Kemal nasıl tanrı oldu
Pazar Sohbeti
9 Nisan 2023
0:00
0:00

metin

Mustafa Kemal’in kişi kültü 1950’den sonra mı oluştu? Mustafa Kemal ne zaman bir tanrı haline geldi? Kemalizmi 50 öncesi ve sonrası diye ayırmak gerekir mi?
1950 çok önemli bir dönüm noktasıdır Kemalizm tarihinde. Mustafa Kemal Paşa kendi çağında genellikle Türkiye’nin yönetici sınıfları tarafından beğenilen ve hayran olunan bir liderdi. Tabii korku da vardı, oportünizm de vardı bu hayranlığın içinde. Klasik bir diktatördü, nispeten iyi olan cinsinden diyelim.
Ölümünden sonra hızla silindi kamu bilincinden. 1938’den 1950’ye kadar Atatürk kültü arka plana atıldı. Gazetelerde adı pek edilmez oldu. Paralardan resmi kaldırıldı. Tüm ders kitaplarının ön sayfasına basılan fotoğrafı kalktı, yerine İnönü geldi. Heykellerinin bir kısmı uzun süreli tamiratlara nedeniyle perde arkasına alındı. Büyük bir anıt mezar yapma projesi belirsiz bir geleceğe ertelendi. Atatürk’ün pet projesi olan Dil Devrimi, küçük bir mürit çevresi dışında uykuya yattı.
İktidar 1950 yılında Demokrat Parti’ye devredildiğinde bir milli mutabakat yapıldı. Devri sabık yaratılmayacak. Atatürk dönemi tartışılmayacak. Atatürk figürü partiler üstü bir simge olarak korunacak. Atatürk’ten sonra paralara İnönü’nün resmi konmuştu, yeni dönemde Celal Bayar’ınki konmayacak, onun yerine partiler üstü bir simge olarak Atatürk geri gelecek. Anıt mezarı yapılacak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir tür Kabe’si, bir kutsal simgesi olarak benimsenecek, devlet törenleri orada icra edilecek. Bir de kanun çıkarılacak. Bu kanunla Atatürk’ü tartışmak, Atatürk hakkında lehte aleyhte bir şey söylemek yasaklanacak. Bugünün zihniyetiyle biraz absürt görünse de bunlar akıl dışı kararlar değildir. Maksat geçmiş bir travmayı dondurup tarihe gömmek, bir simgeye dönüştürmek, tüm milletin en azından söz düzeyinde benimsediği ve siyasi polemiklerin dışında tuttuğu bir tabuya dönüştürmekti amaç. Yanlıştı demek zor.
Asıl dönüm noktası 1960’tır, 27 Mayıs askeri darbesidir. Çünkü müzeye kaldırdıkları hayalet, kalplerimize gömdük dedikleri geçmişin ruhu, 1960 yılında kanlı bir şekilde hortladı. 1960’tan itibaren birkaç yıl boyunca Türkiye bir Atatürk terörü yaşadı. İktidara gelen asker ve sivil bürokrat kadronun, o yıllarda moda olan Soğuk Savaş söylemiyle harmanlanmış bir toplumu dövme sopasına dönüştürüldü Atatürk simgesi. Agop çakır keyif iken Atatürk’a laf mı söylemiş? Vurun kahpeye. Ortaokul çocuğu Atatürk’e bıyık mı çizmiş, atın hapse. Müdür Bey bayrak töreninde Atatürk’ü yeterli coşkuyla övmedi mi, alın görevden. Doçent Bey mikrobiyoloji kitabına otuz sayfa Atatürk övgüsü mü ekledi, terfi etsin profesörlüğe. Öbürü bir tane bile Atatürk kitabı yazmaya tenezzül mü etmedi, kovun akademiden.
Böyle bir dehşet çağı yaşandı 1960’larda Türkiye’de. O zamandan bu yana Atatürk simgesi hastalıklı bir simgedir. Dürüst ve özgür tartışmayı tıkayan, insanları korkutmak ve sindirmek amacıyla kullanılan ve gitgide artan bir oranda ırkçı Türk faşizmiyle özdeşleşen bir simge haline gelmiştir. Bu da yazık bir şeydir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu sonuç olarak büyük işler başarmış, hatasıyla, sevabıyla, doğrularıyla, yanlışlarıyla, ilginç bir insan, trajik bir insan, her anlamda büyük bir adam.