış bir iyiliktir. Yarın uyanmaya yüz tuttuklarınıda, komadan kendilerine geldiklerinde ne yapacaksın?
Uyanmaya başladıklarında elinde sadece iki tane seçenek vardır. Birinci seçenek uyanmaya başladıklarında çekip gitmektir. Kaçarsın. Uyanırlar. Allah kahretsin diyip seni arkandan lanetlerler, yakalarlarsa öldürürler. Yahut kendi sıradan hayatlarına geri dönerler. Yahut intihar ederler. Yahut ne bileyim, delirirler. Bir sürü kötü şey olur yani.
İkinci seçenek: Uyanmaya başladıklarında örgüt kurarsın. Örgütlersin. Bireysel coşku sunduğun insanları bir süre sonra ikinci kademeye davet edersin. Arkadaşlar sizin bireysel coşkunuz çok önemli değil dersin, önemli olan bu coşkuyu koruyacak olan teşkilattır. Arkadaşlar zekat ödemeniz lazım. Kafire karşı savaşta görev almanız lazım. Kilisemizin yahut cemaatimizin kurallarına uymanız lazım. Ayrıntılı bir yönetmelik hazırlayacağız, bir süre sonra sekreterimden alabilirsiniz, dersin. Doğru yoldan sapanları cezalandırmaya başlarsın. Farklı düşünenleri dışlayıp aforoz etmeyi veya müşrik ilan etmeyi öğrenirsin. Teşkilat böyle oluşur. İnsanları sarhoş ederek elde ettiğin enerjiyi kalıcı kurumsal bir güce dönüştürürsün. Bu da ikinci seçenektir.
Bırakırsan uyanırlar. Çok kötü olurlar. Uyuşturucudan sonraki uyanma gibidir, Allah göstermesin. Peygamberliğin işte böyle bir dilemması yani ikilemi var. Osho birinci yolu seçti. Daha doğrusu Amerikan devleti o yolu seçtirdi. Gittiler dava üstüne dava açtılar, ezeriz seni dediler, teşkilatını dağıttılar. Bu da eyvallah ağam, siz daha güçlüymüşsünüz dedi, kalktı Hindistan’a geri döndü. Bok gibi yüzüstü bıraktı müritlerini. Büyük sorumsuzluk, büyük insani zaaf gösterdi.
Diğer yöntem, ee, kimin diyelim ki fincancı katırları ürkmesin? Fransisken tarikatinin kurucusu Aziz Françesko’nun yöntemi. İsa’nın havarisi Aziz Pavlos’un yöntemi. Gautama Buddha’nın talebelerinin yöntemi. Hasan Sabbah’ın yöntemi. Nakşibendi tarikini ihya eden Şeyh Halid-i Bağdadi’nin yöntemi. Teşkilat kur. Kurucu Hazretin öyküsünü peygamberlik perdesine yansıt. Teşkilatın çıkarlarını, kanunlarını, gelir ve giderlerini, mülk ve vakıflarını, savunmasını ve silahlanmasını, faaliyetinin ana ekseni haline getir. İşin manevi boyutu hızla eriyip gider belki, ama hiç olmazsa sağlam bir ekonomik, sosyal, siyasi iktidar yapılanması kurmuş olursun. Müritlerinle beraber şu fani dünyada yuvarlanıp gidersin. Fena mı?