Kapitalist, kapitalizm
Blog
3 Eylül 2021,5 Eylül 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Kapitalistler kimdi?
1750’ye gelindiğinde şunları görüyoruz. Fransa ve İngiltere’de Yeni Monarşi 200 küsur yıldan beri pekişmiş, sağlam görünen temellere oturmuş. Kendi yönetici sınıflarını yaratmış. Bunlar esasen vaktiyle kilise mülklerinin talanından, açık deniz korsanlığından, İrlanda yağmasından, 30 Yıl Savaşları ganimetinden sebeplenmiş insanların torunları. Elde ettikleri servetle makam ve mevki satın almışlar, malikane ve unvan elde etmişler, toplumsal ayrıcalığı kendi soylarında kalıcılaştırmak için ellerinden gelen çabayı göstermişler. Her haydudun hayalidir, biliyorsunuz, evlatlarına kaderin fırtınalarından korunmuş kalıcı bir makam ve mevki bırakmak.
Genel kural: Güç ve servet istikrar bulursa altta tepki birikir. Egemen sınıf kapalı devre oynamaya başlarsa — servet ile siyasi gücün bütünleşmesi bir tahammül noktasını aşarsa — devre dışında kalan hırslı ve yetenekli insanlar kaynamaya başlar.
1750-60’lar işte öyle bir kaynama dönemidir. Monarşinin kapalı dairesine dahil olamayan bir yeni zengin sınıfı türer. Servetlerinin ana kaynağı 1720’lerden itibaren çılgınca büyüyen kolonyal ticarettir: Afrika’dan köle, Kuzey Amerika’dan şeker kamışı, Hindistan’dan pamuk, tekstil, çay. Yaygın tarihsel anlatı çoğu zaman bu gerçeği göz ardı eder, Sanayi Devrimine yoğunlaşır. Sanayi Devrimi daha az emekle daha çok üretimi ve daha çok kârı mümkün kılan yeniliklerin adıdır. İşin başı değil, sonrasıdır. Dokuma sanayiinde makineleşme 1770’lerde başlar; buhar makinası 1775’te keşfedilir, 1780’lerde sanayie uygulanır. Fakat elbette “çok üretiyoruz ondan zenginiz” anlatısı, insanlara “Jamaika’da zencileri, Bengal’de Hinduları soyuyoruz ondan zenginiz” anlatısından daha cazip gelecektir.
Kapitalist, anın ihtiyaç duyduğu terimdir. Bir <break time="0.5s" /> ““SİYASİ”” <break time="0.5s" /> duruma işaret eder: Bu insanlar eskinin büyükleri kadar zengin, belki onlardan daha da zengin, ama kamu yönetiminde görevleri ve sorumlulukları yok. Kontluklar ve ordular yönetmiyorlar. Eskiler, monarşik düzenin sahibi ve koruyucusudur: Din, devlet, gelenek, onur, soy onlardan sorulur. Yenilerin o taraklarda bezi çok yoktur. Uğraşıp para kazanmayı, monarşinin köhne değerlerine tercih ederler. Mevzuları kapitaldir: O halde kapitalist.
Ah, bir de devleti onlara teslim etseler çiçek gibi olmaz mı?
Adam Smith’in 1776 tarihli “Wealth of the Nations”’ı yeni zümrenin siyasi manifestosudur. Biz haklıyız der, çünkü ulusların zenginliğini (onlar değil) biz üretiyoruz. Bize bencil diyorlar, Yüce Değerlerden yoksun diyorlar; ama bencilliğimiz kamunun yararınadır. Toprak mülkiyetinde kıdem değil verimlilik esas alınmalıdır, öylece yalnız biz değil devlet de zenginleşecektir. Her şeyden evvel dış ticaret serbest olmalıdır. Yoksa Jamaika’daki köle plantasyonlarımızdan, Hindistan’daki rant tezgahlarımızdan nasıl yararlanırız?
250 yıl sonra bugün kapitalizm savunusunun hala üç aşağı beş yukarı bu argümanlar üzerinden yürütülmesi düşündürücüdür. Smith, bir çağı ve bir durumu temsil eder. Ortada bir iktidar vardır, bir de o iktidardan pay isteyen iktidar heveslileri. İktidar sahibi, gücünü fiili durum üzerinden savunabilir; madem böyle, böyle kalmalı argümanına sığınabilir. Oysa dışarıdan gelen, talebini teoriyle temellendirmeye, yeni bir anlatı kurmaya mecburdur. Biz iyiyiz çünkü verimliyiz. Biz iyiyiz çünkü Bilim bizden yana. Ahlaksız görünsek de üstün bir objektif ahlaka hizmet ediyoruz. Siz kilise mülklerine ve İspanyol altınına çökerek zengin oldunuz (bunu vurgula!). Biz de gerçi Hindistan’ı sömürerek ve Amerika kıtasına gemiler dolusu köle taşıyarak zengin olduk, ama bundan şimdi söz etmesek daha iyi.
