Makedonya’da neler görülür
Pazar Sohbeti
25 Ekim 2020
0:00
0:00

metin

Çocuklarınız ve onların arkadaşlarıyla birlikte Makedonya’daydınız. Oraları bize biraz anlatır mısınız?
Makedonya ilginç bir ülke. Modern ülkelerin hemen hepsi yapay ülkelerdir, yapay milliyetçilikler üzerine kurulu sanal ülkelerdir. Makedonya bu işin artık zirvesi gibi geldi bana. Fakat sempatik buldum, sevimli bir yer.
Üsküp’ten söz edelim. Üsküp kenti Vardar nehrinin iki yakasına kurulu bir şehir. Bir yakası tam bir İslam kasabası. Türkiye’de artık modern şehirciliğin tasallutu altında boğulmaya yüz tutmuş olan türde eski tip bir çarşı kasabası. Çarşı boyunca bir dizi cami, köfteciler, geleneksel manifaturacılar, kuru yemişçiler ve külüstür bir medreseden çevirme kafe. Son derece sempatik, son derece cana yakın bir çarşı. Nüfusu kısmen Türk, kısmen Arnavut fakat ezici çoğunlukla Müslüman olan bir kasaba. Nehrin karşısına küçük bir köprüyle geçiliyor, 50 metrelik kemerli eski bir yaya köprüsü. Öbür taraf bir Avrupa kenti. Taşra kenti sonuçta fakat Avrupai görünümlü ‘modern’ insanlar, kafeler, kiliseler filan. Bu ikisinin yan yana bulunması, adeta karışmaksızın yan yana yaşamını sürdürmesi çarpıcı bir hadise.
Son 15-20 yılda muazzam bir kentsel yenileme programına girişmişler. İki şeye ağırlık vermişler. Bir, inanılmaz sayıda heykelle süslemişler şehri. Öyle az buz değil, yüzlerce anıtsal heykel, klasik tipte, eli yüzü düzgün figüratif heykeller, milli kahramanlar, sanatçılar, hülyalı şairler, siyasi zulüm kurbanları. İkincisi, Yugoslavya zamanından kalma bütün o ruh karartıcı gri binaların fasatlarını beyaz taştan Viyana’ya Budapeşte’ye rahmet okutacak neoklasik, barok, neo barok, yalandan cephelerle donatmışlar. Kitsch sonuç olarak, ama kitsch’i belli bir seviyenin üstüne taşıyınca sanırım bayağı orijinal bir sanat eserine dönüşüyor. Grubunuzdaki sanata meraklı arkadaşların hepsi sahteliğine burun kıvırdı. Ama ben şahsen beğendim. Bu çağda, bu devirde, güzel bir orta boy şehir veya kasaba nasıl yapılır? Var mı bilen formülünü?
Ohri’yi nasıl buldunuz, Avrupa’nın en güzel kenti mi?
Hayır, Avrupa’nın en güzel kenti değil ama çok sevimli bir kent. Tarihi dokusunu tamamen korumuş, korumuştan ziyade tarihi dokusu yeniden ayağa kaldırılmış. İslami geçmişle Hristiyan geçmişin bu derece iç içe geçtiği çok kent yok dünyada. Bizans’tan kalma muazzam bir eski kilise, bir tane değil, dört tane, beş tane, son derece güçlü bir şekilde Ortodoks kültürünü yansıtan yerler. Hemen yanıbaşında cami, tekke, filanca paşa medresesi. Hepsi iç içe.
Ülke eski Osmanlı sentezinin tersine dönmüş bir yansıması sanki. Şu anlamda: Belirgin bir sınıf hiyerarşisi var. Egemen unsur ‘Makedon’ olarak adlandırılan ve Hristiyanlığı gitgide artan bir oranda ulusal kimliğinin ön planına çıkaran bir kesim. Ekonomik güç onların elinde, siyasi güç onların elinde. Bir de gettolaşma eğiliminde ya da ikinci sınıf vatandaş statüsünde olan Arnavutlar ve üçüncü sınıf vatandaş statüsünde Türkler var. Osmanlı sentezinin tam zıddı yahut simetriği diyebiliriz. Bu coğrafyada yüzlerce yıl boyunca İslam unsuru egemen olmuş. Devleti elinde tutan, ortak üst kimliği tanımlayan unsur olmuş. Hristiyanlar da yanı sıra az ya da çok barış içinde bir arada yaşamışlar. Şimdi bu tersine dönmüş. Şu aşamada rahatsız edici bir çelişki yok, fakat nüfus trendleri şimdiki gibi devam ederse yarın öbür gün neler olacağı meçhul.
