Nişanyan Sözlük nasıl ilerliyor
Pazar Sohbeti
2 Ekim 2022
0:00
0:00

metin

Bir aydır yine Nişanyan Sözlük üzerine çalışıyorum. Eksik şeyler vardı. Özellikle metin örneklerinde çok eksikler vardı sözlükte. Bir sürü yeni kaynak toplayıp onlar üzerinden metin örneği bulma işine girdim. 600’e yakın yeni metin örneği ekledim son bir ay içinde. Son günlerde verim düşmeye başladı, ulaşması zor, örnek bulması imkansız olan kelimelere kaldı işim.
Arada Yer Adları Sözlüğü de boş kalmıyor. Bir örnek vereyim size. Sakasor diye bir köy var Kiğı’da. Nedir anlamı? Sor o taraflardaki 200 küsur örneğin hepsinde Ermenice “dere” anlamında tsor. Sak da Ermenice kaz demek. Demek ki Kaz Deresi? Pek anlamlı durmuyor aslında da, daha iyisini bilmediğimizden bir soru işaretiyle öyle anlamlandırmışım. Şimdi 1870’lere ait bir köy listesi geçti elime. Meğer Sahakatsor’muş. Yani İshak Deresi. Böyle teker teker ilerliyoruz. İğneyle kuyu kazmak gibi dipsiz, sonsuz bir mesai.
Nişanyan Sözlük’e yılbaşından beri yeni bir özellik ekledik. Son yaptığım düzeltmeler sürekli bir liste halinde ana sayfada sergileniyor. Onlara bakıp mesela benim gün be gün hatta dakika dakika nelerle uğraştığımı izleme imkanımız var. Her şey şeffaf. Son zamanlarda özellikle 14.-15. yüzyıla ait Türkçe kaynaklar üzerinde çalıştım. Türkiye’deki bütün üniversitelerin Türkoloji bölümleri o işle uğraşıyor anlaşılan. Ne zaman gidip academia.edu’ya yahut da diğer akademik koleksiyonlara gisem bir düzine yeni makale ya da kitap çıkmış oluyor. Hepsinden de az ya da çok istifade ediyorum. Mesela 1423 tarihli Selçukname diye bir eser vardır, onu daha önce okumuştum elbette ama kelime dağarcığı açısından incelememiştim. Düsturname-i Enveri isimli bir evrensel tarih kitabı vardır 1450-60’lardan, onu taradım. Senglah, yani taşlık, taşlı tarla adlı bir klasik Çağatay dili sözlüğü vardır, 18. yüzyılda İran’da yazılmış. Enfes metin örnekleri verir. Onun Latin alfabesiyle versiyonu çıkmış. Baştan sona taradım. 1873 basımı Lugatı Tıbbiye var. Eski yazı, onun yeni edisyonu yok. Oradan yirmi otuz kadar modern tıp teriminin Türkçedeki ilk kullanımlarını çıkardım. Wikilala adlı siteye 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı Türk-Osmanlı basınından bir hayli malzeme yüklemişler, üstelik kör topal da olsa word search yapabiliyorsun. 1840’dan 1874’e kadar komple Ceride-i Havadis gazete koleksiyonunu yüklemişler, Osmanlı yazı dilinin modernizasyonunu izlemek açısından muazzam bir kaynak.
Birisi yazmış, süne hakkında sözlüğünüz hiçbir bilgi vermemiş diye. Madde var ama soru işareti, yani bilmiyorum demişim. Süne nedir biliyorsunuz, buğday başaklarına musallat olan bir böcek. Son zamanlarda pek duyulmuyor, eskiden radyoda TRT bültenlerinde dahi çıkardı, süne zararlısı. Arkadaş dikkat etmiş, bunun İngilizcesi de sunn, acaba İngilizce midir süne zararlısı? İnternet tabi müthiş bir kaynak. Bir kere şunu fark ettim, Fransızcası “souné”, Arapçası da sûne bu nesnenin. Google’ı biraz zorlayıca ardı geliyor, Fransızlar 1925 yılı dolayında Suriye’de muazzam bir süne afetiyle mücadele etmişler. Araştırma ünitesi kurmuşlar, makaleler yayınlamışlar. Ve öyle görünüyor ki souné adı Fransızca’ya Suriye Arapçasından alınmış. Suriye lehçesi olunca, nihai kökeni Arapça olabilir, Türkçe de olabilir. Çünkü Suriye halk dilinde bir hayli Türk unsuru var. İngilizcesi çift n ile yazıldığına göre, arkaik bir yazım, acaba bir kişi adı mıdır diye geliyor aklına. Yok, İngilizler Fransızlardan öğrenmişler bu hadiseyi. Nitekim 1930’larda İngilizcesi de sunn değil suny diye geçiyor. Sonuç olarak birkaç saat süne zararlısı ile mücadele ettim, bundan öte bir şey bulamadım.