‘Ekonomi’ adı verilen bilim, yeni sınıfın siyasi iddiasına teorik bir altyapı kurma çabasıdır desek abartmış olur muyuz? Sanmam.
Kapitalizm nasıl mevzu oldu
1840’ların dünyası ise başka bir dünyadır. Kapitalistler artık iktidardadır. Devlet onların emrindedir. Bir zamanlar önünde el pençe divan durdukları soylu sınıfı Fransa’da tepetaklak edilmiştir. Tepetaklak edenler kapitalistler değildir, işçiler, işsizler, köylüler ve entelektüellerden oluşan bir devrimci güruhtur. Ancak onlar iktidarda tutunamamış, 1815’te geri gelen eski rejim de yeni çağa ayak uyduramamıştır. 1830’da kurulan Temmuz Monarşisinin ana direği sermayedar, banker ve işadamları sınıfıdır. İngiltere’de eski aristokrasi 1832 Reform Yasası ile siyasi hayattan büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Kapitalistler yeni egemen sınıftır. Her egemen sınıf gibi, ilk iş, dışarıdan gelenlere kapıları kapatmaya çalışmakla meşguldür. Dışarıdakiler mahzun ve öfkelidir. 1848 isyanlarının bulutları ufukta belirmiştir. Yeni öfkeye yeni etiket gerekir.
<break time="0.5s" /> ““KAPİTALİZM”” <break time="0.5s" /> deyimi o günlerin ürünüdür. Siyasi bir slogandır. “Kapitalistler tezgahı kurmuş, devlete çöreklenmiş” iddiasını ima eder. <break time="0.5s" /> ““KAPİTALİST”” <break time="0.5s" /> gibi bir meslek ve statü adı değildir. Normal olarak o mesleğin soyut halini (“kapitalistlikle uğraşma hali, sermayedarlık”) anlatması gereken bir kelimeyken, bir siyasi oluşumun adı olmuştur. Kapitalist’in aksine kapitalizm her zaman olumsuzdur. Kapitalizm diyen, kapitalizme karşıdır.
Daha doğrusu yüz yıl boyunca öyle idi. 1940’larda Hayek ve Ayn Rand gibilerinin fikirlerini kullanan Amerikan propaganda makinasınca ustalıkla tersyüz edildi. Düşmana ait bir kavram alınıp düşmana karşı kalkan olarak kullanıldı. “They call me motherfucker, I’m a proud motherfucker.”
İKİNCİBÖLÜM
1840’ları izleyen yüz küsur yılda kapitalizm iki ayrı anlam grubu arasında gider gelir.
a- Kapitalizm: Sermaye sahiplerinin güçlü veya egemen olduğu düzen.
b- Kapitalizm: Sosyalist olmayan ülkelerin düzeni.
Dikkat ederseniz ikisi mantıken birbirinden bağımsız kavramlardır. Ancak birinden diğerine geçiş kesintisiz ve çoğu zaman bilinçsizdir.
Önce kısaca sosyalizm kavramını ele alalım. Ki bu kavrama dayalı kontrastı daha iyi değerlendirebilelim.
Sosyalizm, insanlık tarihi kadar eski bir ahlaki idealin modern bir versiyonudur. 1830-40’larda doğar. Sermayenin bencil ve acımasız — “hep kâr, hep kâr” — mantığına karşı, kamunun ortak iyiliği/çıkarı fikrini öne sürer. Yoksul ve emekçi zümrelerin dayanışma yoluyla güçlenmesini savunur. Bu hedefe varmak için belli bir tür siyasi örgütlenmenin gerektiği fikri 1870’lerde ağır basar. Özel sermayenin sadece siyasi gücünün kırılmasını değil, topyekün tasfiyesini savunan eğilimler belirir. 1917 ihtilalinden sonra Rusya’da özel serveti ve sermaye birikimini toptan yasaklayan, tüm ekonomik kaynakların devlet elinde toplanmasını öngören bir ütopya yürürlüğe konur.
