Libertaryenlik sınavında nasıl sınıfta kaldım
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
19 Haziran 2022
0:00
0:00

metin

Sağlık hizmetleri devletin vatandaşlarına borçlu olduğu bir hak değildir, katılır mısınız?
Katılmam. İnsanların diğer insanlara karşı ödevleri vardır. Toplumun ortak iradesini temsil eden kamunun da insanlara karşı ödevleri vardır. Zor durumdaki insanlara yardım etmek bu ödevlerin başlıcasıdır. Hastalık ve malullük de zor durumların en zorlarından biridir.
Bugünkü durumda iş çığırından çıkmıştır, o başka. Sağlık saplantısı, kamu fonlarının dev bir payının sorgusuz sualsiz bir medikal oligarşiye aktarılması sonucunu doğurmuştur. Toplumun bu sayede daha sağlıklı hale geldiğine dair güçlü bir kanıt da ben göremiyorum. Sanırım yapılması gereken en önemli reform, kamunun 65 yaşının üzerindeki insanlardan sağlık hizmetlerini çekmesidir. Özel sigortası için para biriktirmişse kendi bileceği iş, fakat kamunun buna alet edilmesi yanlıştır. Belki gözlüktü, dişçiydi gibi nispeten ucuz rutin hizmetler sübvansiyone edilebilir. Fakat kamunun sağlık yatırımını, bütünüyle, toplumun geleceğini temsil eden çocuklara ve gençlere yönlendirmesi lazım diye düşünüyorum. Kısa bir süre sonra nasılsa ölecek insanları biraz daha yaşatmak için harcanan devasa toplumsal fonları ben akıl dışı buluyorum.
Toplu haklar, azınlık hakları veya ırk, cinsiyet, din veya cinsel yönelim temelli haklar diye bir şey olmamalıdır, katılır mısınız?
Katılmam. Kültürel haklar insan haklarının çok önemli bir boyutudur. Bireysel hakların öznesi olan birey soyut bir dünyada yaşamaz. Gelenek ve alışkanlıkları vardır. Kendini ait hissettiği insan toplulukları, kısaca kimliği veya kimlikleri vardır. Bunlar insan yaşamını anlamlı kılan temel verilerdir. Bunları isteyen istediği gibi kırsın, döksün, ama bireylerin gazeteye yazı yazma özgürlüğü olsun, mahkemelik olursa düzgün yargılansın, kimse malını gaspetmesin demek insanlarla alay etmek gibi bir şey. İnsanoğlunun en temel hakkıdır, ait olduğu kültürü koruyabilmek. Onun töresini ve alışkanlıklarını aynı töre ve alışkanlıklara sahip olan diğerleriyle paylaşabilmek.
Cinsiyet ve cinsel yönelim haklarını bundan ayrı tutuyorum. Kolektif haklar değil bunlar. Her insanın sahip olduğu bireysel haklar çerçevesinde ele alınması gereken şeyler. Tüm bireylerin eğer beden bütünlüğü, ifade özgürlüğü, gasp ve zorbalıktan muaflık hakkı korunuyorsa, buna cinsel haklar da dahildir, farklı cinsel yönelimler de dahildir. Kolektif haklar dediğimiz zaman belli bir töreye veya kültüre sahip insanların bir topluluk oluşturma hakkından söz ediyoruz. Dini cemaatler, etnik gruplar, bölgesel kültür hakları buna dahildir. Cinsiyet ise bir kültür değildir. Şu kadim töre ve alışkanlıklarımdan vazgeçersem ben kadın olmaktan çıkarım, dolayısıyla bu töre ve alışkanlıklar benim varlığımın vazgeçilmez unsurudur diyemezsin. Keza eşcinsellik de bir töre veya kültür değildir. Bunların herkesi kapsayan evrensel haklardan ayrı birer grup olarak tanımlanmasını birçok açıdan sakıncalı buluyorum.
Organ nakli için insan organlarının ticareti, rıza gösteren yetişkinleri içerdiği sürece yasal olmalıdır, katılır mısınız?
Katılmam hayır. İlk bakışta doğru bir fikir gibi görünüyor fakat uygulamada bunun doğuracağı sorunların altından kimse kalkamaz diye düşünüyorum. ‘Rıza gösteren yetişkinler’ ibaresi burada sorunludur. Rızanın ne kadarı ve hangi koşullarda mutlak bir şekilde özgür ve akli iradeyi temsil eder? Bu mesele zannettiğinizden çok daha karışık bir meseledir. Çünkü insanlar birtakım mecburiyetler altında yaşarlar. İnsanlar hemen hemen hiçbir zaman, tam manasıyla bağımsız, dünya gailelerinden kurtarılmış bir iradeyle karar vermezler. Hemen her zaman mecburiyet altında karar verirler. Bunları regüle etmeden insanların serbest iradeleriyle kendilerini satmalarına izin veriyoruz demek, dehşet verici istismar kapılarını açabilecek bir ilkeye geçit vermektir.