Külbastı ile bir süre uğraştım. Külbastı nedir? Kelime olarak közleme gibi bir şey olmalı. Közü bekletirsin, küllenir, pişireceğin şeyi ona bastırırsın, oldu külbastı, değil mi? Ama bugünün Türkçe’sinde bu kelime közleme değil, pirzola anlamında kullanılıyor. Yani kaburga eti. Hemen sonra şunu hatırlıyoruz. İtalyanca brasaola, eski metinlerde brasuola, brasa üzerinde, yani köz üzerinde pişirilmiş demek. Közleme demek. Ama Türkçe’de bu kelime pirzola olmuş. Yani hem İtalyanca kelime hem Türkçe kelime Türkçede aynı anlam evrimini göstermiş, bir pişirme yönteminin adı iken bir et kesiminin adı olmuş. Slav dillerinde karşımıza çıkan klobasa yahut kielbasa ile ilgisi olabilir mi acaba diye aklımıza bir kurt düşüyor. Malum, sosis ya da sucuk benzeri şeylerin adıdır, Tatar Türkçesinden alındığı genel olarak kabul edilir, kol basmak fiilinden geldiği söylenir. İster misin... Birkaç saat kolbasanın türleri, yapım teknikleri, eski Rusça metinlerde nasıl geçtiği vs. peşinde koşturduktan sonra pes ediyoruz. Yokmuş ilgisi. Hem kolbasa çiğ etten yapılır. Külle, közle ilgisi yok.
Versatil diye bir kelime var. İngilizce veya Fransızca biliyorsanız gayet iyi bileceğiniz bir kelimedir. Her kalıba uyar demek. Birden fazla kullanımı olan her şey versatildir. Türkçede de böyle olduğunu varsaymışım. Allah bilir o anlamda yazıda veya sözde kullanmışımdır da. Meğer başkaymış. Arşivi taradığın zaman hemen anlıyorsun. Versatilin Türkçe’de önde gelen anlamı bir kalem çeşidi. Mekanik kurşun kalemleri bilirsiniz, hani arkasından basınca ince ucu çıkar dışarıya, işte onlara Türkçede versatil deniyor. 1960 yılında ilk kez Türkiye’ye gelmiş. O zamanlar kalem sahasında bir numara olan olan Çek firması Kohinur’un versatil modeli varmış. O zamandan beri Türkçe’de versatil sözcüğünün kullanımı, örneklerin yüzde doksan beşinde, versatil kalem. Bir de ikinci anlamı varmış, onu da bilmiyordum, argoda çift taraflı eşcinsel demekmiş. O da kalemden türetilmiş bir mecazi kullanım.
Emo ve emosyonel kelimelerini sözlüğe iki ayrı kelime olarak mı girmeliyiz yoksa tek madde altında birleştirebilir miyiz? Emosyonel demek duygusal demek, psikoloji ve ona müşabih disiplinlerde teknik bir terim bir kullanılıyor. Emo ise bir giyim ve makyaj tarzı. Genç kızların tercih ettiği, duygusal bir hava veren bir şey. İkisi ayrı kelime olmalı mıdır? Evet olmalıdır. İki ayrı madde olarak sözlüğe işledik.
Toksik kelimesi son yıllarda yepyeni bir anlam kazandı. Toksik esasen zehirli demek. 150 senedir Türkçe’de kullanılan bir kelime. Ama 2015’ten bu yana İngilizceden aktarılmış yeni bir anlam görüyoruz. Nedir? Gıcık adam. Birtakım duyarlılıkları umursamayan biri, hıyar adam anlamında kullanılıyor. Bunu da belirtmemiz ve metin örneği bulmamız gerekti. Hem klasik kullanımını, hem hayvan adam anlamındaki metin kullanımlarını örneklemek gerek.