‘Kamunun ortak iyiliği/çıkarı’ fikri şaşırtıcı fakat mantıklı bir evrimle ‘kamuyu temsilen devletin iyiliği/çıkarı’ fikrine dönüşmüştür. Bunun antitezi olan ‘kapitalizm’ de paralel bir evrim geçirir. “Birtakım zengin ve bencil insanların güçlü olduğu bir siyasi düzen” olmaktan çıkar, “sosyalist ütopyayı reddeden her devlet ve her siyasi düşünce” anlamına doğru yol alır.
1945’ten sonra dönüşüm tamamlanır. ABD propagandası usta bir hamleyle masayı ters çevirip ‘kapitalizm’ deyimini kendine mal eder. Sovyetler Birliği’ne karşı olup Amerikan hegemonyasından yana olanlar ‘kapitalist’tir. Kapitalizm iyidir çünkü güçlüdür. Milleti devletin deli gömleğine sığdırmaya çalışmaz, canlarının istediği gibi para kazanmalarına izin verir. Demek ki Amerikan dünya hakimiyeti iyi bir şeydir. Kesin kanıt.
Komünist ütopyanın çıkmaz yol olduğu en başından bellidir. Kapitalizme ve/veya Amerikan egemenliğine itiraz ettiği için o dönemde komünizmi savunma ihtiyacı duyanların pek çoğunun da bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü:
a- Bireylerin kendi adına servet ve güç elde etme güdüsü yok edilemez. Baskılamak istersen sonsuza dek büyüyen ve büyüdükçe verimsizliği artan bir polis rejimi kurman gerekir.
b- Devlet memurlarının ekonomik kaynakları akılcı ve cesur bir şekilde yönetme ihtimali yoktur. Bir toplumsal heyecan anında belki kamu güçleri kısa bir süre seferber edilebilir, ama uzun vadede o heyecan sürdürülemez. Bürokrasi boğar.
Nitekim Sovyet deneyi bir insan ömrü içinde tıkanıp çökecektir. Dışarıdan bir müdahale ile değil, kendi doğal akışı içinde tükenecektir. İnsanlık tarihinin tek atımlık egzantrik deneylerinden biridir. İnsanlığa birçok şey öğretmiş, kalıcı bazı eserler de bırakmıştır. Fakat sürdürülebilirliği yoktur. Bizzat kendi yönetici kadroları ilk kırk yıllık heyecan (ve korku) evresinin ardından bunu idrak etmiş ve kurdukları düzeni yavaş ölüme terk etmişlerdir. Günümüzde ciddi sayılabilecek herhangi bir düzlemde bu modeli savunan kimse kalmamıştır. Belki Kuzey Kore vardır, başka yoktur. Bir dönem Sovyet hayalinin peşinden koşan Çin, bireylerin servet ve güç elde etme güdüsünü ulusal kalkınmasının motoru olarak kullanabileceğini fark etmiştir. Küba, düşman bir süpergüç tarafından yutulmadan ekonomisini açmaya çalışmanın sancılarını çekmektedir. Çeşitli düzeylerde ‘sosyalist’ söylemi kullanan rejimlerin amacı özel girişimi ortadan kaldırmak değil, uluslararası odakların koruması altında habis ura dönüşen <break time="0.5s" /> ““BELLİ”” <break time="0.5s" /> girişim gruplarının gücünü kırmaktır.
Yani bu devirde anti-komünistlik yahut anti-sosyalistlik yapmak korkuluk taşlamaktır. Korkuluk taşlamak zararsız bir hobi gibi görünebilir. Fakat dikkatleri asıl problemden uzaklaştırmanın olası zararı küçümsenmemelidir.
Büyük cambazlık, komünist ütopyanın alternatifini ‘kapitalizm’ olarak tanımlamaktır. El çabukluğudur. Kavramların bulanıklığından istifade eden bir göz boyamadır.
Komünizm yaramaz diyelim, peki. Bundan, servet biriktirmenin yüksek bir ahlaki değer olduğu ya da her türlü ortak fayda kaygısından bağımsız olarak yürütülmesinin iyi bir şey olduğu sonucu çıkmaz. Herhangi bir kamusal sorumluluk taşımadan zenginlik peşinde koşmanın savunulabilir bir şey olduğu sonucu da çıkmaz.