Öldükten sonra satabilsinler mi? O biraz daha makul bir şey ama yine riskli. Bir böbrek uğruna insanların katledilmeyeceğinden, yahut organ tahsildarları tarafından ölüme zorlanmayacağından emin olmak lazım.
Özel şirketlerin kendi para birimlerini basmalarına izin verilmeli midir?
Tabii. Çek dediğimiz şey, özel şirketlerin tedavüle çıkardığı paradır değil mi? Borçlanma tahvili keza öyle. Monopoli parası çıkarmanın önünde de bildiğim kadarıyla yasal bir engel yok.
Siyasi partiler üyelerinin ödemeye razı oldukları dışında herhangi bir vergi veya devlet desteği alma hakkına sahip olmamalıdır, katılır mısınız?
Bugün geldiğimiz noktada siyasi partilerin herhangi bir toplumsal faydası kaldığına inanmıyorum. Hepsinin lağvedilmesi en doğrusu olur. Ancak var olan sistemde siyasi partiler kamu desteği almasın demek, sadece paralı çıkar gruplarının satın alabileceği partiler kalsın, diğerleri kapansın demektir. Pek adil bir öneri sayılmaz.
Belki siyasi partilerin özel şahıs ve kuruluşlardan alabileceği yardım miktarını radikal bir şekilde kısmak en doğrusudur. Paralı siyasi parti veya aday reklamları da esaslı bir şekilde kısıtlanırsa belki makul bir denge sağlanabilir.
Mülkiyet hakları, diğer insan haklarıyla aynı düzeyde korumaya tabi olmalı mıdır?
Özel mülkiyet negatif bir haktır, başkalarının bir mal üzerindeki tasarruf hakkını sınırlamak anlamına gelir. Bu anlamda, temel insan hakları kategorisine giren diğer haklardan nitelikçe ayrıdır. Mutlak bir hak olarak formüle edilemez, çünkü birinin hakkını mutlaklaştırdığın anda diğerinin hakkını sıfırlamış oluyorsun. Bir kere kamunun sağlığını, güvenliğini, mutluluğunu, geçimini, refahını, estetik kıvancını etkileyebilecek sahalarda özel mülkiyet hakkının kuvvetle kısıtlanması gerekir. Ne bileyim, tarım arazisini kötüye kullanma hakkı olmamalı. Şehirlerde çirkin bina yapma hakkı olmamalı.
Arazi mülkiyeti insanlık tarihi boyunca her zaman kamusal kontrole tabi olmuştur. Ve haklı olarak böyledir. Çünkü arazi sınırlı bir niceliktir; tüm toplumun arazi üzerinde birtakım ortak hakları vardır. Her halükarda arazi üzerinde mülkiyet hakkının tesisi ve o hakkın korunması her zaman kamunun askeri ve polisiye tedbirlerine muhtaçtır, dolayısıyla kamuya karşı belli yükümlülüklerle bağlıdır. Artı, biraz feodal kafalılıkla suçlanma pahasına şunu söyleyeyim, mülkiyet hakkı altsoyun haklarıyla da sınırlanmalıdır. Miras hakkının bence doğal bir uzantısıdır, sahip olduğu mülkün uzun vadeli değerini düşürecek tasarruflardan kaçınmakla da mükellef olmalı mülk sahibi.
Belki bir toplumun üzerinde ittifak ettiği minimum bir mülkiyet yelpazesini çok kuvvetli bir şekilde koruma yoluna gidilebilir. Sanırım başını sokabileceğin bir ev, bir taşıt aracı, asgari bir geçimlik gelir, belli bir sınıra kadar tasarruflar, bir mezar yeri, bunlar çok katı kurallarla korunmalı. Ayranı kabaran şirket, banka, devlet, asker, elektrik idaresi, vesaire bunlara hiçbir koşulda el atamamalı. Fakat bundan ötesi pazarlığa tabi olmalı.
Doktorlar, psikologlar ve benzerleri için devlet onaylı tıbbi ruhsatlandırma kaldırılmalı mıdır?
Muhtemelen evet. Bugünkü durumda bu meslekler bir tür mafya teşkilatı gibi işlemektedir. Ruhsatlandırma tekelinin iyice gevşetilmesi ve hatta büsbütün kaldırılması doğru olur sanıyorum. Tıp ve psikoloji sanatları da bundan istifade edecektir tahminimce.
Tüm uyuşturucular yasal olmalı mıdır?