Tango biliyorsunuz bir dans. Çok havalı bir dans. İmdi, tango Latince “dokunuyorum” demek. “Tangere, tetigi, tactum”. Bu dansa uyar mı? Uyar. Şöyle düşünün, tango 20. yüzyıl başlarında çıktı. O çağ için olağanüstü erotik bir danstı. Dolayısıyla böyle çeşitli şeyler ima eden bir ad verilmesi mantıklı gibi görünüyor. Ben de başka birçokları gibi buna kanmışım. Fakat öyle değilmiş. Sözcüğün 1900’ler başındaki ilk kullanımlarına bakınca gayet net, önce daha çok tambo yazılırken 1914’e doğru tango yazımı ağır basmış. Hem Arjantin’de hem Küba’da, iki ayrı coğrafyada, zenci kölelerin topluca yaptıkları müzikli eğlencenin adı. Zenci cümbüşü demek.
Başka bir şeye şaşırıyoruz. Kelimenin Türkiye’de ilk duyulan anlamı dans değil, cart turuncu rengin adı tango. Bulabildiğim en erken örnek, 1914 yılında Kadınlar Dünyası adlı dergide çıkan bir yazı. Diyor ki: “Tango rengi çorap giymek, kollarını açmak gibi adi ve ehemmiyetten ari şeyler bir Türk kadınına yakışmayan davranışlar.” İmiş. Dans adı ise kesinlikle de tespit edebildiğimiz bir tarihte, 1919 yazında gelmiş Türkiye’ye. 1919 yazında İngiliz işgali altındaki İstanbul’da iki şey, caz ve tango, fırtına hızıyla yayılmış.
Koşulları düşünün. Dört yıl, Balkan Harbi’ni de sayarsanız altı yıl savaş yaşanmış. Sefalet, yokluk, ekmek karneye bağlı vs. 1918 sonunda savaş bitmiş, üstüne İspanyol gribi gelmiş, insanlar sapır sapır ölmüş. 19 yazında uzun bir kabustan sonra insanlar ferahlamış. Üstelik Osmanlı Devleti batmış, İngilizler gelmişler memleketi yönetiyorlar, oh özgürlük çağı! O yaz bir dönüm noktasıdır. Bir kere, seçkin sınıftan genç kadınlar saçlarını kısa kesmeye başlarlar. Bobstil denilen moda, aniden yayılır. İki, etekler dize kadar çekilir. Daha önce görülmemiş bir şeydir. Üçüncüsü tango ve caz bandları türer. Türkiye tarihindeki belki en ani, en şiddetli batılılaşma hamlesidir 1919 yılı. Özellikle kadın hakları konusunda daha önce görülmemiş şeyler olur. Ankara’da Meclis hükümeti bu gelişmeleri şiddetle protesto eder, bu davranışlar iffetli Türk kadınına yakışmaz diyerek. Fakat aradan iki üç yıl geçtikten ve İzmir fethedildikten sonra farkına varılır ki saati geri çevirmeye imkan yoktur. Böylece yeni bir çağ başlar. İngiliz ve Yunan işgali olmasa bu gelişmeler olur muydu? Bilmiyoruz.
Başka? Kompozisyon kelimesi. Batı dillerinde çok geniş spektrumlu bir kelimedir. Herhangi bir şeyleri birleştirme, birkaç şeyi bir araya getirip bir şey inşa etme anlamına gelir. Türkçe’de ise iki tane spesifik anlamı vardır. Bir, kompozisyon ödevi, tahrir ödevi denirdi eskiden. Yazılı okul ödevine kompozisyon denir. İki, besteye kompozisyon denir. Müzik eseri yani. Bu iki anlamı ayrı ayrı metin örnekleriyle göstermek lazım ki tam olarak ne zaman ve nasıl Türkçe’ye girdi görelim.