Bilinen her toplum düzeninde servet sahipleri kamu yönetiminde sıradan insanlardan daha fazla güç ve söz sahibi olmuştur. Eşyanın tabiatı budur. Ancak bundan, sözkonusu gücün iyi bir şey olduğu ya da sonsuza dek artırılabileceği ya da o gücü kısıtlamanın yanlış ve zararlı bir şey olduğu sonucu çıkmaz.
X devleti komünist ütopyaya nazaran daha rasyonel veya iyi bir yönetim yapısına sahip olabilir. Ama bundan, o devletin dünya üzerinde askeri ve ekonomik hegemonyasının iyi bir şey olduğu sonucu çıkmaz.
‘Komünist ütopyanın alternatifi kapitalizmdir’ dediğiniz anda, eğer komünizm yanlışsa, a) servet biriktirmenin ahlaken doğru bir yaşam perspektifi olduğuna, servet biriktirme uğraşının toplumun başat güdüsü olduğuna veya olabileceğine, b) servet sahiplerinin çıkarının öncelikli olduğuna, kamu yönetiminin öncelikle servet sahiplerinin tercih ve çıkarlarını göz önüne alması gerektiğine, c) kapitalizmi temsil eden devletlerin tercih ve çıkarlarının savunulması gerektiğine hükmetmiş olursunuz. Hazır bir değer yargıları paketi, siz farkına varmadan, promosyon olarak kapınıza bırakılır.
Oysa sosyalist ütopyanın mantıki alternatifi kapitalizm değildir. ‘Tüm diğerleri’dir. Tarihte parayı tanıyan hemen her toplum, bireysel servet birikimine ve servet sahiplerinin yönetimde nispi ağırlık taşımasına izin vermiştir. Eski Yunan şehir devleti de izin vermiştir, Anadolu beylikleri de. Halife devleti de sosyalizmin alternatifidir, Zanzibar sultanlığı da. New England’ın Püriten kolonileri de, İslam cumhuriyeti de. Sosyalizm olmasın diyen biri, kapitalizmi savunmak zorunda değildir. Şeriat devleti de iyi bir alternatiftir. Sokrates’in Atina’sı da, Medici’lerin Floransa’sı da iş görür.
Tarih boyunca siyasi düşünenin ana konuları çok değişmemiştir. Bireyin ve grupların anarşik güdüleriyle ortak yaşamın gerekleri nasıl bağdaştırılır? Siyasi otorite — ortak kararları alma yetkisi — kimin veya kimlerin elinde olmalıdır? Karar verenler az mı olsa daha iyidir çok mu olsa? Otoritenin kontrolden çıkıp zorbalığa dönüşmesine karşı hangi önlemler alınabilir? ‘Madem komünizm kötü o halde kapitalizm’ cambazlığı, Aristoteles’ten beri siyasi teorinin can damarı olan bu soruların konuşulmasını önlemekten başka bir amaca hizmet etmez.
Kapitalizm, Avrupa tarihinin belli bir konjontüründe ortaya çıkmış ve belli ülkelerde bir süre egemen olmuş bir siyasi durumun adıdır. ‘Akla ziyan bir ütopyaya karşıysak demek ki kapitalizme taraftarız’ demek, bırakalım servet avcıları diledikleri gibi at koştursunlar, ortak kararları onlar şekillendirsinler demektir. Bunun sahtekarlık olduğunu görememek ne tuhaf!
anlayış egemen olmuştur Türk okul sistemine.
Sanayi kapitalizmine son veremeyiz... Yoksa antidepresanlarımız olmaz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Milattan önce 500 dolayında devlet garantili paranın icadından bu yana her toplumda başkalarından daha girişken, daha gözüpek, daha kurnaz, daha karizmatik insanların bir bölümü para istifleme sevdasına kapıldılar. Bu sevdada anlaşılmayacak bir şey yoktur. Çünkü para güçtür ve çoğu zaman silahtan veya ikna yeteneğinden daha etkili bir güçtür.
Servet serveti doğurur; sahibine daha çok servet edinme gücü verir. Dolayısıyla servet edinme güdüsü bir süre sonra servet edinmekten başka hiçbir amacı ve hiçbir ahlaki perspektifi olmayan bir tutkuya dönüşebilir. Uyuşturucu iptilası gibi bir tür ruh hastalığıdır. Yaşama anlam ve değer katan her şeye sırtını dönüp, kendinden başka referansı olmayan bir uğraşa saplanma anlamına gelir. Neden para kazanmak istiyorsun? Daha çok kazanmak için! Edebiyat ve ahlak felsefesi bu hastalığa kapılanlardan acı bir dille söz eder — bkz. Shylock, Harpagon, Fagin.
