Kitap tanıtımları-7
Pazar Sohbeti
17 Ocak 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
“Richard Flanagan, The Narrow Road to the Deep North”. İkinci Dünya Savaşı’nda, belki bilirsiniz, Japonlar ani bir baskınla Singapur’u ele geçirip çok sayıda İngiliz esir aldılar. Sonra korkunç koşullar altında, o zamanki adıyla Burma’nın, bugün Myanmar olan ülkenin kuzeyine bir yol inşaatında kullanıldılar esirleri. Büyük bir bölümü orada açlık ve eziyetten öldü. Bu o günlerin anıları. Yazarın kendisi o esir düşenlerden biriymiş. Sonradan Avustralya’da büyük adam olmuş, siyasi mevkilere gelmiş. İlginç bir kitap. İlgiyle okudum.
“Rory McLean, Berlin: Imagine a City”. Berlin’in geçmişi, Berlin’in efsaneleri, Berlin’in ünlü insanları, Berlin hayatı, Berlin muhabbetleri, Berlin klişeleri. Berlin hakkında bir şey bilmiyorsanız bu kitaptan çok şey öğrenirsiniz. Biraz biliyorsanız, biraz bu literatürün aslından haberdarsanız, karşınıza bir klişeler yığını olarak çıkar. Ben iyi kötü Berlin’de epey vakit geçirmiş biriyim ve biraz biliyorum Berlin’in anılarını, şehir hayatını. Yüzeysel ve yavan buldum.
“Julian Barnes, Flaubert’s Parrot”. Floberin Papağanı. Barnes iyi bir edebiyat eleştirmenidir İngiltere’de. Zeki ve geniş kültürlü biridir, çok ince kıvrımlı yazılar yazar. 1990 civarında bir sürü kitabını okumuş ve beğenmiştim. Yıllardan sonra tekrar karşıma çıkınca aldım, bakayım ne hatırlayacağım diye. Eskisi kadar hayran olamadım. Edebiyat eleştirisi midir, roman mıdır karar veremedim. Edebiyat hakkında edebiyat yapmak çok da iyi bir fikir değilmiş gibi geliyor bana. Flaubert büyük yazardır ama papağanı kimin umurunda? İyi bir yazı her şeyden önce keyif vermeli, entelektüel lezzet taşımalı. Lezzeti tanımlamak zor. Usta bir şef yapar, takdir edersin, beğenirsin, zevk almazsın. Annen yapar, acayip derecede lezzetli olur. Edebiyat da öyle bir şey. Julian Barnes bana işte o usta şefin yaptığı yemek gibi geldi. Çok zeki, çok sofistike. Ama lezzet var ya, o lezzet olmamış. Belki de ters bir günümde okuduğum için bana öyle geldi.
“Christopher de Hamel, Meetings with Remarkable Manuscripts”. Olağanüstü Yazmalarla Karşılaşmalar. Gurdjieff’in kitabına nazire olarak yapmış başlığı. Bu benim son dört senede okuduğum en lezzetli kitap sanırım. Şahane bir iş. Bu kadar büyük bir keyif aldığım bir kitaba uzun zamandır rastlamamıştım. Okudum bitirdim, bir ay sonra hadi bir daha okuyayım deyip baştan sona bir daha okudum. Şimdi de ara sıra açıp rastgele birkaç sayfasını okuyorum. De Hamel, Cambridge’teki kolejlerden birinin eski yazmalar müdürü. Büyük Britanya’nın bir numaralı eski kitap uzmanı, derya gibi malumat sahibi bir adam. Avrupa’nın en ünlülerinden 12 adet eski el yazmasının öyküsünü anlatmış. Bunlar 1000 yıl önce, 1300 yıl önce yazılmış nüshalar. Her biri bir mücevher, bir sanat eseri. Bunlar hakkında neler biliyoruz? Nasıl yazılmış? Niçin yazılmış? Başına neler gelmiş? Kuzey İngiltere’nin bir manastırında yazılan nüsha İtalya’nın kel alaka bir kasaba kütüphanesine nasıl düşmüş? Filan kitap kraliyet sarayının kütüphanesinden hangi ihtilalde çalınmış, hangi ellerden geçmiş, kime satılmış, kime miras kalmış? O kapağın yanındaki küçük lekenin hikayesi nedir? Neden iki sayfası eksik? On iki tane muhteşem detektif hikayesi var burada. Çünkü bu bilgiler hazır bir yerden bulunmuş bilgiler değil, inanılmaz derecede geniş bir sahada milim milim ipucu toplayarak bir araya getirilmiş öyküler. Çok kültürlü, fakat espriyle ve alçak gönüllülükle yazmayı bilen bir adamın eseri. Ben bayıldım. Herkese hitap etmeyebilir belki, kitaplara aşık olmanız lazım böyle bir kitaptan zevk almak için. Ama vay canına dedirten kitaplardan.
Marquis de Sade, Sadizm illetine adını veren şahsiyet. “Les infortunes de la vertu”, “Ahlaklı Olmanın Zararları” diye çevirebiliriz belki. Sad Markisi 18. yüzyıl sonu Fransız aristokrasisinin en tepe zirvelerinden gelen birisi. Ahlakın, özellikle cinsel ahlakın, namussuzluğun örtüsü olduğu kanaatine varmış ve buna karşı şiddetli bir ahlaksızlık propagandasını seçmiş. Bundan dolayı hapse atılmış, yıllarca zindanlarda sürünmüş ve hapiste ölmüş. Eserlerinin çoğu da hapisteyken yazılmıştır. Nasıl bir dil, nasıl bir zeka, nasıl bir yüksek bakış açısı ve Fransızcasının nefes kesici güzelliği! Kıssadan hissesi “ahlaklı oldu da ne oldu, bak gördün başına gelenleri” diye özetlenebilecek bir dizi anekdot şeklinde, karakterlerin birbirine anlattığı hayat öyküleri şeklinde bir kitapçık. Justine filan çok daha önemli eserleridir, fakat Sade’ın bakış açısını net olarak yakalamak açısından zannediyorum asıl kilit bu eser. Okunmalı.
Henry Marsh İngiltere’de beyin cerrahı. “Admissions” kitabın adı, hem “hastaneye yatanlar” diye çevirebiliriz, hem de “itiraflar” gibi bir anlamı var. Beyin cerrahisinin paradoksları, zorlukları ve ahlaki çıkmazlarına ilişkin gayet düzeyli, akıllı bir kitap. İnsan hayatıyla oynuyorsun. Olağanüstü ustalık ve dikkat gerektiren bir iş yapıyorsun. Ve yalnız hayatıyla değil, kişiliğiyle de oynuyorsun. Yani yaptığın ufacık bir hata, bu insan yaşasa bile bambaşka bir insan olarak yaşamasına yol açabilir. Bunun manevi ağırlığı ve zorluklarına ilişkin düşündürücü bir kitap. Tavsiye.