Lozan sona ererse ne olur
Pazar Sohbeti
1 Ocak 2023
0:00
0:00

metin

2023 Lozan Antlaşmasının sona ereceği yıl olarak kutlanıyor tüm yurtta, yavru vatanda ve dış temsilciliklerde. Bu ne demektir? Yüz yıldır mahrum kaldığımız doğal zenginliklerimize kavuşup hep beraber zengin mi olacağız?
Lozan Antlaşmasının sona ermesi şu demektir. Demek ki 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti lağvedilecek ve sınırları da ortadan kalkacak. Allah bilir sonuçları neler olur.
Çünkü, küçük bir detay belki, fakat Lozan Antlaşması bugün bildiğimiz Türkiye’yi uluslararası bir tüzel kişilik olarak kuran ve altı kara sınırının üçünü tayin eden antlaşmadır. Bugün bildiğiniz Bulgaristan, Yunanistan ve Suriye sınırları o antlaşma ile ortaya çıkmıştır. Irak sınırı da o antlaşmanın koyduğu ilkeler çerçevesinde ufak tefek düzeltmelerle iki üç yıl sonra kesinlik kazanmıştır. Başka neler olmuştur bu antlaşmayla? Türkiye’nin o tarihten beş yıl önce fiilen kaybettiği Arap ülkeleri, yani Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, resmen ve hukuken terk edilmiştir. 1912’de fiilen kaybedilen On İki Ada ve Kuzey Ege adaları üzerinde Türkiye hak iddia etmekten vazgeçmiştir. Şimdi bu hükümler iptal edilirse, eyvah eyvah, düşünebiliyor musunuz kopacak olan kıyameti?
Bugün bildiğimiz Türkiye’nin kuruluş belgesidir Lozan Antlaşması. İyi bir antlaşma mıydı, kötü bir antlaşma mıydı, biliyorsunuz, yıllardan beri tartışılagelmiş bir konu. Türkiye’nin o günkü koşullarda elde edebildiği en iyi antlaşma buydu bence. Her antlaşma birtakım tavizler vermeyi, birtakım realitelerle yüzleşmeyi gerektirir. Lozan’da da bu realitelerle yüzleşilmiştir. Sonuç olarak 1918’de feci bir yenilgiye uğramış, topraklarının beşte dördünü kaybetmiş bir devlet var ortada. Hem sadece Dünya Savaşı da değil, 1877-78 savaşında fiilen ortadan kalkmış ve Batılı devletlerin himmetiyle hayata tutunabilmiş bir devlettir. 1912-13’te yine bir tokatla darmadağın olup yıkılmış bir devlettir. Milli Mücadele yıllarında gerçi bütün dünyayı şaşırtan bir atılımla, her şeye rağmen yaşama azmini ortaya koymuştur. Şimdi Batılı devletlerin de yardımıyla, yeni esaslar üzerinde bir kez daha ayağa kalkmaya çalışacaktır. Lozan’ın anlamı bence budur, ne bundan eksik, ne bundan fazla. Başka devletler eğer senin düştüğün yerden ayağa kalkmana yardımcı oluyorlar, nefes alıp kendine gelmene fırsat tanıyorlarsa, yok efendim taviz vermem, onu da isterem, bunu da isterem, her şeyi isterem diyecek halin yok herhalde.
