Osmanlı’da Müslim ile gayrimüslimin dengesi nasıldı
Pazar Sohbeti
21 Kasım 2021
0:00
0:00

metin

Tanzimat öncesinde sokakta karşılaşan bir gariban, alt tabaka Müslüman ile mal-mülk sahibi yukarı tabakadan bir Hristiyan arasındaki hiyerarşik ilişki neydi?
Tanzimat öncesinde o dediğin Hristiyan’ın gücü ve itibarı, mensup olduğu ağa veya paşaya tabiydi. Kudreti eğer varsa, arkasında bir Müslüman muktedir olduğu için vardı. Dolayısıyla sokakta karşılaştığı gariban Müslümanın ona göstereceği saygı veya saygısızlık, hami olan muktedire gösterilen saygı veya saygısızlıktı. Ona göre değerlendirilirdi. Geleneksel İslam hukuku altında gayrimüslim zimminin kendi nam ve hesabına toplumsal kudret sergilemesi olağan şey değildi. Zengin ve şaşaalı Hristiyanlar vardı elbette, ama Müslümanla kurmuş oldukları ittifaklar sayesinde vardı. Hamisi paşa olabilir, devletin temsilcileri olabilir, bizzat padişah olabilir, ya da doğuda olduğu gibi yerel bey veya aşiret olabilir. Bundan dolayı da, nispi güç ve servete kavuşan gayrimüslimler kaçınılmaz olarak bir süre sonra hamilerinin peşisıra Müslüman olmuş, Türkleşmiş veya Kürtleşmiştir.
16. yüzyıla geri gittiğinde Müslüman tabaka egemen sınıftır, üst sınıftır, daha zengin sınıftır. Hristiyanlar fakir ve eziktir, reayadır. 18. yüzyıla geldiğinde biraz daha dengeli bir yapılanma görüyoruz. Zira servet kaynakları büyük ölçüde kurumuştur, iki taraf aşağı yukarı eşit derecede fakirdir. Birbiriyle karışmamaya özen gösterirler. Taraflardan biri öbürüne dokunduğunda veya rahatsız ettiğinde mahalle kavgası çıkar. Türk’ün biri Ermeniyi aşağıladığında ya da dövdüğünde, ertesi gün, 300 tane Ermeni genci gider, onların mahallesini basar. Ve tersi. Karşılıklı bir dengeye oturmuştur toplum. Bu denge Tanzimattan sonra bozulur. Hani o malum klişe var ya, gayrimüslimler zengindi, Müslimler ise boynu bükük zavallı insanlardı, 19. yüzyıl sonunun, 20. yüzyıl başının bir karikatürüdür.
İslam hukuku çerçevesinde tartışılmaz bir şekilde Müslümanlar üstündü. Emretme yetkisine sahipti. Hakaret etme özgürlüğüne sahipti. Gayrimüslimin mesela ata binmesi yasaktı. Elbette biliyorsunuz, şarkta her kuralın mutlaka bir istisnası vardır. O istisna sonsuza kadar istismar edilir ve büyütülür. Delik bulunur, o delik büyütülür. Gayrimüslimlerin ata binmesi yasak olsa dahi bunun formülleri vardır, istisnaları vardır, muafiyetleri vardır, ıvırı vardır, zıvırı vardır. Bir şekilde onlar da ata biner. Ama kanun belli, kanuna göre ata binmesi yasak. O yüzden ata binmiş bir şekilde kavgalı olduğu bir Türk ile karşılaşsa, Türk de buna dese ki in ulan gavur, hemen kadıyı çağırın falan, zor durumda kalır. Karşılıklı birbirlerini dövmeleri gerektirir, kavga çıkar, cemaatler karışır işin içine. Papaz efendiyle imam efendi buluşurlar, olayı tatlıya bağlarlar.