Emin değilim. Şimdiki durumda yasaklar, bir yandan akıl almaz bir polis-mafya kartelinin, diğer yandan yine aynı boyutlarda bir ilaç imparatorluğunun oluşmasına hizmet etmiştir. Buna bir çare bulunması gerektiği açık. Buna karşılık tam deregülasyonun bugünün dünyasında yol açacağı toplumsal yıkıma aklı başında birinin olur demesi de mümkün değil.
Legal ve illegal uyuşturucu kârlarını kısıtlamaya yönelik tedbirlerle başlanabilir belki. Kâr düşünce piyasa küçülebilir. Fakat uyuşturucu sorununun altında yatan sebepler çözülmedikçe çok fazla yol alınabileceğini sanmıyorum. Temel sebep anomidir. Toplumsal dayanışma duygusunun ve toplumsal dayanışma mekanizmalarının tahribidir. Bunun da çözümü herhalde liberterliğimiz az geldi daha da liberter olalım değil.
Sabıkası olmayan kişilerin silah sahibi olmasına izin verilmeli midir?
İnsan öldürmekten başka makul bir işlevi olmayan bir aleti bulundurmanın medeni bir toplumda ne yeri olabilir?
Amerika Birleşik Devletlerinden copy paste edilmiş bir gündem maddesi bu. Amerika’da bir ölçüde makul bir anlamı olabilir çünkü Amerikan toplumu medeni bir toplum değil. Diğer toplumlarda böyle bir sapıklığın ilgi çekmesi sanırım polisin aşırı silahlanmasının ve topluma karşı bir savaş pozisyonunu benimsemesinin bir sonucudur. Bütün dünyada polisin aşırı silahlanmasında ise iki faktörün rolü var bence: Bir, Amerika’dan dünyaya yayılan polis propagandası filmleri, ve iki, ürün pazarlayan silah firmalarının çabaları. Ben prensip olarak silahlı polisleri iyi gösteren Hollywood filmlerini boykot ediyorum. Tiksindirici buluyorum. Bütün dünya böyle görse ve bunları boykot etse sorduğunuz soruya gerek kalmaz.
Soruları bir bütün olarak ele almak gerekirse iki şeye değinmek gerek. Birincisi, sadece haklar üzerine kurulu bir siyasi veya ahlaki veya hukuki teori geçersizdir. Çünkü hakların karşılığı ödevlerdir. Haklar ancak ödevlerle birlikte oldukları zaman bir anlam ifade eder. Yoksa kör döğüşünü savunmuş olursunuz. Bu benim hakkım iddiasıyla ortaya çıkan herkesin mutlak özerkliğini öneriyorsunuz demektir. Oysa insanlar toplum içinde yaşarlar ve birbirlerine karşı görevleri de vardır. Diğer insanları da düşünmek, onları da yaşatmak, onların da refahını gözetmek mecburiyetindedirler. Kamunun hakkını inkar ettiğiniz zaman, özetle güçlü olanın kayıtsız şartsız egemenliğini savunmuş olursunuz. Kamunun haklarını savunmakla yükümlü bir ortak irade yoksa o toplumda silah egemen olur. Daha güçlü olan, daha zengin olan, etrafına daha çok ordu toplayan, silahlı çete toplayan, diğerlerini haraca kesme imkanına sahip olur. Bunu kabul etmek mümkün değil diye düşünüyorum.
İkincisi kişisel bir kanı. Bunca yılın siyasi düşünce ve tartışma sürecinin ardından geldiğim nokta şu ki, ideal toplumsal düzen tanımlanamaz. Yok öyle bir şey. Konjonktürel olarak şu anda eğer kamu otoritesi fazla güçlenmişse o zaman ona karşı mücadele etmek lazım. Bencillik ve keyfilik toplumda almış başını gitmişse toplumun ortak çıkarlarına, o zaman ortak refah ve iyiliğine yönelik kararları ve mercileri desteklemek lazım. Bu yetkiyi ele geçirmiş olanlar fazla küstahlaşmış, güçlenmiş ve kimseyi tanımaz hale gelmişlerse onlara karşı bireylerin haklarını savunmak lazım. Yani sürekli değişen ve sürekli olarak dengelenmesi gereken bir dinamik denge söz konusu olmalı, siyasi düşüncenin ana fikri olarak. Bilmiyorum, bir anlam ifade ediyor mu bu dediğim?
Ayn Rand hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Aynı soruların bir başka versiyonu bu. Ayn Rand’ı okumadım. O yüzden bilmiyorum. Doğrusunu isterseniz Amerika Birleşik Devletleri gibi bencilliğin bir erdem sayıldığı, ben kendi keyfime bakarım, başkası beni ilgilendirmez felsefesinin matah bir şey zannedildiği bir toplumdan hayırlı bir siyasi veya ahlaki veya hukuki teorinin çıkması ihtimalini zayıf görüyorum. O yüzden pek de okumaya hevesli olmadım.
Her zaman istisnalar olabilir de gerçi...