Gezinin highlightları — neydi bunun Türkçesi, akılda kalan yerleri diyelim — iki tane. Biri Tetovo’da, yani eski adıyla Kalkandelen’de Abdurrahman Paşa Camii. Alaca Cami diyorlar. Deliler gibi resimlemişler, içini dışını desenlemişler. İnsanı mutlu eden bir cami, İslam dini mimarisinde pek rastlanmayan bir ölçekte insancıl ve renkli bir eser. Orada bizim çocuklarla kültür tarihi, sanat tarihi meselelerini konuştuk. Biliyorsunuz Türkiye’nin birçok yerinde resimli camiler ve yine aynı döneme ve aynı stile ait resimli konaklar var. Ege’de Ödemiş yakınında Bademye’de böyle bir boyalı cami var. Birgi’deki konaklar var. Tokat’ta yine böyle bir cami varmış. Bir tane Ezine tarafında var. Hepsinin duvarlarına belli bir stilde resimler yapılmış, her zaman şehir ve köy manzaraları ve çiçek motiflerinden oluşan bir süsleme tarzı. Hepsi 1820’lerin sonuyla 1830’lara tarihleniyor. Öncesi yok, sonrası da yok.
Bana öyle geliyor ki 1828 gibi bir tarihte mutlaka hukuki ya da siyasi bir karar olması lazım. Camilere resim yapmak caizdir diye bir fetva yahut izin çıkmış olması lazım. Çünkü imparatorluğun her yerinde aynı anda daha önce görülmemiş nitelikte ve tarzda figüratif resim geleneği yahut modası başlamış. Çok kısa sürmüş. 1840’lara gelindiğinde sona ermiş, devam etmemiş. Fakat kısa bir süre için İslam hukuku açısından, yasak demeyelim fakat tartışmalı olan, böyle bir şey yapsak doğru olur mu olmaz mı konusunda tereddüde yol açması muhtemel olan bir işe girişilmiş.
Sanat kalitesi olarak aslına bakarsanız oldukça düşük resimler bunlar. Avrupa kiliselerinde sergilenen resim sanatıyla kıyaslanamaz. Osmanlı yüksek döneminin soyut sanat ustalığıyla da kıyaslanamaz. Naif resimler bunlar. Benim görebildiğim kadarıyla belki bir model kitabından, bir motifler kitabından çalışmışlar. Tetovo’daki camide iç mekanın saçak altı baştan başa bir dizi kent manzarası ile bezenmiş. Minyatür şeklinde stilize üç dört düzine kent görüntüsü, evler, evler, ağaçlar, önünde bir liman veya nehir, yanda bir saray, arkada bir dağ, selvi ağaçları. Yine evler. Bunları dikkatle inceledik. Bir şeyin farkına vardık. Bunlar belirli bir yere ait olmayan soyut resimler. Fakat Türk ya da Osmanlı şehirleri değil, Avrupa şehirleri, İtalyan şehirleri. Hepsine minareler eklemişler, fakat minarelerin hepsi belirgin bir şekilde sonradan eklenmiş. Yani ön planda cami yok, sadece kent manzarasının fonunda karakaleme benzer bir şeyle tık tık tık minareler koymuşlar. Bu konuda herhangi bir literatür okumadım, teyit edici bir şey bilmiyorum. Fakat gözlerimin bana söylediği şu. Bir motifler kitabından şehir görüntüleri işlenmiş, sonra İslami bir şey olsun deyip minareler eklenmiş. Çok naif, çocuk resmi gibi resimler. Bayıldık, çok sevdik.
İkincisi Bigorov Manastırı, Debar yakınında, yani Arnavutluk sınırında, dağlarda. Mimari açıdan çok güzel bir manastır. Döktürmüşler adeta. Burada yaşasam dedirten güzellikte bir manastır.
Peki ne zaman yapılmış? 1995’te başlamışlar, 2015’te bitirmişler. Her şeyi yeni. Orada gerçi vaktiyle bir manastır varmış. Fakat Osmanlı yüzyıllarında uzun süre harap kalmış. Komünist rejim zamanında boşaltılmış, bir süre okul olarak kullanılmış, sefalet içinde kalmış. Yugoslavya dağıldıktan sonra, Makedonya bağımsız olunca ayağa kaldırmaya karar vermişler ve bir ulusal seferberlikle şahane bir iş başarmışlar.
İnanın bana, dünyada yüzlerce ve binlerce restorasyon gördüm bugüne kadar, görünüşe kolay aldanmam, bunu güzel yapmışlar. Dış görüntüyle yetinmemişler, malzemesiyle, yapım tekniğiyle, ruhuyla Bizans’ı ayağa kaldırmayı başarmışlar. Masraftan kaçınmamışlar. Büyük masraf yapmışlar. Bir devlet davası olarak üstlenmişler. Sanırım Rusya da yardım etmiş.
Peki nerede bu manastır? Arnavutluk sınırı yakınında. Debar olsun, Gostivar olsun, oradan Ohri’ye kadar, Struga’ya kadar yol boyu baştan aşağı Müslüman bölgesi. Manastıra yakın üç tane köy var karşı tepelerde, üçünde de kocaman camiler. Manastır bunların arasında, ben de varım diyor. Bunun siyasi anlamı nedir konusu açıldı, epey sohbet etme fırsatını bulduk. Modern milliyetçiliğin tezahürleri konusunda kendimizi biraz eğittik.