O zamanki Sovyetler Birliği sınırı ki şimdi Gürcistan ve Ermenistan sınırıdır, Lozan’dan iki yıl önce Kars ve Moskova Antlaşmalarıyla belirlenmişti. O sınırın hikayesini kısaca özetleyeyim isterseniz, günün birinde lazım olur. Üç Sancaklar denilen Kars, Ardahan ve Batum sancakları biliyorsunuz 1878’den 1918’e dek Çarlık Devletinin yani Rus İmparatorluğunun egemenliğindeydi. Rusya’da ihtilal olup Rus ordusu dağılınca 1918’de apar topar imzaladıkları Brest Litovsk Antlaşmasıyla bu yerler Türkiye’ye iade edildi. Ama bu antlaşmanın hemen akabinde kurulan Gürcistan ve Ermenistan devletleri direnmeye karar verince üç ilin kaderi 1921’e dek muallakta kaldı. Sonuçta Moskova Antlaşmasıyla Türkiye o mücadeleden galip çıktı. Sadece Batum şehri ve onun sırtındaki Acara Vadisi ile Kars’ın Akbaba ilçesi Türkiye’ye verilmedi. Zannediyorum bu iki yeri bırakmak karşılığında Türkiye Iğdır ilini aldı. Iğdır ili Brest-Litovsk paketine dahil değildi. Ondan önce de ta 17. yüzyıldan beri hiç Türkiye’ye ait bir yer olmamıştı.
Musul ve Kerkük, Lozan’da Türkiye’nin özellikle ve ısrarla üzerinde durduğu illerdi. O tarihte Irak’ın sahibi olan İngiltere bu yerleri Türkiye’ye vermeyi reddetti. Çünkü bu illerde petrol vardı ve petrol yeni çağın en önemli stratejik mal varlığıydı. Buna karşılık olarak Irak’ın petrol gelirinden her yıl belli bir payı Türkiye’ye ödemeyi taahhüt etti. O ödemeler de gerçi günümüze dek içinden çıkılamayan bir yılan hikayesine dönmüştür, o ayrı mevzu.
O günlerden bu yana Türkiye’nin sınırları iyi bilinen bir vaka ile çok az bilinen iki başka vakada değişmiştir. Ünlü olan vaka tabii Hatay’ın Türkiye’ye verilmesidir. Hatay, tarihî Türkiye topraklarına dahil olmayan, tarihî Suriye’nin parçası olan bir idari birimdi. Anladığım kadarıyla biraz Türkiye’nin Musul ve Kerkük davasında uğradığı hüsranın tesellisi olarak, biraz da yakında çıkması beklenen 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin tarafsız kalma sözüne karşılık Türkiye’ye verildi.
Az bilinen hadiselerden biri 1930 Ağrı isyanı vesilesiyle İran’la yapılan arazi değiştokuşudur. Bu olayda Türkiye’nin yaptığı bir emrivakiyle Küçük Ağrı Dağının tamamı Türk topraklarına katıldı. Karşılığında, bundan iki yıl sonra, Kotur kenti yakınındaki iki köy, Razi ve Belcük, İran’a terk edilerek sulh sağlandı.
Diğer hadise hakkında ne kadar arasam da bilgi bulamadım. Hakkari’nin güneyinde, Şemdinli ile Oramar arasında Irak sınırı, biliyorsunuz, bir dirsek yapar. O dirseğin Irak tarafında Nevçelan denilen bölge vardır. Dehşetli dağlık, ulaşımı güç bir ülke. O alanda 1928 tarihli İçişleri Bakanlığı listesinde Türkiye’ye ait görünen dört köy şimdi Irak’a ait. Buna karşılık Şemdinli ilçesinin en güneyi olan Rubaruk ki şimdi Derecik adıyla ayrı bir ilçe haline getirildi, orası da Irak tarafından Türkiye’ye verildi gibi görünüyor. Mamafih ayrıntısını bilmiyorum. Adeta devlet sırrı gibi bir konu, internette tek kelime bilgi bulunmuyor bu konularda.
Bu birkaç detay dışında Türkiye’nin bugünkü sınırları 1923’te çizilen Lozan sınırlarıdır. İyi sınırlar mıdır değil midir sizin takdirinize kalmış. Arzular ve hayallerle realiteler arasında bazen çelişkiler olabiliyor, bunu da göz önüne almak lazım.
Atatürk’ün söylediği bir sözmüş, sözde demiş ki, Allah nasip eder ömrüm vefa ederse, Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil, Batı Trakya’yı, Türkiye hudutları içine katacağım demiş. Bu sözü 1933 yılında Truman’a söylediği iddia ediliyor.
