Marmara’daki müsilajla koronanın benzerliği nedir
Pazar Sohbeti
30 Mayıs 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Eğitim yoluyla endoktrinasyon sizce 21. yüzyılda etkisini internet sayesinde yitirecek mi?
İnternet sayesinde daha özgür ve daha bilinçli kuşaklar yetişecek anlamında soruyorsanız unutun, kaçtı o tren. İnternet ilk çıktığında öyle bir umut belirir gibi olmuştu. Çok kısa zamanda anlaşıldı kazın ayağının öyle olmadığı.
Başka birçok faktörün yanında üniversite eğitiminin yozlaşması da bunda önemli bir rol oynadı diye düşünüyorum. Üniversitenin gerçek işlevi topluma yönetici sınıf yetiştirmektir. 1960’ların sonundan bu yana üniversitelerin kapılarını ardına kadar açmasıyla beraber bu misyon terk edildi, onun yerine günün moda fikirlerinden yüzeysel bir şekilde haberdar olan teknisyenler yetiştirme misyonunu üstlendi yüksek eğitim kurumları. Tarihten habersiz, yönetim sorumluluğunu tanımayan, toplumu tanımayan, ahlaki referansları zayıf, ilkesel bir duruşa sahip olmayan birkaç kuşak yetiştirildi. Ayağı yere basmayan, her duyduğuna kolayca inanma eğiliminde insanlar hakim oldu ortalığa.
Endoktrinasyon bu koşullarda artar mı, azalır mı? Artar herhalde. Çünkü çocuklara, gençlere öğrettiğiniz hikayeler ne kadar akıl dışıysa, o kadar kuvvetle benimser insanlar. İnsan psikolojisinin tuhaf bir özelliğidir, Anlattığın yalanlar ne kadar büyükse, ne kadar anlamsız ve mantıksızsa insanların bunlara kalben bağlanma yeteneği ve radikal bir şekilde artıyor. Şu anda gördüğümüz, 21. yüzyılda irrasyonel, akıl dışı, bilgi dışı, hurafe ve masallardan oluşan bir dünya görüşünün dayatılması anlamında durum 20 yıl öncesinden, 40 yıl öncesinden çok daha kötü görünüyor ve daha bir müddet gitgide kötüleşeceği anlaşılıyor.
Bu son pandemi görüntüsü altında insanlara anlattıkları akıl ve mantık dışı korku senaryosuna ne kadar çok insan kandı ve bunu bir anda yaşamının temel direği haline getirdi, tüylerimiz ürpererek bunu izledik. Hiçbir rasyonel dayanağı olmayan, en ufak bir inandırıcı belirtisi olmayan bir korku öyküsünü anlattılar. Milyarlarca insan bir ağızdan hööö deyip buna kandı. Yaşamını buna göre organize etmeyi, yüzyıllar süren mücadelelerle kazanılmış özgürlükleri bir anda, kolayca, gömlek değiştirir gibi terk etmeyi, bunu terk etmeyi reddedenleri vatan haini sayıp linç etmeyi kabul etti. Endoktrinasyon ve propaganda artık o kadar sistemli, o kadar kaçması imkansız bir şekilde dayatılıyor ki insanlara, insan zihninin, insan özgürlüğünün, insan vicdanının direnmesine artık imkan yok. Sürüye karşı mesafeli, sürüye kuşkuyla bakan, “öyle diyorsunuz ama ben ailemden böyle görmedim” diyebilen, tarih boyunca birikmiş tecrübesi ışığında propaganda formüllerini tartabilen insanlar bir avuç kaldı.
Bir avuç değil aslında, daha fazla. Üniversite eğitiminden geçmemiş olan kalabalıklar hala az ya da çok sağduyulu düşünebiliyor. Fakat modern üniversite eğitiminden geçmiş olan toplum kesimleri ve yaş kuşağı, düşünme yeteneğini tamamen yitirmiş görünüyor. Korkularıyla ve güdüleriyle yaşama noktasına gelmiş. Bu da çok çarpıcı bir şey, çok üzücü bir şey.
Toplumsal aklın çürümesi ve ölmesi ile Marmara Denizinin çürümesi ve ölmesi arasında ben büyük bir paralellik görüyorum. Çevre kirliliği ve düşünce kirliliği, ikisi birbirine çok benzer süreçler. Birikti, birikti ve bir nokta geldi 2020 yılında, 2021 yılında, birdenbire bir kaynama noktasına ulaştı. Tarihte bir dönüm noktası olarak algılanacak bu yıllar. Birden bire organizma, bu kirliliğe daha fazla tahammül edemez hale geldi ve köpürmeye başladı. Toplumsal inançlar dünyasında Covid korkusu ne ise, Marmara Denizi dünyasında müsilaj dedikleri deniz pisliği odur.