Medrese ile çağdaş bilimin farkı ne
Pazar Sohbeti
17 Aralık 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Hocam, medrese ilimleri bağlamında soruyorum, meleklerin kaç kanadı olduğu üzerine akıl yürütmekle evrim teorisi arasında nitelikçe bir fark var mı? İkisi de sorgulanamayan bazı varsayımlar üzerinde kurulu değil mi?
Ortak bazı temeller var tabii, ama bu demek değil ki ikisinin değeri aynıdır. Kurbağa ile insanın da ortak moleküler yapıları var ama kurbağa ile insanın farkı yok diyemeyiz.
Medrese ilmi yahut dini bilimler elbette bilimdir. Bilim demek, yazılı literatürü ve kurumsal altyapısı olan bilgi disiplini demek. Din, başka şeylerin yanısıra bir bilim teorisidir. Evrenin nasıl oluştuğuna, hayvanların nereden geldiğine, insan ahlakının neden şekillendiğine, tarihte neler olduğuna dair bir bilgi paketi sunar insanlara. Evrene ve yaşama ilişkin kafamızdaki soruları bir sistem dahilinde cevaplandırır. Yüzyıllar boyunca, özellikle Orta Çağ’ın sonlarına doğru batıda kilisenin, doğuda İslam dininin sunduğu temeller üzerinde son derece sofistike, akılcı tartışmalar olmuş, bunlar üzerine bir bilgi evreni inşa edilmiş.
Bu sistemlerle 17. yüzyıldan itibaren egemen olan yeni tip bilimler arasındaki temel fark nedir? Gerçekten farklı cins iki bilgi çabası mıdır?
Bana sorarsanız iki tane temel fark görüyorum bir yanda medrese ilmi ve Avrupa’da Skolastik dedikleri Aristotelesçi bilim sistemi ile sonraki bilimler arasında. Hep söyledikleri gibi, birinin dogmaya dayanması, öbürünün “gözlem ve deneye” dayanması mıdır? Yoksa birinin matematiğe, öbürünün vahye dayanması mıdır fark? Sanmam, bu da çok sorunlu bir ayrım. Mesela evrim teorisi matematiğe dayanmıyor. Dilbilim teorisi, jeoloji, zooloji matematiğe dayanmıyor. Bazı modern bilimler matematiğe dayanıyor, bazıları dayanmıyor.
Gerçek farklar bence iki tanedir. Birinci fark, eski bilim, fazlasıyla güçlü bir yazılı altyapıya sahipti ve bundan kendini kurtaramadı. Yani elinizde Kutsal Kitap var, kilise babaları, konsil içtihatları var. Elinizde Kur’an ve hadisler var. Bunlar üzerine bir bilim teorisi inşa ediyorsunuz. Var olan bilişsel altyapınız, var olan hipotezler sisteminiz bir yerden sonra yetersiz gelmeye başlıyor, fakat yetersiz geldiği halde aşamıyorsunuz. Çünkü otoriteyle bağlantılı. İnsanlar tarih boyunca her zaman bilgiyi aramışlar, hakikate ulaşmaya çalışmışlar. Bunun için hipotezler ileri sürmüşler, adım adım ilerlemişler. Fakat belli bir örgütlenme düzeyine gelindiğinde yol tıkanmaya başlamış. Eski Ahit’te açıkça yazıyor, evreni altı günde yarattı diye. Kuran’da yazıyor, Allah deprem olmaması için dağları verdi size diye. Bu veriler üzerine bütün bir yorum sistemi, bir tefsir abidesi kurmuşsunuz. Bunu terk edip, yok kardeşim bu yanlıştır, bir sonrakine geçelim diyemiyorsunuz. Çünkü, kurumsal skleroza uğramış medrese ilmi. Kurumsal bağlarla kendini bağlamış. Aşabilmek için topyekün bazı şeyleri reddetmeniz gerekmiş. Aradaki en önemli fark bu, dogma meselesi.
Batı ve Doğunun skolastik bilimiyle 17. yüzyıl sonrasının bilimleri arasındaki temel fark, Batı dünyasında dini kurumsal çerçevenin, bir noktada, büyük manevi mücadeleler sonucunda kırılmış olmasıdır. Doğuda olmamış bu değişim. Cesaret meselesidir. Batıda cüret etmişler, cüret etmelerini sağlayan toplumsal şartlar varmış. Doğuda cüret etmemişler.
İkincisi, eski bilim anlayışında zayıf ve yetersiz olan, buna karşılık yeni bilim anlayışında kuvvetli bir şekilde vurgulanan şey, bilgilerin teknik uygulamalar vasıtasıyla sınanmasıdır. Yani bilgi teknoloji için üretilir diye özetleyebileceğimiz hadisedir. Özellikle fizik ve kimya gibi bilimlerde çok önemli rol oynamış bu bakış açısı. Ama tüm bilimlerde yine bu da belirleyici değildir. Mesela biyoloji çok nadiren ve marjinal bir anlamda teknik uygulamaya altyapı oluşturdu. Dilbilim keza, matematik keza. Ama şu yeni fikir ön plana çıktı 17. yüzyıldan itibaren: Bir bilginin doğruluğunun kanıtı, uygulamadır. Demek ki nihai yargıç insandır, bugünkü insanlardır. Kutsal metinlerden ve kilise babalarından veya konsillerden yahut hadis ve icmadan kaynaklanan kurumsal otorite değildir.
Şimdi şu soruyu kendimize soralım. Bu ayırım 21. yüzyıl bilimi için de geçerli midir? Mesela, çağdaş kozmoloji, genel relativite teorisi, Big Bang teorisi, atom altı partiküller teorisi, kuantum teorisi, psikoloji teorileri, tıp teorilerinin pek çoğu, antropoloji literatürü pratik uygulamada ne ölçüde sınanmıştır veya sınanabilir?
Düşünmeye değer bir mevzu.