Marmara Denizi neden öldü
Pazar Sohbeti
6 Haziran 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Marmara Denizi’nin ölümünü izliyor musunuz?
İşin içinde yaşayan siz neler hissediyorsunuz, neler görüyorsunuz bilmiyorum. Uzaktan baktığım zaman tarife sığmaz bir felaketle karşı karşıya olduğumuz duygusuna kapılıyorum. Düzelecek, gidecek bir şeye pek benzemiyor. Bayağı bildiğiniz öldü deniz, deniz bitti. Böyle bir şeyin bizim ömrümüzde yaşanacağına doğrusunu isterseniz ben pek ihtimal vermezdim. Oldu gibi görünüyor. Nasıl yaşanır böyle bir yerde, böyle bir dünyada, onu bir değerlendirmek lazım. İstanbul’un binlerce yıldan beri başlıca özelliği ve güzelliği olan kocaman mavi bir deniz ve şu anda bir lağım çukuru. Lağım bile değil, başka bir şey, bir sümük deryasına dönüşmüş durumda. Son yıllarda distopya romanlarında buna benzer temalar sık sık işlendi. Dünya denizleri ölüyor, iğrenç bir bataklığa dönüşüyor falan. Olay o.
Şimdi Sayın Zülfü Livaneli demeç vermiş ve demiş ki, doymak bilmez insanların salyasıdır o. Hırsları yüzünden Marmara Denizi böyle oldu. Yüzeysel bir anlamda dediği doğru da, çok anlamlı bir şey değil. Şu basit gerçek var: Marmara Denizi havzasında şu anda resmi rakamlara göre 26 milyon insan yaşıyor. Gerçek rakam muhtemelen 30 milyon civarında. 30 milyon insandan söz ediyoruz. Her gün yarım kilo sıçsalar ve işeseler günde 15 bin ton eder. Yılda ne eder? 50 milyon ton mu ne öyle bir şey eder. 50 milyon ton boktan söz ediyoruz. Olay onunla da bitmyor. Bunca insanın beslenmesi bir sorun. Bunca insanın beslenmesi için toprağa habire suni gümre basman lazım. Yoksa besleyemezsin bu kadar insanı. Dolayısıyla milyonlarca ton azot gübresi ve diğer gübreler toprağa basılıyor. Bunca insanın sırf ürettiği günlük plastik gazoz şişesini düşün. Naylon poşeti düşün. Artı, biliyorsunuz insanlığın şu anda en yüksek değeri kalkınmak. Kalkınmak istiyoruz. Harıl harıl kalkınmak istiyoruz. Deliler gibi kalkınması lazım bu insanların. Kalkınma demek doğal kaynakların sonsuza kadar sömürülmesi demek ve sonsuza kadar lüzumsuz mal ve ürün yığılması demek toprağın yüzeyine. Sonuç olarak, Türkiye’den daha iyi yönetilen bir ülke olsaydı, yahut da kamusal kararları verenlerin eğitim düzeyi, vizyonu, kurumsal altyapısı Türkiye’den daha gelişkin, daha iyi örgütlenmiş olsaydı belki bu felaket bir müddet ertelenirdi. Belki beş sene daha, on sene daha, otuz sene daha sonra gelirdi. Ama gelmesi kaçınılmaz bir şey. Ha biraz erken, ha biraz geç. Veriler belli çünkü. Bu verilerin bu sonucu doğuracağı da belli.
Doymak bilmez hırs adını vermişler insanların bu davranışına. Daha kibar dilde buna kalkınma deniyor. Aynı şeydir, eş anlamlı iki deyimdir bunlar. Kalkınma demek, doymak bilmez hırs demektir. Kalkınmak istiyorum, ne yapacağım? Para kazanmak için birilerinin veya bir şeylerin ırzına geçeceğim. Başka çaresi yok. Sonucu görüyorsunuz ve sonuç Marmara Denizi’yle sınırlı kalmayacak. Çünkü Marmara Denizi dünyada pek benzeri olmayan bir kapalı havza denizi. Bunun arkasından çok daha büyük bir havza olan Karadeniz var sırada. Sonra Pasifik Okyanusu’nun durumuna bakıyoruz, yüz binlerce kilometre karelik plastik havuzları oluşmuş. Yani bütün dünya oraya gidiyor.
Bunun çaresinin ne olduğu bellidir. Tek bir çaresi vardır.
Marmara Denizi havzasının bundan yüz yıl önceki nüfusu 1,5 milyon. Bugün olmuş 30 milyon. 20 kat artmış. Buna bir çare bulmadan denizin ve her şeyin, dağların ve ovaların ve şehirlerin ve kasabaların ve köylerin kepaze olması gerçeğiyle mücadele edemezsiniz. Radikal bir nüfus azalması gerekiyor. Öyle birazcık değil. %90 oranında bir azalma gerekiyor. Başka çaresi yok bunun. Çünkü bu kalabalığı kaldıramazsınız. Şimdiki sayıda dondursanız bile kalkınma hırsıyla yanıp tutuşan bir kalabalığı kaldıramazsınız.
Eşitlik ideolojisi bugünkü dünyaya egemen. Birilerinin cep telefonu varsa herkesin de olmalı, birileri yazın tatile çıkıyorsa herkes çıkmalı, birilerinin otomobili varsa herkesin de otomobili olmalı şeklinde çok temel, tartışılmaz bir kabul var. Dünyada sekiz milyar insan bu kabulü paylaşıyor. Bunun sonuçlarının imkansız olduğu o kadar açık ki. Ya insanların büyük çoğunluğunun arabası olmayacak, telefonu olmayacak, tatile çıkmayacaklar. Köle olarak devam edecekler. Denilecek ki kardeşim bundan sonra sizin bulunduğunuz şehirden kıpırdamanız yasak. Şurada çalışacaksın sabahtan akşama kadar, ölmeyecek kadar maaş da öderiz denilecek, ki kalkınma hırsı belli ölçüde kontrol altına alınabilsin. Bu da gerçekçi değil. O zaman nereye kadar? Dünyadaki sekiz milyar insanın hepsinin otomobili, hepsinin teknik donanımı tam olsun, çağdaş medeniyetin tüm ürünlerinden faydalansınlar dediğin anda, şu anki dünyadaki üretim kapasitesini dört katına, sekiz katına çıkarman lazım. Neyle besleyeceksin bunu? Bunun kimyasal kaynakları, enerji kaynakları, petrol kaynakları nereden gelecek?
Sürdürülebilir bir durum yok ortada. Bunu kabul edelim.