Kapitalizmle hayat daha mı serbest
Pazar Sohbeti
17 Ekim 2022
0:00
0:00

metin

Nişanyan’ı devletlere karşı bireysel özgürlükleri savunan biri olarak tanıyorum. Siz bir yandan devlete, sosyalizme ve bürokrasiye, bir yandan da şüpheli bir şekilde bunun aksi olarak görülen kapitalizme ve liberalizme karşı bir duruş sergiliyorsunuz. Bu işin içinden nasıl çıkılacağına dair bir fikriniz var mı?
‘Bürokrasi ve devletçilik’ derken zannediyorum muhafazakar bir toplum yapısı kastediliyor. Liberalizm ve kapitalizm derken bir üretim tarzından değil, bir tüketim tarzından, bir reklam cilasından söz ediliyor. Bu kavramları biraz netleştirmekte fayda var.
Kapitalizm ile ‘serbest piyasa’ denilen şey arasında bence fazlaca kolay, Soğuk Savaş yıllarının propaganda formüllerinden fazlaca etkilenmiş bir eşitlik kuruluyor. Serbest piyasa adı verilen hayali yapı ile ‘özgür toplum’ arasında da bir denklik kurunca, al sana dört dörtlük ütopya. Bu modelin gerçek dünya ile ilgisini kurmaya çalışalım isterseniz.
Küçük sermaye
Deniyor ki kapitalizm demek keyfinin istediği gibi yaşa, keyfinin istediği gibi yatırım yap, istediğin malı veya hizmeti üret, sermayeyi bir araya getirdikten sonra ister buraya yatır, ister şuraya yatır. Parası olan düdüğü çalar, kim ne karışır?
Bu modelin gerçeklerle ilgisini kurmak için önce küçük yatırımla büyük yatırımı ayırmak lazım. Bu hadiseyi, enteresan bir şekilde, ben 2012’de ve geçtiğimiz yıl, iki kere İran’a gittiğimde kafamda netleştirme imkanı buldum. Küçük yatırım derken, üç, beş yahut bilemedin elli kişiyle götürebileceğin işlerden söz ediyorum. Esnaflık ve küçük ticaret, yani toplumun genelini etkilemeyen, sadece dar bir çevrede sonuçları olan, toplumun yönünü değiştirmeyen yatırımlar. Şimdi iyi düşünün. Bunlar, bugünün dünyasında, rejim etiketi ne olursa olsun, her ülkede aşağı yukarı aynı hukuk sistemine tabidir. Bilmiyorum, belki Kuzey Kore farklı olabilir, Bhutan farklı olabilir. Bunun dışındaki dünyada, yani Rusya olsun, Batı Avrupa olsun, Türkiye olsun, Arap ülkelerin olsun, şeriat rejimleri olsun, Afrika ülkeleri olsun, bakkal dükkanı ya da berber dükkanı açacaksan, hatta konserve atölyesi yahut oto yan sanayii kuracaksan, rekabetin kuralları üç aşağı beş yukarı hepsinde aynıdır. Devletin müdahalesi de üç aşağı beş yukarı aynıdır. Kimse sana belli birtakım kuralları hatırlatmak dışında engel olmaz bakkal dükkanı açmaya kalktığın zaman. Rakibin ve düşmanın olan Hasan Efendi yan kapıya bakkal dükkanı açtığında da kimse senin gözünün yaşına bakmaz. Serbest rekabet üzerine kurulu esnaflık bugün dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynıdır. Hatta şunu rahatça söyleyebiliriz. Devletin küçük yatırımcıyı en çok kısıtladığı ülkeler arasında Batı Avrupa ülkeleri başta geliyor. En az kısıtladığı ülkeler arasında ise mesela İran başta geliyor. İran’da adım başı herkesin dükkanı var. Kamu kuruluşlarının içinde, hava alanlarının içinde, her yerde, sokağın her köşesinde, konut alanlarında, bahçeli evler semtinin sokaklarında, köylerde, otoyollarda, her allahın kulu dükkan açmış. Kolayca ruhsat almış. Vergi mevzuatı basit. Yeni girişimciye ticaret odaları, bankalar destek oluyor.
Daha enteresanını söyleyeyim, ticaretin ve paranın icat edildiği tarihten beri bu böyle olmuş. Eski Roma’da da böyle. Abbasi dönemindeki Bağdat’ta da böyle. İnsanlar dükkan açıyor, işletme kuruyor, rekabet ediyor. Kendi cebinde parası yoksa ya da atadan kalma sermayesi yoksa, ödünç alıyor birilerinden, bir miktar faiz ödüyor, ödünç aldığı parayla dükkan kuruyor ve rekabet ediyor. Tarih boyunca bu böyle olmuş. Günümüzde de ülkeler arasında prensip olarak bir fark yok bu açıdan. Al sana serbest piyasa.
Tarih boyunca, benim bildiğim, küçük sermaye yatırımını bütünüyle kamu kontrolü altına almaya kalkışan tek bir deney oldu. O da Sovyetler Birliği deneyidir. Tektir. Geçmiş tarihte de yok, bugünün dünyasında da yok bir benzeri. Büyük bir entelektüel çılgınlıktı diyelim. Teori bazlı, idealizm bazlı bir deneydi. Başarısızlıkla sonuçlanacağı baştan belliydi. Devlet bütün bakkalları yönetmeye kalktığı zaman batar, yürütemezsin bu işi. Kafası çalışan herkes bunu baştan söyledi. Aslına bakarsan Sovyetler de biliyordu bu işin yürümeyeceğini. Nitekim yürümedi. Bugün Kuzey Kore ve galiba biraz da Küba dışında bu modeli savunan kimse artık yok dünyada. Dolayısıyla bir tarafta sosyalizm varmış, bir tarafta kapitalizm varmış gibi bir ikilemden bence vazgeçin.
