Marx neden yanlış
Pazar Sohbeti
3 Mart 2024
0:00
0:00
metin
Bir sohbette, Marx’ın kitaplarına deli saçması demiştiniz. Sizce şu an gördüğünüz neyi göremedi? Neden göremedi?
Marx’ın kitaplarına deli saçması mı demişim? Abartmış olmalıyım. Spesifik olarak emek-değer teorisine öyle demiş olabilirim. Yoksa Marx’ın eserinin değerli boyutları yok değil.
Ekonomik değerin nesneleşmiş emek olduğu fikri kendi çağının liberal ekonomistlerinden devraldığı bir kavramdır. Bir birim emek, bir birim değer doğurur. Sermayedar bu nesneleşmiş emekten bir pay alır, bunu biriktirir ve bunu sermaye olarak kullanır diye özetlenebilecek olan temel bir iktisadi teori. Çok naif bir teoridir. Tamamen yanlış bir teoridir. Yanlış olmakla kalmaz, kurduğu teorik yapının ahlaki temellerini çürüten bir bakış açısıdır.
Eğer mübadele değeri ve bunun birikimi olan sermaye birikmiş emekse, bu denklemi kabul ediyorsak, demek ki sermayedarın elinde daha fazla birikmiş emek var. Dolayısıyla sermayedarın bu emeğin ürününden alacağı pay onun hakkıdır. Birikmiş emeğinin hakkıdır. O birikmiş emek eline ne şekilde geçmişse geçmiş, bir şekilde geçmiş. Belki miras kalmış yahut çalmış. Fakat o sermayeyi işleterek elde edilecek ürün üzerindeki payı da emeğinin hakkıdır.
Bu kadar basit bir mantık hatası üzerine kurulu bir teori olduğunu düşünüyorum Marksist iktisat teorisinin. Biliyorsunuz Marx’ın iktisat sistemine dair en en teorik eseri olan Grundrisse’yi çevirmiştim Türkçeye, çok eskiden. İki seneye yakın emeğime mal olmuştu. İki senenin sonunda o kanaate vardım ki bu teori deli saçması. İler tutar bir tarafı yok.
Ekonomik teorisinden bağımsız olarak iki noktaya daha değinmek istiyorum. Bir kere, tarihin evreleri teorisi. Önce köleci toplum, sonra feodal toplum, sonra kapitalist toplum, sonra sosyalizm ve komünizm. Bu tip şematik tarih modelleri 19. yüzyılda pek modaydı. “Bilimsel” bakış açısının gereği sayılırdı. Oysa tarih hiçbir zaman böyle şablonlara göre ilerlemez. Batı Avrupa’nın, daha doğrusu sadece Fransa ile İngiltere’nin tarihinden çok yüzeysel bir bakışla esinlenmiş bir modeldir, dünyanın başka yerlerine uymaz. Asya’yı, Amerika’yı bırak Doğu Avrupa’ya da uymaz. Akdeniz havzasına da uymaz. Hiçbir şekilde böyle bir deli gömleğine sığdıramazsın tarihi.
Nitekim dünyadaki ilk büyük sosyalist devrimde bu teori, gülünç denebilecek ölçüde iflas etti. Normal olarak Marx’ın teorisine göre kapitalizmin en gelişmiş olduğu İngiltere’de, hatta Amerika Birleşik Devletleri’nde olmalıydı sosyalist devrim. Oralarda olmadı, Rusya’da oldu. Yani geri kalmış bir köylü ülkesinde oldu. Sovyetler zamanında bunu Marksist teoriye sığdırmaya çalıştılar, Rusya’da neden bir işçi devrimi oldu diye. Ama o tevillerin hepsini toplayıp alt alta koysan bir incir çekirdeğini doldurmayacak boş beleş laflarıdır söyledikleri.
Üçüncü temel hata ise ütopizm. Yani tarihin uzun maceralardan sonra bir varış noktasına geleceği, bir ideal toplum düzenine varılacağı ve ondan sonra ortalığın güllük gülistanlık olacağı hayali. Temel bir perspektif hatasıdır. Bir şekilde dini düşünceden gelen, özellikle Yahudi mesiyanizminden kaynaklanan bir ütopyadır. Mesih gelecek ve şu bildiğimiz dünya bir barış ve mutluluk ve huzur ve kardeşlik dünyasına dönüşecek. Yok öyle bir şey. İnsanlık tarihi aralıksız ve sonsuz bir kavgadır. Böyle devam edecektir. Hiçbir kavga son kavga olmayacaktır. Bir kavga verip kazanır gibi olduktan hemen sonra o kavganın revanşı oynanacaktır. Yeni takımlar çıkacaktır. Yeni mücadele konuları çıkacaktır ve onlarla yola devam edilecektir.
Bu ütopizmin sadece naif bir hayalperestlik olması değil mesele. Ahlaken de yanlış bir bakış açısıdır. Toplumsal olayları kavramayı ve toplumsal olaylara yönelik doğru ahlaki yaklaşımı imkansızlaştıran, deforme eden bir yanılsamadır. Çünkü toplumsal mücadelenin bir nihai durağı varsa, o zaman o durağa varmak için yapılan her şey mubah olur. Devrim sonrasının şartlarını düşünmek imkansızlaşır. Mücadele fanatikleşir.
Demek ki üç ayrı platformda Marx’ın teorisini sakat görüyorum. Modern tarihte belli bir rol oynamış, siyasi olaylara bakışta önemli bir etkisi olmuş ve çağı geçmiş bir ideolojik arayış olarak değerlendirmek daha doğru olur diye düşünüyorum.