Marksizmden niye vazgeçtim
Pazar Sohbeti
26 Eylül 2021
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Neden sosyalizm fikrinizden vazgeçtiniz? Ne okudunuz ya da gördünüz de gençlik yıllarınızdan sonra bu fikirden vazgeçtiniz?
1970’lerde Türkiye’deki sol hareketin, içinde demesek de yakınında bulunma fırsatını buldum. Toplantılar, eylemler, konferanslar, sabahlara kadar süren sohbetler vesaire gördüm, 1977’den 1980’e kadar, özellikle 79 yılında. Ve orada bir şeyi çok net olarak hissettim. Türk solunun temel içgüdüsü milliyetçiliktir. Geleneksel İslami muhafazakarlığın yeni bir versiyonudur. Bunların yönettiği bir toplumda, bunların egemen olduğu bir toplumda ben şahsen yaşamak istemem. Çünkü bireysel özgürlükleri, bireyin toplum karşısındaki özerkliğini, kişiliğimin, güvenliğimin ve hatta varlığımın tek güvencesi olarak görüyorum. Mevcut düzene, mevcut sosyal yapıya ve siyasi yapıya itirazımın temelinde bu özgürlük talebi var. Sosyalist arkadaşlarımızın muhalif olmaları güzel bir şey, var olan otorite yapısına meydan okumaları her zaman için saygı duyduğum ve sevdiğim bir şey. Fakat çok bariz bir şey ki en ufak bir birey nosyonları yok. Ve eğer başa gelirlerse, durum bugünkünden daha kötü olacak. İçinde yaşadığım, damarlarımda hissettiğim hadise buydu.
Sovyetler Birliğine hiçbir zaman fazla bir sempati duymamıştım. Sovyetler kolektivist bir yapı; 60-70 yıllık deneyimin sonunda kolektivizmin artık fenafillah mertebesine ulaşmışlar. Oysa bizim sola meyletmemizin ana motoru özgürlük talebiydi. Kolektif otoriteye boyun eğmeme içgüdüsüydü. Türkiye’de Deniz Gezmiş kuşağından önceki solcuların ortak hareket noktası esasında buydu. Yani Nazım Hikmet gibi birinin, Mehmet Ali Aybar gibi birinin ne yiyeceğine, ne giyeceğine, hangi kitapları okuyacağına mahalle komitesindeki bacıların karar verdiğini düşünebiliyor musunuz? Her gün gidip emniyet ve asayiş şubesine ifade vermekse arzuları, zaten içinde yaşadıkları düzende var o, ne gerek devrim yapıp rejimi devirsinler?
1983’te New York’taki evimizde Rusya’dan yeni gelmiş bir öğrenciyi pansiyoner aldık. Matematikçiydi, son derece zeki bir arkadaş. O tarihte Sovyetler Birliği yeni yeni açılmaya başlıyor. ABD’ye Sovyetler Birliğinden gelmiş öğrenci büyük bir yenilik, duyulmamış bir şey. Onun bir sohbette söylediği bir söz aklımda feci surette yer etmiştir. Amerika’yı biz gözümüzde büyütmüşüz, dedi. Nasıl insanlar bu kadar aptal olabilir? Bizim bunca senedir kurtulmaya çalıştığımız rejimi siz Nikaragua’da, şurada burada savunuyorsunuz. Neyi savunduğunuzun farkında mısınız? Cevap veremedim. Öyle kaldım.
1989’dan sonra eski Doğu Bloku ülkelerini hayli yakından tanıma fırsatını buldum. O ülkelerde o dönemde esen rüzgardan etkilendim şüphesiz. Sovyet rejiminin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu kanısına vardım. İlk Doğu Almanya’da, peşinden Çekoslovakya’da, Romanya’da, Ermenistan ve Gürcistan’da, Rusya’da, Rusya’nın özellikle taşra illerinde, bu duyguyu son derece kuvvetli bir şekilde hissettim. Milyonlarca insanın hayatını karartmışlar. Lanet olsun!
Şimdi aradan zaman geçince, hele Sovyetler yıkıldıktan sonraki otuz küsur yılın bilançosuna baktığımda daha dengeli yaklaşabiliyorum olaylara sanırım. Sovyet rejimi insanlık tarihindeki büyük bir deneydi. Eksantrik bir deneydi. Olağanüstü bir idealizmle ve büyük bir enerjiyle yeni bir toplum kurmaya çalıştılar. Bir ütopyayı hayata geçirmek istediler. Yüz binlerce akıllı ve dürüst insan canla başla buna inandı ve sosyalizmin zaferi için seferber oldu. Kısa bir süre için sanki başarılı olabilirlermiş gibi de göründü. Başka hiçbir şey başaramasalar, Berlin’den Vladivostok’a kadar yüz milyonlarca insanı asgari modern standartlarda bir ev sahibi yapmayı başardılar, ki kapitalist Batının yakınına bile gelemediği bir başarıdır. En alt tabakadan gelen bir gencin yıldızları hedefleyebileceği bir meritokrasi düzenini az çok oturttular. O da yabana atılacak bir şey değildir.
Maalesef çıkmaz bir yoldu. Yıkılmaya mahkumdu. İki sebeple yıkılmaya mahkumdu.
Bir. Bireylerin kendi adına servet edinme, topluma rağmen güç biriktirme içgüdüsünü bastıramazsın. Bastırmak istersen eğer, gitgide büyüyen ve gitgide etkisizleşen bir polis düzeni kurmak zorundasın. Aksi takdirde başa çıkamazsın. Öyle ya da böyle seni kandırırlar, etrafını dolaşırlar kanunların.
İki. Ulusal seferberlik, toplumda kısa süreli bir enerji patlaması yaratabilir. Fakat sürdürülemez. İnsanlar yorulur, bıkar. Çocuklarının geleceği derdine düşerler. Daha önemlisi, kolektif kazanımların idaresi gitgide büyüyen bir kamu bürokrasisi gerektirir. Bürokrasinin görevi ise toplumsal coşkuyu körüklemek değil köreltmektir. Yasa var yönetmelik var kardeşim, bugün git, yarın gel!
Böylece, öncü kuşağın onca fedakarlık pahasına, onca kırıp dökme pahasına kurduğu ütopya kısa zamanda tozlu bir anıya dönüşür. Yıldızları zaptetmek için kurduğun tesis, ilçe imar encümeni ile belediye bütçe komisyonu arasında yıllar süren beyhude yazışmalar sürecinde, avlusunu ot bürümüş bir bina cesedine döner, alt katını babuşkalar ele geçirip kaçak votka satış yeri yaparlar.