Büyük sermaye
Buna karşılık, toplumun kaderini etkileyecek düzeydeki yatırımlar başka bir mevzu. Büyük sermaye birikimleriyle girişilen ve ülkenin ekonomisine damgasını vuracak nitelikte olan yatırımlara gelince, hiç hayal kurmayın, dünyanın her yerinde ve her çağda, kamuyu temsil eden otorite, yani toplumun bütünü adına söz söyleme yetkisine sahip olan kurum ve kişiler bu yatırımları kontrol ederler. Hiç kimse keyfim istedi, param da var, istediğimi yaparım diyerek milyar dolarlık yatırımlar yapamaz. Hiçbir toplum böyle bir başıboşluğa izin vermez, hiçbir tarihte de etmemiştir.
Almanya kağıt üstünde serbest rekabet düzeninin olduğu bir ülke. Otomotiv Alman ekonomisinin bel kemiği, Alman toplumunun ölüm kalım meselesi olan bir sektör. Siz zannediyor musunuz ki keyfi isteyen, madem otomobil üreticileri para kazanıyor ben niye kazanmayayım deyip, gidip bir rakip firma açabilsin? Serbest rekabet varsa eğer bu sahada, neden 1945’ten bu yana bir tane yeni firma kurulmamış? Suudilerde para mı yok Almanya’ya otomobil fabrikası kuracak? Çeşitli mekanizmalarla toplum, devlet, toplumun para akımlarına yön veren heyetleri ve yöneticileri, neyin nasıl yapılabileceğine, kimler tarafından yapılabileceğine, nasıl yönetilebileceğine dair söz sahibidir. Bu açıdan sosyalizmle, yani devletin ekonomiyi yönetmesi hadisesiyle, bugün ‘kapitalizm’ adı verilen sistem arasında ciddi ve radikal bir fark olduğunu ben zannetmiyorum. İşin hukuki mekanizmasında, bürokrasilerin yapısında bazı farklılıklar vardır. Kiminde kararları verenler maaşını devletten alan ve Komünist Partiye hesap veren memurlardır, kiminde maaşını korporasyon adı verilen tüzel varlıklardan alan ve bankalara, lobilere, düzenleyici kamu kurumlarına ve iktidardaki partiye hesap veren memurlardır. Her halükarda büyük zermaye dünyanın hiçbir ülkesinde serbest değildir, olamaz da. Hiçbir toplum öyle bir cinneti kabul edemez. Adamın biri çıkıp desin ki, kardeşim benim trilyon dolarım var, canımın istediğimi yaparım, füze imal ederim, sana ne? Uyuşturucu imal ederim, sana ne? Yeni Çatalca Boğazı’nı inşa ederim, Afrika’da ufak bir devlet satın alırım. Param var mı? Var. Bitti. Sen karışma birader. Kimse bunu diyemez. Hiçbir toplumda diyemez. Her toplumda daima toplumun genelini ilgilendiren ekonomik kararlar, toplumun genelini temsil eden ya da temsil etmek iddiasında olan kurumlar tarafından denetlenir, haraca bağlanır, şarta bağlanır, tahmin edildiği gibi yürümezse müdahale edilir. Google gibi, Facebook gibi, Amazon gibi ilk başta küçük girişim gibi başlayan, yahut da o görüntüyü veren firmalar büyümeye ve toplumun kaderini yönlendirebilecek pozisyona kavuşmaya başladığı noktada, kamu kuruluşları olaya el koyar. O noktadan sonra o firmaların eski sahipleri, servet yoluyla uyuşturulmuş birer hizmetkardır; vitrin süsüdür.
Sözün kısası, küçük sermaye dünyanın her yerinde, rejim adı ne olursa olsun, serbest rekabete tabidir. Büyük sermaye dünyanın hiçbir ülkesinde serbest değildir, siyasi irade ile iç içedir, siyasi irade tarafından denetlenir. Bugün kapitalizm eşittir serbest girişim, ticaret özgürlüğü vs. şeklindeki tezlere kulak asmayın. %99 oranında propagandadır. Çağı geçmiş bir ikilemin, Soğuk Savaş ikileminin anılarıyla yaşayan insanların bayat hülyalarıdır.
Başka bir ayrım boyutu var ki onu da başka zaman daha ayrıntılı konuşuruz. İdeal olarak bazı toplumlarda yatırımları denetleyen kamu otoritesi, kamu bilincine ve toplumsal sorumluluğa sahip kadroların elindedir. Bazılarında ise öyle kadrolar yoktur yahut marjinalleşmiştir. Toplumun bütününü ilgilendiren kararlar kişisel çıkar ve at pazarlığı dışında herhangi bir ölçü tanımayan kişi ve kuruluşlar tarafından alınır. Böyle bir sistemi bu devirde ‘kapitalist’ diye tanımlamanın fazla bir anlamını göremiyorum. Yozlaşma, yolsuzluk, İngilizce tam tabiri olan corruption, sanırım daha doğru sıfatlar olur bu toplumları tanımlamak için.