Size tavsiye ettim, Drina Köprüsü’nü okuyun. Orada Bosna’nın küçük bir kasabasında Müslümanlarla Sırplar arasındaki sosyal ilişkilerin inceliklerini çok güzel anlatan bir roman. (‘Türk’ olarak geçiyor romanda. Bugün Boşnak diyoruz onlara ama o zamanlar isimleri Türk’tü.) Birbirlerine fazla dokunmuyorlar. Herhangi bir nedenle bazı Türk şahıslar konumlarını istismar etmek isterlerse yahut da bir aşağılama veya kötülük yapmaya hatta soygunculuk yapmaya kalkarlarsa gayrimüslimler bir refleks geliştirmişler zaman içinde. Evet paşam, haklısın paşam, tabii paşam, ne yapalım paşam, boynumuz kıldan ince paşam diyorlar. Sonra yerel gücün istismarına karşı devlete sarılıyorlar. Devletin yardımını ve şefaatini ve himmetini talep ediyorlar. Bu çok enteresan bir detaydır, çünkü gayrimüslimler her zaman devleti, merkezi hükümeti, kendi müttefikleri ve güvenceleri olarak görmüşler.
Klasik hikaye şöyle: Yerel yeniçeri ağası yahut da bölgede güçlü olan arazi sahibi Rüştü Bey, gayrimüslimlere zulmetmeye girişir. Ekstradan haraç talep eder. Yahut onların köprü bakıcılığı yapmasına izin vermez yahut onların vakfının kasasına el koyar yahut da kızlarından üç tanesini kaçırır vesaire. Gayrimüslimler Vali Paşadan yardımın isterler. Rüştü Bey bizi burada mahvediyor, yandık bittik bizi kurtar diye. Vali Paşa önce bakar, bu Ermeniler yahut Sırplar ne kadar rüşvet veriyor. Rüştü Beyden ne koparabilir, hangisi daha uygunsa ona göre bir çözüm üretir. 18. yüzyılın ortalarından sonra görülüyor Osmanlı Devleti’nin artık adaleti sağlayacak, dengeyi sağlayacak, gücü yok. Osmanlı Devleti bir bunak, yaşlı adama dönmüş. Her savaşta yeniliyor. Bunun üzerine gayrimüslimler ayaklanırlar. Rüştü Bey ile Vali Paşanın kellesini keserler. Çiftliğini yakarlar. Vergi vermiyoruz kardeşim demeye başlarlar. Bunun üzerine Osmanlı oraya bir ordu gönderir. Yarısını kılıçtan geçirir. Hepsini ezer, yok eder. Köylerini yakar, mahveder. Kazığa oturtur. Çünkü isyan etmişlerdir. Bunun üzerine bir süre sinerler, sonra komşu devletlerin, Avrupalıların, Macaristan’ın, Avusturya’nın, Rusya’nın yardımını isterler. Abi gel bizi kurtar, gözünüzü seveyim biz ne yapacağız burada diye. Rusya girer, yahut da Avusturya girer, Osmanlı ordularına bir tokat atar, bütün Türkleri oradan kovar. Kendi düzenini kurar, kendisi o köylüleri sömürmeye başlar.
Kalıp budur, tekrar, tekrar iki üç yüz yıl boyunca bu kalıp tekrar etmiş. Budapeşte’den başlamış süreç, Ayastefanos’a kadar, yani Yeşilköy’e kadar dayanmış. Doğuda aynı şekilde Ahıska’dan, Bayazıt’tan başlamış, adım adım geri çekilmiş. Osmanlı devletinin ekonomik ve askeri yönden zayıflaması ile birlikte hassas bir toplumsal denge altüst olmuş.
Bu toplumsal denge kağıt üzerinde Müslümanların mutlak hakimiyetine dayanıyor, fakat birtakım ad-hoc çözümlerle, yani idare-i maslahat niteliğinde çözümlerle bir dengeye ulaşmış, az çok yaşanabilir bir düzen kurmuş. Devlet, bunu garantileme işlevini yerine getirememeye başladığında denge bozulmuş. Bir tarafa kağıt üzerinde yetki vermişsin, silah vermişsin, at vermişsin, artı devletin ideolojik desteğini vermişsin. Asker onların elinde, yasa onların elinde, mahkeme onların elinde. Ne yapar insanlar eğer yasal sistem içinde cezalandırılma korkusu yoksa? Gücü kullanır. İnsanoğlu puşttur. Elinde silah varsa daha puşttur. Elinde silah olan, silahı olmayanı sömürür. Silahı olmayanın da elleri armut toplamadığı için, ya isyan eder, ya bir yerden silah tedarik eder, ya da yabancı devletlerin yardımını ister. Onların da canına minnet, tabii ki müdahale ederler. Osmanlı böylece zayıf olduğu için daha zayıflar. Daha zayıfladığı için daha daha zayıflar. Adım, adım, geriye gider.