Kürdistan’a şeyhler nasıl hakim oldu
Pazar Sohbeti
16 Temmuz 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Halidilik ve Halidiliğin Kürdistan’daki işleri hakkında bilgi verir misiniz?
Hâlidîlik genellikle Türkiye’de Nakşibendilik diye bilinir. 19. yüzyıl başlarında, 1810-1820 yıllarında Mevlana Halid-i Bağdadi adlı zat-ı muhterem Bağdat’ta o tarihlerde bir tıkanma ve duraksama içinde olan Nakşibendilik tarikini yeniden canlandırdı. Büyük bir rehberdi. Kendi terminolojileriyle bir veliyullahtı, yani Allah dostu idi. Müritlerinin çoğu Kürttü. Bu müritler bir sonraki kuşakta Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde dergah kurdular. Şeyh Taha Hakkari Şemdinli’de, Şeyh Ali Sebti Palu’da, sonraki kuşakta Şeyh Sıbğatullah Arvasi Hizan’da, Abdurrahman Taği Muş yakınındaki Norşin’de dergahlar oluşturdular. Ve kısa zamanda Osmanlı hükümetinin de desteğiyle bir çeşit feodal egemenlik tesis ettiler. Ağ gibi iki üç kuşak içinde Kürt ülkesini neredeyse baştan aşağı sardılar ve ele geçirdiler.
Bunun arka planında ne vardı? Bunun arka planında, İkinci Mahmut ve Tanzimat döneminde doğudaki Kürt beyliklerinin Osmanlı tarafından tasfiyesi vardı. Ortaçağdan beri, 14.-15. yüzyıllardan beri Kürdistan fiilen bağımsız Kürt hanedanları tarafından yönetilmişti. Bunlar babadan oğula veya amcadan yeğene hüküm süren, kendi ordularına sahip, kendi vergisini kendi toplayan ve uygun bir miktarı Osmanlı’ya haraç olarak ödeyen beyliklerdi. Yerle bir edildiler. Kaleleri yıkıldı, orduları dağıtıldı, inat edenler öldürüldü veya Fizan’a ve Girit’e sürüldü.
Beylikler kırılınca Kürdistan 1830’lardan itibaren büyük bir kaos içine girdi. Beylikler döneminde bölge halkının, yani köylünün büyük bir bölümü Ermeniydi. Örneğin Muş Ovasının bütün köyleri Ermeni köyü. Van köylerinin neredeyse hepsi, Hizan köyleri, Sasun köyleri hep Ermeni. Muş merkezde mîr hüküm sürüyor, kendi komutanları ve yönetici kadrosu ile birlikte. Yaylada Kürt aşiretleri geziyor, arada da kritik yerlerde birkaç tane Kürt köyü var. Buydu sosyal yapı. Alışık oldukları düzen buydu. İyi kötü bir statüko oluşmuştu. Bir dengesi vardı işin. Bu denge bozulduğunda kaos yaşandı. Yağma ve katliam oldu; Ermeni toplumunun ana dayanağı konumunda olan manastırlar talan edildi, mülkleri gasp edildi.
Bunun peşinden Nakşibendi dergahları gelip yeniden egemenliği kurduklarında bu dergahlarla Ermeni köylü arasındaki ilişki, daha önceki mirlerle Ermeni köylü arasındaki ilişkiden farklı nitelikteydi. Bunu izleyen dönemde doğudaki Ermeni köylünün önemli bir kısmı Müslüman oldu. Mirin egemenliğinde, kendi kilisesine, kendi manastırlarına sahip Ermeni köylüye dayalı olan sosyal düzen, bir din adamı olan şeyhin yönetiminde başka bir niteliğe büründü. Mesela Hizan halkının neredeyse tümünün daha önce Ermeni iken 1860 ila 1880 arasındaki dönemde Müslüman olduklarını görüyoruz. Bahçesaray yani Müküs’te aynı şeyi görüyoruz. Mutki’de bunun izlerini görüyoruz. Büyük bir Müslümanlaşma hareketi oldu. Nakşibendi şeyhleri bu açıdan da Osmanlı hükümetinin ve özellikle Abdülhamid rejiminin desteğini ve takdirini kazandılar.
Bugünkü Menzil dergahı da bildiğim kadarıyla baya bir silsile içerisinde Halid-i Bağdadi’den Sıbğatullah’a, ondan Norşin şeyhlerine, oradan Adıyaman’a uzanan bir zincirin bir baklasıdır. Yeni bir versiyon, yeni bir canlılık getirdiler iki yüz yıllık bir geleneğe.
Biliyor muydunuz bunları? Normal olarak Türkiye’nin toplumsal yapısına, tarihine, geçmişine merak duyan herkesin bilmesi gereken ABC niteliğinde bilgiler bunlar. Fakat tabii ki Türkiye’de bu konularda bilgilenmek, düşünmek, yazmak sadece belli bir zümreye özgü davranışlardır. Ortalama insan bunlardan büsbütün habersiz olarak yaşar. Bu da talihsiz bir şey bence, çünkü bu toplumun gerçekleri bunlar. Bir sonraki seferinde seçim kazanmak istiyorsanız mesela bunları da bilmeniz lazım.