Osmanlı tarihi, özet
Blog
22 Kasım 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Osmanlı feodal miydi?
Feodal demek “bir üste itaat şartıyla bir hanedana yerel yönetim yetkisi vermek” demektir. Açın sözlüğü bakın. Temel özelliği güçlü yetkilerle donatılmış, zırt pırt görevden alamayacağın yerel bey, ağa, şef, uçbeyi, derebeyi, dük ve kontların bolluğudur. Osmanlı, en azından güçlü olduğu devirlerde, bu sistemin tam zıddıydı. Osmanlı sisteminin anafikri feodalizme fırsat vermemek, görüldüğü yerde başını ezmekti. Osmanlıdan önceki devirde Anadolu ve Rumeli’de bir çeşit feodalizm vardı. Osmanlı devleti 18. yy’da yatalak olduğunda da, hukuki bir zemine bir türlü oturamasa da, Osmanlı topraklarında şiddetli feodalizm eğilimleri belirdi. Fazla güçlenemeden hakkından geldiler.
Anadolu ve Ortadoğu’da yerel bey, ağa, şef, emir ve uçbeylerinin cirit attığı 13.-15. yy aralığı muazzam bir kalkınma ve kültürel çiçeklenme çağıdır. Yüzlerce kasaba ve şehir o dönemde kurulmuş ve bugüne dek ayakta duran umran ve sanat eserleriyle donatılmıştır. Beylerin gene palazlandığı 18. yy gerçi ekonomik açıdan bir çöküş çağıdır, ama taşra halkının özgürlüğü ve mutluluğu açısından, Osmanlı’nın şaşaa döneminden daha mı iyidir, daha mı kötüdür, araştırmak lazım.
Osmanlı ümmet toplumu muydu?
Ümmet ne demektir bilen var mı? “Dini yasaklara uymayanlara değnek vururlardı” dışında bir anlamını söyleyebilene rastladınız mı? Ben rastlamadım.
Arapça sözcük umm (“ana”) kökünden gelir, “ortak kökten gelenler” anlamında frenkçe nation kelimesinin bire bir karşılığıdır. Lakin İslam kültüründe ‘islam ümmeti’ kavramı ek bir anlam kazanmış, Yunanca oikoumênê eşdeğeri olarak kullanılmıştır. Yani “ortak ve evrensel medeniyet normlarına uyan alemin tümü, medeni dünya”. Batıdaki eşdeğeri önceleri Christendom (“Hıristiyan alemi”) idi, 18. yy’dan itibaren civilisation (“medenî dünya”) oldu, daha sonra ‘Batı dünyası’ diye adlandırıldı. Şimdi artık bir adı yok, söylemesi dahi ayıp sayılıyor.
Osmanlı ‘ümmet toplumu’ olmaktan çıkıp millet toplumu olunca ne oldu? Bir kere — köhnemiş ve çağa ayak uyduramayarak yenilmiş de olsa — bir medeniyet vizyonu vardı, o kalktı. Yerine ‘Ortaasya’dan at sırtında gelen biz’ ve ‘düşmanlar’ geldi. O medeniyet vizyonu altında iyi kötü bir arada yaşamayı başaran milletler vardı. ‘Olur mu böyle rezalet, her milletin kendi devleti olacak’ dendi, erken kalkıp komşusunu doğrayan kazandı. Çağdaşlaşılmış oldu.
Osmanlı’da gayrimüslimler paşa olur muydu?
Osmanlı’nın düşkünlük çağından söz etmiyorsak eğer, elbette olamazdı. 1299-1856 arasında bir tane bile gayrimüslim paşa, vezir, komutan, kapudan-ı derya, beylerbeyi, sancakbeyi vs. yoktur. Aksi düşünülemez, çünkü İslam hukukunda gayrimüslim biri müslime emredemez, kılıç taşıyamaz, ata binemez (ancak hasta ve yaşlıysa bacaklarını birleştirerek yanlamasına binebilir), egemenlik simgeleri ibraz edemez. Yasaya aykırıdır. Yani padişah ‘ben yaptım oldu’ dese dahi kanundışı olur, uygulanamaz.
