Monarşinin faydası zararından çok mu
Pazar Sohbeti
27 Aralık 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Cumhuriyet rejimleri diğerlerine göre daha fazla diktatör çıkarıp katliamlara sebep oluyor galiba. Sizce de öyle mi?
Bir kere şuna dikkat etmek lazım. Tarih boyunca kraliyet rejimleri en azından cumhuriyet rejimleri kadar çeşitli kılıklara bürünmüş. Her türlüsünü içeren bir kategori. Zulmü, alçaklığı, zorbalığı, itidali, yumuşaklığı, beceriksizliği, istikrarı, istikrarsızlığı, hepsini barındırmış. Neron da monarşi, Korkunç İvan da monarşi, Dördüncü Murat da monarşi. Monarşi diye bir tek tipoloji yok. Diğer yandan siyasi maksatla kan dökmek ve konuşma özgürlüğünü kısıtlamak ise kriterlerimiz, cumhuriyet rejimlerinin de bu açılardan ortalamada monarşi rejimlerinden bir farkı olmadığı açık. Stalin cumhuriyetti, Hitler de cumhuriyetti. Mussolini cumhuriyet değildi, krallıktı. Onun zamanında kral vardı, adını bile unutmuşsunuzdur. İran İslam Cumhuriyeti cumhuriyet, Saddam Hüseyin de cumhuriyet. Hani cumhuriyet geldi, bizi köle olmaktan kurtardı, yaşasın Atamız diye zevzekçe bir söylem var biliyorsunuz, gerçek dünyayla hiçbir alakası yok.
Şimdi modern dönemde hangi ülkeler monarşi olarak kalmış diye bakıyoruz. İngiltere, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka, bir de Japonya. Bu ülkelere baktığın zaman önce şunu görüyorsun. Bu ülkeler dünyadaki cumhuriyet standartlarına oranla oldukça terbiyeli birer siyasi düzene sahip. Bu ülkelerde, Japonya’da 1945’ten beri, diğerlerinde 100-200 seneden beri parti kapatılmamış, insanlar siyasi görüşleri için hapse atılmamış, darbeler olmamış, salkım saçak insanlar asılmamış, yüz elli bin kişi var olmayan bir askeri darbeye katıldılar kuşkususuyla işinden gücünden edilmemiş, insanların malına mülküne el konulmamış. Özetle, terbiyeli ülkeler bunlar.
Aha, diyoruz, demek ki monarşi iyi bir şeymiş. Ama yok, öyle değil. Bunlar monarşi oldukları için terbiyeli ülkeler olmadılar, terbiyeli ülkeler oldukları için monarşilerini korudular, Monarşi esasen her yerde çağ dışı kalmış bir kurumdu. Güncel değerini kaybetmiş, anılar diyarında yaşayan bir kalıntıydı. Bu ülkeler radikal dönüşümleri zorunlu kılan bir çıkmaza girmedikleri için kraliyeti sürdürebildiler. Kıralım dökelim, bütün ayrıcalıklı sınıfları devirelim, yüklenelim sarayın kapısına içeri girelim gibi bir yaşantıdan geçmedikleri için, tasarıdan ziyade ataletin gücüyle, kraliyeti tasfiye etmekten geri durdular. Madem işliyor neden bozalım dediler. Kalsın canım, bir gün işe yarar dediler. Böyle terbiyeli bir krallık olduktan sonra ne gereği var dediler. Siyasi bir yetkisi olmayan, darbe yapma gücü olmayan bir hükümdar varsa ve bu hükümdar siyasi rüzgarların kabarmasına karşı, siyasi çatışmaların kontrolden çıkmasına karşı bir dengeleyici rolünü oynuyorsa, pekala iyi bir şey olabilir monarşi dediler. Sigortadır, siyasi olayların çığırından çıkmasına karşı bir denge unsurudur diye düşündüler.
Nitekim teorik olarak düşünürseniz öyleydi. Monarşi demek nihai iktidar makamının günün siyasi heyecanlarından bağımsız olması demektir. Monark meşruiyetini halkın gelip geçici heveslerinden almaz. Herkesin a priori saygı göstereceği varsayılan bir kurumdur. Kaza olur yanlış bir adam seçilirse, ya da bizdeki gibi normal siyasi süreçlerden seçilmiş bir siyasi lider çeşitli olaylar sonucunda çığırından çıkar ve şahsi bir diktatörlüğe ve bir kleptokrasiye doğru evrilir ise, ideal koşullarda, bazı koşullarda diyelim, monark önemli bir rol oynayabilir. Böyle olmayacak, siz, egemen partinin iki ve üç numaralı adamları, muhalif partiler, genelkurmay başkanı ve ülkenin akil insanları, gelin toplanın, nasıl yapacağız bu işi diyebilir. Ortak zemini tanımlama işlevini üstlenebilir. Gayrımeşru siyasi müdahalelerin önlenmesi yolunda önemli bir faktör olabilir.
Fakat bir de şu gerçek var ki nizam rolünü oynayan bu nitelikte bir monarşi, belirli, geçici bir tarihi dönemin hadisesidir. Avrupa ülkelerinde monarşiler 19. yüzyılda zayıfladı, parlamentolar güçlendi, monark arka plana çekildi. Ülkenin başına bir kaza gelmediği sürece monarkı bir denge unsuru olarak korudular. Yalnız denge unsuru olan monark, zaman içinde gitgide marjinalleşmek, gitgide gücünü kaybetmek, gülünçleşen bir simgeye, böyle at şeyine konmuş sinek gibi bir konuma düşmek zorundadır. Eninde ya da sonunda ve çok uzak olmayan bir gelecekte bu monarşiler eriyip gidecekler. Ya da ismen korunacak fakat siyasi sistemdeki fonksiyonları git gide sıfıra yaklaşacak. Çünkü güç kullanamayan, siyasette etkin bir güç olmayan oyuncular elenmeye mahkumdur. Ayda yılda bir, bisikletle markete gitti diye haber olurlar ancak.
Dolayısıyla bu dönemde, Eh, cumhuriyet olmadı, bari cumhuriyetin yerine yeniden monarşiyi ihya edelim şeklindeki görüşlerin çok gerçekçi olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Nerede oldu böyle teşebbüsler? İspanya’da oldu, Gürcistan’da ve Bulgaristan’da gündeme geldi; Yunanistan’da zaman zaman milletin aklından geçer. Fakat sonradan olma monarşi, monarşi değildir. Monarşinin bu çağda az da olsa bir işlevi olabilmesi için, bunlar bin seneden beri değişmedi, bu memleket ezelden beri böyledir, halkımız fıtratı gereği monarka tapar diyebilmen lazım. Yoksa bugün üç tane siyasi parti bir araya geldiler, referandumla monarşi kurdular. Olmaz. Üç gün sonra başka bir referandum yaparsın, monarkı gönderirsin. Gönderilebilir nitelikte olan bir monark, işe yaramaz bir monarktır. Siyasi rüzgarların içinde yaşamak zorundadır. Gücünü siyasetten almak zorundadır. Siyaset dediğin ise fırıldak gibi bir şey, yarın döner, bir tokat atar, monark filan kalmaz sahnede.
Onun için bence monarşiye fazla bel bağlamayın.