Demli çaydaki dem. Ne kadar uğraştırdı beni size tarif edemem. Dem Osmanlı Türkçesinde birbirinden ayrı iki kelimedir. Biri Farsça dem, nefes demektir. Son deminde demek son nefesi demek. Mecazen zaman ve an anlamında kullanılır. Soluk ve an. Osmanlı dönemi yazılarında çok sık rastlayacağın, harcıalem bir kelime. Bir de Arapça dem vardır, aynı şekilde yazılır. Kan demektir. İkisi de kullanılır. Şimdi çayı demlemek derken bu iki demden hangisi kastediliyor? Soluklandırmak, bekletmek anlamında mı yoksa tavşan kanı mı? Doğru cevap birincisi ama bunu kanıtlamak için epey uğraşmak gerekiyor.
Bir arkadaş sormuş, riviera kelimesi niye yok sözlükte diye. Tarttım bir süre. Riviera lazım mı? Lazım, evet. Google’ı tarayınca yüz binlerce yerde geçiyor. Türk rivierası, Bodrum rivierası, Meksika rivierasındaki tatiliniz, vesaire. Esasen Riviera spesifik bir yerin adı. Eski Ceneviz Cumhuriyeti’nin sahil şeridine Ceneviz lehçesinde Riviera adı veriliyor. 1860 yılında o sahilin yarısı, Nice ve Cannes kentleri dahil, Fransa’ya verilince o kısmının adı olmuş Fransız Riviera’sı. Vaktiyle olağanüstü güzel bir sahildi, şimdi artık bir uçtan bir uca emlak ve turizm endüstrilerinin çöplüğüne dönmüştür. Esasen dünyada kitlesel turizm olayının doğum yeridir. 1860’lardan sonra kendi memleketlerinin berbat havasından bunalan İngilizler, oraları şimdi Fransa oldu, artık İtalyan eşkiya soyguncu kalmamıştır, güvenle gidebiliriz diyerek oluk oluk Fransız Rivierası’na aktılar. Oranın köylüsünün hiç çekinmeden, sıkılmadan denize girdiğini görünce yerel kültüre ayak uyduralım deyip onlar da deniz banyosu modasını benimsediler. Nereden bilsinler ki 100 yıla kalmadan dünyanın en büyük küresel çılgınlıklarından biri haline gelecek deniz tatili?
Özetle Riviera Fransızca değil. İtalyanca da değil. Cenevizce. Ayrı bir dil.
Pike kelimesinin de iki anlamı var. Fransızca “piquer” fiili gagalamak demek, sivri bir şeyle tık tık delmek. İngilizce “to pick” aynı kökten bir kelime. “Piqué” denilen kumaş, Fransızca aksanlı e ile, fiilin geçmiş zaman partisipidir, Türkçede ortay deniyor yanılmıyorsam, gagalanmış, tıktıklanmış anlmında. Uçağın pike etmesi ise masdardır, yani fiil adıdır. Dolayısıyla r ile “piquer” yazılır. Yırtıcı kuş misali gagası önde dalış yapmak. İkisi de pike okunuyor fakat yazılışları farklı. Sözlükte iki maddeyi birleştirince içinden çıkılmaz bir düğüm olmuştu. Maddeleri ayırınca rahatladı.
Son zamanlarda kadasetli diye bir tabir çıktı karşımıza. Ermeni Patriklerine Kadasetli Filan Hazretleri diye hitap edilirmiş. Ben eski kaynakları, Osmanlı dönemi resmi dilini az çok bilirim, ünvanları da bilirim, böyle bir şey hatırlamıyorum. Ara babam ara, son dönem Osmanlı salnamelerini tara, yok, kadasetli diye bir kelime yok. Klasik Arapça sözlüklerde yok. Osmanlıca sözlüklerde yok. Osmanlıca teşrifat, protokol el kitaplarında yok. Nereden çıktı bu kelime? Neyse, uzunca aradım, not yazdım sözlüğe, huzur bulamadım. Üç dört aydır aklımdaydı bu konu, nihayet buldum. Modern Hristiyan-Arap kullanımından aktarılmış. Kadasetli, Suriye’de, Lübnan’da, Süryani, Arap Ortodoks ve Katolik din adamlarına verilen unvanmış. Türkiye’de 2016’dan eski örneğini bulamıyorum.
Buyurun, on bir tane kelime saydım. Bunlar son dört veya beş gün içinde çalıştıklarım. Artık siz hesaplayın, bir yılda kaç tane eder.