Kürtaj hak mıdır
Pazar Sohbeti
26 Haziran 2022
0:00
0:00

metin

Yaşam anne karnında ne zaman başlar? Ensest, tecavüz, reşitlikten önce hamilelik, bebeğin yaşam kalitesinin olmaması gibi durumlarda sizce meşru mudur?
Bu konuda ikircikli konuşacağım. Bir yandan, vakaların yüde doksandan daha fazla kısmında kürtajın ahlaken savunulabilir bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Diğer yandan toplumsal gerçekler var ve bugünün dünyasında şöyle ya da böyle kürtaja müsamaha gösterilmesi ve bir yasal çerçeve içine alınması şarttır. Yasakladığın zaman ortaya çıkacak olan sıkıntılar ve sorunlar sağladığı faydadan daha büyük zarar getirecek olan şeylerdir.
“Benim bedenim, kimse karışamaz” şeklinde özetlenen söylem bana inanılmaz derecede sığ ve ahlaksız geliyor. Bir beden söz konusu değil, iki beden söz konusu. Eğer hak diye bir şeyden söz edeceksek sadece annenin değil çocuğun da hakları var, üstelik sanırım çocuğun yaşama hakkı her koşulda annenin bedensel özerklik veya duygusal konfor haklarına koz basar. Yanı sıra, daha az oranda olmak şartıyla babanın da hakları var. Dolayısıyla, benim vücudum istediğimi keserim diye bir şey olamaz. Kadın vücudu tuhaf bir hadise. Bir vücut değil, bazen içinde ikinci bir vücut olabiliyor.
Yaşam anne karnında ne zaman başlar sorusu ise en az iki bin yıldan beri filozofların, tabiplerin, din adamlarının ve hukukçuların tartıştıkları ve çözüme ulaşamadıkları bir konu. İlkahtan, yani döllenmeden başlar diyen görüş yüzyıllar boyunca ağır basmıştır. Çocuğun kalbi atmaya başladığı zaman, yani hamileliğin altıncı yedinci haftası başlar diyen görüş mevcuttur. Viabilite yani erken doğumda hayatta kalabileceği yaş, sanırım 22ci veya 23cü hafta esastır diyen var. Akılla ya da gözlemle çözülebilecek bir problem değil, felsefi bir problem. Nihai çözümü olmayan bir soru.
Amerikan Yüksek Mahkemesinin geçen hafta verdiği karar bütün dünya gündemini işgal etti. Özü şuydu: Bundan elli sene önce aynı mahkeme, Amerikan anayasasında hiçbir dayanağı olmadığı halde zorlama bir yorumla kürtajı federal düzeyde yasal hale getirdi. Hatta yasa koyucu rolünü üstlenerek ayrıntılı bir kürtaj nizamnamesi önerdi. Bugün yaptıkları şey, bu kararı Anayasaya aykırılık gerekçesiyle ortadan kaldırmak. Federal hükümetin böyle bir yetkisi yoktur diyor. Elli eyaletin her biri kendi demokratik süreçleri içinde kendi kararını verebilir ve vermek zorundadır diyor. Kürtajı yasaklamıyor. O konuda berbat bir bilgi kirlenmesi var. İster kürtajı yasaklasın, ister kurallara bağlasın, ister büsbütün serbest bıraksın, eyaletlerin bileceği iştir diyor. Sanıyorum bu konuda alınabilecek en makul, hukuka ve hakkaniyete en uygun karardır.
Bir başka boyutu var olayın ki yeterince onun üzerinde durulmadı. Gitgide artan bir oranda bir ikilemle karşılaşıyoruz. Bir tarafta ‘ilerici’ diye bilinen ya da Amerikan söyleminde Liberal diye adlandırılan kesimin tercihleriyle demokrasinin gerekleri arasındaki zıtlık gitgide vahim bir hal aldı. Mahkeme diyor ki ‘ilerici’ denilen bakış açısının empoze ettiği kural bir yana, öbür yanda memlekette demokratik yoldan seçilmiş elli tane eyalet parlamentosu var, kararı onlara bırakalım, demokrasinin gereği budur. Liberaller isyan ediyor, vay siz böyle mühim bir konuda kararı nasıl cahil halka bırakırsınız diyerek. Kaldı ki eğer iddia ettikleri gibi Amerikan toplumunun yüzde yetmiş küsuru kürtaj serbestliğinden yanaysa, neden elli eyaletin birçoğu kamuoyu tercihlerinin aksine karar verir gibi bir beklenti içindeler? Bu da tuhaf bir şey. Eğer Amerikan toplumunun yüzde yetmişi kürtajın serbest olmasından yanaysa o zaman eyalet parlamentolarının aşağı yukarı yüzde yetmişi halkın tercihleri doğru tutusunda karar verecektir, değil mi?
Sinir sistemi gelişmemiş, acı çekmesi mümkün olmayan fetüsün aldırılması sizce ahlaki bir problem midir?
Cinayetin ahlaken yanlış sayılmasının sebebi cinayete kurban olan kişinin acı çekmesi değildir. Bir insanı veya potansiyel bir insanı öldürmenin rasyonel fayda hesabına vurulamayacak bir şekilde, ahlaki temelde yanlış olduğu kabul edilmiştir. Aksi takdirde herhangi bir insanı acı çektirmeden öldürmenin makbul olduğunu söylemiş olursunuz. Mesela fazla zırlayarak annesini rahatsız eden küçük bir çocuğu geceleyin bir iğneyle öldürmek, eğer acı çekmeyecekse, haklıdır demiş olursunuz.
Öldürmeyi suç saymamızın nedeni kurbanın acı çekmesi değildir. Çoğu zaman şiddet yoluyla öldürülen insanlar ciddi bir acı çekmezler. Kafasından bir kurşunla vurduğunda ne olacak ki? Üç saniye acı mı çekecek? Kayda değer bir şey mi bu? Değil. Buna rağmen kafasından kurşunla vurmayı da ahlaken ve hukuken cürüm sayıyoruz.
Dediğim gibi, hangi noktada çocuğun hakları annenin haklarıyla eşdeğerlik noktasına gelir konusunu bugüne dek, iki bin yılda, hiç kimse her türlü tartışmayı bitirecek şekilde, objektif olarak tanımlayamamış. Tam anlamıyla içinden çıkılmaz bir konu.
Şunu göz ardı etmemek lazım. Eğer belirleyici unsur kadının kariyeri, hayat tercihleri, kişisel konforu, ekonomik durumu ise ve bu faktörler anneye çocuğun hayatına son verme yetkisi tanıyorsa, aynı argüman, doğmuş olan çocuğu öldürmek için de geçerli olur. Benim hayatım, benim sütüm, benim konforum, benim sağlığım, benim kariyerim. Bu çocuk iki yaşına geldi, her gece zırlıyor, beni uyutmuyor, kariyerim mahvoldu, işe gidemiyorum, sabahları otobüsü kaçırıyorum. Hadi bunu öldürelim. Aynı mantık. İki yaşında çocuğu öldürdüğün zaman sinir sistemi ne kadar gelişmiş olabilir ki? Neyi anlayacak ki? Ne kadar acı çekecek? Sıkarsın boğazını, oldu bitti. Değil mi?