Normal miydi bu durum? Batı Avrupa ile kıyaslarsan normaldi. Avrupa’da da 19. yy ortalarına veya sonlarına dek Hıristiyan olmayan ve — birkaç istisnayla — devletin mezhebine ait olmayan biri paşa, vezir, vali vs. olamazdı. Problem yok görünüyor.
Daha doğrusu bir mühim farkı gözden kaçırırırsan öyle sanılabilir. Avrupa’da nüfusun yüzde 99 küsuru Hıristiyandı; aman bizi vezir yapmıyorlar diye gocunacak bir unsur yoktu. Osmanlı’nın şaşaalı çağında ise ülke nüfusunun yarıdan epey fazlası gayrimüslimdi. ‘Size devlette yer yok’ deyince ülkenin yarıdan fazlasını dışlamış oluyordun. Demin “köhnemiş ve çağa ayak uyduramamış” dediğimiz hadise de işte buydu. Yani İslam yükselişteyken halkın %60’ını susturdun diyelim. Fransız ihtilalini millet işittikten sonra nasıl susturacaksın?
Kıyas gerekiyorsa belki Avrupa ile değil Hindistan’la kıyaslamak lazım. Hindistan’da da İslam iktidardaydı. Nüfusun yarıdan epey fazlası orada da gayrimüslimdi. Osmanlı’dan farklı olarak, 1530’lardan sonra Hindular, hatta Hıristiyanlar, hatta Hıristiyan Avrupalılar en üst egemenlik makamı dışında her türlü mevkiye gelebildiler, mihrace, başvezir, vali ve ordu komutanı olabildiler. Ne zaman ki 1700’lerin başında Delhi sultanı Evrengzib “olmaz böyle, Müslümanlığa aykırıdır” deyip hakiki şeriatı uygulamaya yeltendi o zaman sistem patladı. Yerlilerin, çoğu Müslümanlar dahil olmak üzere, beyaz adam şerrin ehvenidir deyip İngilizlerden medet ummaya başladı.
Tanzimattan sonra gayrimüslimler paşa oldu mu?
Memleket her yanından yamalı bohça gibi çözülmeye başlayınca, üstüne Avrupalılar ‘borç para veririz ama önce kendine çeki düzen ver’ diye dayatınca Osmanlı devleti 1856’da Islahat Fermanı yayınlayıp, teorik olarak, gayrimüslimlere devlet kapılarını açtı. İzleyen yıllarda yüzlerce Hıristiyan Rum, Ermeni, Bulgar, Frenk paşa ilan edildi. Kimi mızıka-yı hümayun paşası oldu, kimi baytar mektebi paşası, posta ve telgraf paşası, darphane paşası, hazine-i hassa paşası, ziraat mektebi paşası. 1867’den itibaren bakan da oldular. Bir ara saymıştım, şimdi bulamadım, 1867-1922 arası toplam yirmi civarında gayrimüslim kişi bakanlık yaptı.
Fors majör altında girişilmiş göz boyamacaydı. Müslime emir verebilecekleri pozisyonlardan özenle uzak tutuldular. Böylece İslam hukuku kağıt üstünde yürürlükten kalksa da uygulamada sürdürüldü. Devletin hayati organlarında bakan edilen sadece üç kişidir: hariciye nazırları Karatodori Paşa, Sava Paşa ve Noradungyan Efendi. Toplam bakanlık süreleri iki yıldır. Üçü de kestaneleri ateşten çekmek için maşa olarak kullanılmış, sonra harcanmıştır.
1923’te ülke fabrika ayarlarına geri dönmüş, bu kez ümmet-i İslamiye adına değil ‘Türk milleti’ kisvesi altında, gayrimüslimin paşa olması devletin değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek yasakları arasına katılmıştır.