Komünizm Hristiyan ahlakından mı çıktı?
Pazar Sohbeti
9 Temmuz 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Komünizm, Hristiyan merhametinin bir ürünü müdür? Doğada ve insanlık tarihinin her zerresinde bulunan rekabet ve sonuç olarak ortaya çıkan dinamik hiyerarşi, komünizm, sosyalizm vesaire fikirlerinin asla sürdürülebilir olmayacağını göstermez mi?
Göstermez. Bir kere, merhamet ya da insancıllık ya da adalet duygusunun Hristiyanlıkla ne alakası var? Jordan Petersen diline doladı o fikri yanılmıyorsam, ne kadar cahilce bir fikir! Merhamet, zayıf olana el verme duygusu, sosyal adalet duygusu, yoksulla zenginin eşit derecede insan oldukları, dolayısıyla toplumun yoksullara ve zayıflara yardım etmesi gerektiği fikri, insanların evrensel bir duygusudur. Bir dinin, bir kültürün, bir dini duyarlığın ürünü değildir. Taş devri insanlarında da vardır. Eski Yunan’da da vardır. Müslümanlarda da vardır, Budistlerde de vardır. İnsan olan her yerde sosyalizm duygusu mevcuttur. Şu duygu yani: Sen zengin olabilirsin, güçlü olabilirsin ama bu demek değil ki sen benden daha değerlisin yahut da senin her istediğin olacak. Toplum, kendi içindeki zayıfları ve güçsüzleri de korumakla mükelleftir. Çünkü ortak bir insanlığımız var. Dolayısıyla kamu politikası yalnız güçlülerin değil herkesin çıkarını gözetmek zorundadır. Bu duygu, insanlıkla eş yayılımlı bir duygudur. İnsanın olduğu her yerde mevcuttur. Zaman zaman yükselir, zaman zaman alçalır. Kimi insanlarda daha güçlüdür, kimi insanlarda daha zayıftır. Fakat insanlığın değişmezlerindendir, sabitelerindendir.
Tersi de öyle. Yani dediğiniz gibi rekabet, dinamik hiyerarşi, güçlünün zayıfı ezdiği düzen, bu da insanın değişmez özelliklerindendir. Her ikisi de. Bunlardan bir tanesini alıp insanın mutlak tanımlayıcısı budur dediğiniz zaman saçmalarsınız. Eğer komünizm ve sosyalizm insanlık gerçeği ise kapitalizm de bir insanlık gerçeğidir. Yahut kapitalizm demeyelim ona, bencillik diyelim. Laissez faire ideolojisi diyelim. Laissez faire fikri çok basittir. Parası olan düdüğü çalar demektir. Parası olan düdüğü çalar mı? Çalar tabii, hakikat o. Bu kötü bir şey midir? Büsbütün kötü değildir. Belli ölçüler içinde, parası olanın düdüğü çalması lazım. Yoksa düdük çalamayacaksan hayatta niye para kazanasın ki? Niye çaba gösteresin? Sokak köşesine otur, dilen, elbet birileri sana bir şey verir, geçinir gidersin.
Demek ki bu iki temel insan içgüdüsü, bir, toplumun tüm bireylere karşı sorumluluğu vardır duygusu, iki, ben başımın çaresine bakarım kardeşim, benim çoluğum var, çocuğum var, onlar için gerekirse mücadele ederim, gerekirse haksızlık da yaparım, ve buna da çok fazla karışılmasını istemem duygusu. Bu iki zıt kutup, bu iki zıt gerçek, insan toplumlarının değişmez hakikatleridir. Biri fazla ileri giderse toplum hasta olur, düzeltme gerekir. Diğeri fazla ileri giderse yine toplum hasta olur, bunu da düzeltmek gerekir.
Aşikar bir şey değil mi bu söylediğim? Sağduyuyla düşünen herkesin beş dakikada keşfedeceği bir ilke. Ama Soğuk Savaş retoriğiyle yetişen insanlar, özellikle kapitalizm propagandasının aşırı boyutlara vardığı Kuzey Amerika’da, teorik bir kapitalizmi savunma uğruna bazen temel ahlaki ilkelere karşı körleşebiliyor. Aynı madalyonun öbür yüzü, beyinsiz kapitalizm propagandasından rahatsız olan genç insanlar da bazen körü körüne anti-kapitalizm rüzgarına kapılabiliyor. Bunların ikisi de akılsızlık bence. Daha doğrusu, 1945’ten bu yana propaganda ve reklam denizinde boğulan bir kültürün hastalıklı tezahürleri.