Lenin’inki mi büyük, Atatürk’ün mü
Pazar Sohbeti
23 Ekim 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Lenin ile Atatürk’ü siyasi devrim açısından kıyaslar mısınız? İkisinin de kurduğu devletler neden yükselemedi? Buna benzer bir başka soru: Cumhuriyetin ilk 10 senesi mi reform açısından daha verimliydi, 2002-2012 arası AKP dönemi mi?
Lenin ile Atatürk’ü kıyaslayarak başlayalım. Lenin demeyeceğiz çünkü Lenin fazla bir şey başaramadı. Sadece bir darbeyle iktidarı ele geçirdikten sonra bir kaos döneminde ayakta durmayı başardı. Lenin’in açtığı çığır üzerine bir devlet inşa eden Stalin’dir. Stalin’le Atatürk’ü kıyasladığımızda ise, Alfa Romeo’yla Murat 124’ü kıyasladığımızda kapıldığımıza benzer bir duyguya kapılırız. Bir tarafta, çökmüş ve bitmiş bir ülkeyi yirmi yılda dünyanın ikinci en büyük sınai ve askeri gücü haline getiren, tarihte benzeri görülmemiş bir toplumsal seferberlik var. Öbür tarafta ise, iki üç kentin birkaç mahallesi boyutunda, Sovyetler’den ilham alan derme çatma bir gecekondu reformu var.
Benzer şeyleri hedeflediler. Sanayileşme, devlet teşkilatının merkezileştirilmesi, bir siyasi parti kurularak ülkenin birtakım siyasi sloganlar çerçevesinde seferber edilmesi, eğitim reformu, dil devrimi, buna benzer şeyler. Sovyetler Birliği’nde başardıkları dudak uçuklatıcı şeylerdir. Ülke çapında beş bin şehir ve yüz bin köyü sıfırdan yeniden inşa etmek gibi işlere giriştiler. Asya’nın kör taşrasında her ile yüksek okul, her kasabaya senfoni orkestrası kurdular. Dünyanın en iyi sanatçıları ile bilim adamlarının bir kısmını yetiştirdiler. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk otuz yılında bir avuç şeker fabrikası dışında inşa edilmiş bir şey göremezsiniz. Ankara’dan başka yeni bir şehir, kasaba, köy yapılmamıştır. Eskilerde de ne yeni bir gelişme, ne yeni bir heyecan, ne yeni bir meydan, yeni bir anıtsal bina, yok öyle şeyler. Türkiye’nin imkanları deyip geçiştirmeyin bunu. Cumhuriyet’ten otuz kırk yıl önce, Abdülhamit istibdadının en durgun yıllarında yeni göçmenler için sıfırdan bin tane köy inşa etmiş Türkiye. Tek Parti rejiminin sanat, bilim, düşünce alanında yaptıkları da müsamere seviyesinde göstermelik işlerdir. Gerçek bir kalkınmadan ziyade, Çarlık zamanındaki Potemkin köyleri tarzında demonstratif işleri seçmişler.
İki temel sebebini görüyorum ben bu başarısızlığın. Birincisi Kemalizm’in reform iradesinin göstermelik ve yüzeysel karakteridir. Esas olarak vatan-millet-sakarya retoriğiyle yönetmişler. Yanısıra Batılı devletleri ve İstanbul-İzmir burjuvazisini hoşnut etmek için birtakım reformist temaları vitrine koymuşlar. İkincisi, tabii, ülkede ciddi bir reformun yükünü sırtlanabilecek olan sınıf ve zümrelerin 1915 ile 1923 arasında yok edilmiş olmasıdır. Rusya’da reformun taşıyıcısı önce Ruslar sonra Yahudilerdi. Onlarla devam etti Rusya. Türkiye’de ise o kapasite ancak Ermenilerde ve biraz da Rumlarda vardı. Onlar gidince elde bir şey kalmadı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılıyla AKP’nin ilk on yılının karşılaştırılmasına gelince, ibre sanırım Cumhuriyet’ten yanadır. Kalkınma ve yeniden yapılanma hamlesinde başarılı değildir Tek Parti rejimi, ama kurumsal yapıda ve eğitimde cesur adımlar atabilmiştir. 600 yıllık monarşinin tasfiyesi, dini referansların anayasadan ve hukuktan kaldırılması, yazının ve dilin yeni baştan yapılanması, bunlar yabana atılacak işler değil. AKP’nin 2012 öncesindeki performansı umut verici bir performanstı. Fakat sonuçlarına baktığımız zaman incir çekirdeğini doldurmayan şeyler buluyoruz. Avrupa Birliği’nin zoruyla mahkemelerde, bir hakim yerine üç hakim mi olacak, savcının sandalyesi alçak mı olacak yüksek mi olacak gibi konularda birkaç çekingen adım attılar. Doğru adımlardı, vesaire, ama cesur adımlar değildi. Devrimci bir hamle yoktu AKP döneminde. Abartmayalım yani, her şeyi ölçüsünde tutmak lazım.