Kissinger olma fırsatı nasıl kaçtı
Pazar Sohbeti
19 Aralık 2021
0:00
0:00

metin

2010 yılı civarında kendinizden biraz feragat ederek bu nizamın bir teorisyeni olabilirdiniz. Yanınıza devleti de aldığınız zaman zannediyorum kimse karşınızda duramazdı. Neden yapmadınız?
Kısmen huy diyeceğim. İnsan kendi kişiliğini aşamıyor. Fakat daha önce birkaç kere dile getirdiğim daha önemli bir başka faktör var.
Ben ilk gençliğimden beri her zaman siyasetle ilgilendim. Siyaset konusunda kuvvetli ve radikal fikirler beyan ettim. Tabii siyasi hırsım da vardı. Yalnız çok genç yaştan itibaren şunu fark ettim ki adım Sevan Nişanyan olduğu sürece Türkiye koşullarında bunun olabilitesi yoktur. Bir ayağıma gülle bağlı olarak yarışa katılıyorum. Yirmili yaşlarımda, eh, Türkiye olmuyorsa Amerika olur diye düşündüm. Amerika’da başkan olamasam bile bir Kissinger olabilirim, de jure olmadı de fakto imparatorluk yönetebilirim. Fakat Amerika’yı sevemedim. Amerika’da kendime mücadele sahası göremedim. Belki de yanlıştı, kim bilir, hiçbir zaman bilemeyeceğiz bu sorunun cevabını. Türkiye’ye döndüm. Çok kısa zamanda şunun farkına vardım ki, adı Nişanyan olan birinin yapabileceği yegane şey itirazdır. Sisteme dışarıdan arıza olmaktır.
Sistemin içinde bulunmak için ittifaklar kurman gerekir. Ekip kurman gerekir. Başka güçlü insanlarla kol kola girmen gerekir. Bunu yapamayacağım, çünkü kol kola girdiğim anda mutlaka bir tanesi beni arkadan bıçaklayacak. Bunun alternatifi neydi? Belki Sevan Nişanyan adını terk etmekti. Başka bir insan haline gelmekti. Yani sünnet olup ülkenin sıradan bir vatandaşı olmaktı. Onu da gururuma yediremedim sanıyorum. Ya da çok erken bir yaştan itibaren Sevan Nişanyan adı ve kimliğiyle bir kamusal sermaye oluşturduğum için, bir kişilik ve bir duruş sahibi olduğum için, onu terk edip sıfırdan başlamayı göze alamadım.
2010’lu yıllarda evet, hükümet içindeki bir hayli aklı başında, bir hayli düzgün, bir hayli geniş ufuklu düşündüğüne inandığım insanlarla diyaloğum oldu. Onlar bana fikirler verdiler, ben onlara fikirler verdim. Fakat artık çok geçti. Çünkü kavgam şekillenmişti, çizgim oluşmuştu. Şirince’de yaptığım iş benim için büyük anlam ifade ediyordu. Belki devlet düzeyinde birileri çıkıp açık yüreklilikle, Ulan Sevan, çok güzel işler yapıyorsun, sana sonuna kadar destek veriyoruz. Şirince’nin dışına sakın el atma, ama Şirince’de al sana açık çek, herhangi bir sıkıntın olursa biz arkandayız, yardımcı oluruz, sen de memlekete örnek olacak işler yap deseydi, oradan çok başka yerlere gidebilirdi hikaye. Ona bırak, kuru kuruya teşekkür ederiz yaptıklarına deseler de bu öykü başka yola girebilirdi. Çünkü Şirince’nin şöyle bir avantajı vardı. Ankara’da kavga ettiğin zaman, Ankara’da kavganın kuralları belli. İstanbul’da da öyle. Şirince’de bir bakıma oyunun dışına çıkıyorsun. Ülkenin oyun sahasının dışına çıkıyorsun. Ve orada hayalindeki büyük işleri küçük ve izole bir sahada, ülkenin geri kalan kısmına fazla bulaşmadan yapmayı başarabilirsin. Hatta o iş belli bir olgunluk seviyesine ulaştıktan sonra ülkenin kaderinde rol oynayacak, söz sahibi olacak birtakım adımlar atabilirsin.
Hiç kimsede o cesareti ve vizyonu bulamadım. Şirince köyünde dahi, Şirince köyünün bir mahallesinde dahi, var olan kalıpların dışında bir işler yapan bir insana destek olmaya cesaretleri yetmedi. Ufukları yetmedi. Alışık oldukları sefil küçük hesapların ötesine bir adım atmayı düşünemediler.