Şimdi hemen çek ettim, Truman 1933 yılında Missouri eyaletinde İş ve İşçi Bulma Kurumunun başkanıydı. Atatürk’le nasıl görüştü, çok muamma bir konu. İkincisi, Selanik dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine almak nasıl oluyor anlamak mümkün değil. Çünkü Atatürk iyi kötü oralı olduğuna göre Selanik’in Batı Trakya’da olmadığını bilmesi gerekir. Batı Trakya’yı talep etmesi hadi diyelim ki büsbütün akıl dışı olmayan bir talep olsun. Çünkü Batı Trakya nüfusunun tamamına yakını o tarihte Türktü, şimdi de büyük oranda Türktür. Oranın 1919’da Bulgaristan’dan alınıp Yunanistan’a verilmesi de Türkiye’ye sorulmadan yapılmış bir emrivakiydi. Oysa ki Yunan Makedonyası, yani Selanik, 1912’de çatır çatır savaşarak kaybedildi. 1923’ten sonra Türk ve Müslüman unsurundan tamamıyla temizlendi. Kısacası Selanik ve Makedonya ayrı yer, Batı Trakya ayrı yer. Dolayısıyla Atatürk’ün böyle bir söz söylediğini pek sanmıyorum.
Elbette Türkiye’de 1930’lara, 40’lara kadar pek çok insanın gönlünde böyle beklentiler olmuştur. Makul bir şeydir bu. Bir insanın uzvu kesilirse nasıl o uzuv uzun yıllar boyunca özlenir, insanlar sanki o uzuv varmış gibi hissederler. Aynı şekilde bir ülkenin hayati birtakım bölgeleri tarihin ve kaderin oyunları sonucunda o ülkeden koparsa, o ülke bunun acısını çeker bir müddet.
Fakat şunu hatırlamamız lazım. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda mağlup ülkelerin tümü, hatta galiplerin de birkaçı muazzam toprak kayıplarına uğradılar. Avusturya-Macaristan paramparça edildi. Macaristan krallığının bin yıllık topraklarından dört tane devlet çıkartıldı. Bulgaristan’ın vatan saydığı koca vilayetleri elinden alındı. İtalya, savaşın galip tarafında olduğu halde baştan başa Dalmaçya kıyılarını kaybetti. Baltık ülkeleri ile Batı Ukrayna, Sovyetler Birliği kisvesi altında Rus egemenliğine girdi. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllar, tüm Doğu Avrupa uluslarının, tüm Avrupa uluslarının içten içe kaynadığı, hırslı bir şekilde günü gelecek de intikamımızı alacağız duygusuyla yaşadığı bir dönemdir. Büyük haksızlığa uğradık duygusu hepsine hakimdir. Doğal olarak Türkiye’de de bu duygunun bir parçası vardır. Fakat tüm bu devletler arasında var olan durumdan en çok memnun olan ve dolayısıyla her türlü revizyonizme prensip olarak karşı çıkmış olan devlet Türkiye’dir. Macaristan öncülüğünde Doğu Avrupa ülkeleri bir intikam koalisyonu kurduklarında, Türkiye ısrarla bunun dışında kalmıştır. Rahmetlinin, yurtta sulh, cihanda sulh sözü var bildiğiniz, gayet spesifik bir bağlamda söylenmiş bir sözdür. Soyut anlamda barış, huzur, kardeşlik vesaireden bahsetmiyor adam. Dünya Savaşından sonraki düzenlemelerden biz memnunuz, statükoyu korumaktan yanayız diyor. Balkan Paktı müzakereleri sırasında söylenmiş bir sözdür. Bazı Doğu Avrupa ülkeleri 1930, 1931’de, sınırları değiştirelim, gerekirse savaşalım havalarına girmişken Türkiye demiş ki, yoo, biz Lozan’dan memnunuz, komşularla aramızda sorun yok, barışa devam.
Cumhuriyet Türkiye’sini birçok açılardan eleştirmek mümkündür ama dış politikada saldırgan emeller beslemekle itham etmek çok doğru bir yaklaşım olmaz diye düşünüyorum.