Neoklasik mimari neler yaptı
Pazar Sohbeti
19 Haziran 2022
0:00
0:00

metin

Neoklasik mimariyi nasıl buluyorsunuz?
Hangi neoklasik mimariyi kastettiğinizi bilemedim. Neoklasikten benim anladığım 1780’lerden itibaren Avrupa’ya egemen olan, 1830’lara kadar hükmünü sürdüren, Antik formlara dönüş eğilimi olmalı. Bir tür sadeleştirilmiş ve idealize edilmiş antik Roma, antik Yunan tapınak mimarisi tarzıdır. Çok güzel eserler doğurmuştur. Barokun ve Rokokonun aşırı duygusal, aşırı süslü ve aşırı dini saldırısından sonra bir sakinleşme ve yeni bir çıkış yolu arama dönemidir. Elbette güzel eserler vermiştir. İngiltere bunun anavatanıdır. Paris’te, tabii ki Fransa taşrasında mükemmel örnekleri var. Viyana’da, Prag’da da harikulade örneklerine rastlamak mümkün.
Kitabi bir ekoldür. Vitruvius’un mimari risalesi üzerine kurulu bir oranlar ve formlar repertuarı oluşturdular 18. yüzyıl sonunda ve bunu geleneksel Katolik ve Protestan kiliselerinin normlarına boyun eğmeyen, onların öğretilerine meydan okuyan akılcı bir dünya görüşünün simgesi olarak kabul ettiler. Bilhassa Napolyon çağında, ardından İngiltere’de Regency çağında bir tür kitabi Roma mimarisi diye adlandıracağımız bir tarz gelişti. Üçgen pedimentler, İyon ve Korint sütunları, kolonların klasik oranları, vurgulu geometrik profiller norm haline geldi. Eski Roma mimarisinde bu formların hepsi kullanılır elbette. Fakat aynı zamanda son derece vahşi ve askeri bir yönü de vardır eski Roma mimarisinin. İşin o boyutu bir yana bırakıldı. Sadece formel mükemmelliği ön plana çıkarıldı. Hiçbir zaman bir Barok kadar, bir Gotik mimari kadar zengin bir yaratıcılık pınarı yoktu. Nitekim bir ya da bilemedin iki kuşak içinde yakıtını tüketti; 19. yüzyılın ikinci yarısının baş döndürücü historisizmine, yani her türlü tarihi dönemden formları alıp birbiriyle çorba etme, harmanlama tarzına yerini bıraktı.
Avrupa mimarisi gerçekten olağanüstü bir gelenektir. Dünyada benzeri olduğunu sanmıyorum. Başka hiçbir medeniyet 800 yıl boyunca bu denli sürekli ve bu denli zengin anıtsal mimari üretememiş. 20. yüzyıl başına kadar hiç durmaksızın şaheserler yaratmışlar. Kıtanın her yanında, yalnız büyük şehirlerde değil, orta boy kasabalarda, küçük kasabalarda, köylerde, dağda, derede çok güzel eserler koymuşlar ortaya. Sonra 20. yüzyıla gelince böyle birdenbire sanki bir damar kopmuş. Çirkinlik ve brutalizm norm haline gelmiş.
Tarih hep ileriye gitmez, bazen geri gider. Ve 20. yüzyıl büyük bir gerileme çağı olarak tarihe geçecek. 20. ve 21. yüzyıllar tahmin ediyorum ki büyük bir kültürel çöküş dönemi olarak anılacak.