Bu tutkuyu kamu gücüyle önlemeye çalışmak beyhude çabadır. Sovyet deneyinde görüldüğü üzere, zararı olası faydasından büyüktür. İlk önce özgürlükleri öldürür; bireyin topluma kafa tutup kendi özel sahasını açma imkanını yok eder. Girişken, gözüpek ve kurnaz bireylerin çoklarının toplumdan dışlanması sonucunu doğurur. Topluma şu ya da bu şekilde yararlı olabilecek sermaye birikimlerinin ortaya çıkmasını engeller. Yani beyhude olmaktan öte zararlıdır da. Bunda tereddüdümüz yok.
Parayı tanıyan her toplumda servet, az veya çok, siyasi güce tahvil edilir. Bunda da anlaşılmayacak bir şey yok. Para güçtür. Parayla kol ve silah gücü satın alınabilir. Parayla alkışçı satın alınabilir. Akıl ve deneyim satın alınabilir. En önemlisi, kamu efkârı satın alınabilir. Her ülkede ve her çağda medya ve akademyanın servet sahiplerine övgü düzenlerle dolu olması tesadüf müdür sizce?
Önlenebilir mi? Cevabı belli, önlenemez. Önlenmeli midir? Onu da sanmıyorum. Başarının elbette ödülü olması gerekir, aksi halde toplum pısırık ve tembel olur. Ayrıca servet biriktirmek gibi zor ve netameli bir uğraşta başarı kazanmış birinin, toplum yönetimine ilişkin bilgi ve deneyiminin evinde oturan Ayşe Teyze’den bir miktar daha fazla olduğu varsayılmalıdır.
O halde burada da bir sorunumuz yok.
Sorun derece meselesidir.
Servet birikimi hangi noktadan sonra toplumdaki güç dengelerini altüst eden bir düzeye ulaşır, karşı konulması imkansız bir keyfilik ve zorbalık yoluna girer?
Servet sahiplerinin siyasi güce el atması hangi noktadan sonra toplumdaki öteki kesimlerin hak ve çıkarlarının yok sayılması sonucunu doğurur?
Para kazanma hırsının yüceltilmesi hangi noktadan sonra bireysel bir patoloji olmaktan çıkıp toplumsal cinnete dönüşür, insan toplumlarını medeni ve yaşanılır kılan değerlerin tümünü yerle bir eden bir afet haline gelir?
Kanımca bugün, 21. yüzyılda, yalnız Batı toplumlarında değil onlardan az veya çok etkilenmiş olan ülkelerin tümünde sorulması gereken esas sorular bunlardır. İslammış, sosyalizmin yanlışlarıymış, falanca alt grubun küçük dertleriymiş, onlar tali konular.
Deniyor ki sorun kapitalizm değil modern devletin bürokratik yapısıdır. Kurtar kapitalizmi devletin tahakkümünden, ortalık çiçek olsun.
Bu görüş Adam Smith’in teorisinin karikatürleştirilmiş halidir. Smith zamanında sınırlı da olsa bir anlamı vardır. Çünkü o çağda devlet henüz kapitalistlerin hizmetkarı değildir; ideolojisi onların ideolojisi değildir; değerleri onların değerleri değildir. Kapitalistler, kapıya dayanıp hak talep edenlerdir. Bugün ise kapitalin mutlak iktidarını kısıtlayacak bir sınıf veya zümre ufukta görünmüyor. Devletlerin bugün yegane varlık sebebi, yegane yönlendirici düşüncesi, sermayenin sınırsız büyümesinin önündeki engelleri kaldırmaktan ibarettir.
Tarihte bugünküne benzer büyük servet birikimleri ancak silahlı güçle korunabilmiştir. Eski zaman zenginlerinin hendekle çevrili kaleleri ve silahlı muhafızları olurdu. Bugün ise — şimdilik — bunlara gerek yoktur, çünkü serveti silahla koruma işi devletin profesyonel kadrolarına aktarılmıştır. Serveti koruma maliyeti servet sahiplerinden sırtından alınıp kamuya, yani halka, halktan toplanan vergilere ve halka yüklenen borçlara transfer edilmiştir. Şapka çıkaracak bir hamledir. Bir taşla iki kuş: Hem korundun, hem faturayı kendilerinden korunduğun insanlara ciro ettin.
Polis devletinin örgütlü ve acımasız gücü olmadan bugünkü sermaye düzeninin bir gün dahi ayakta kalabileceğine inanmak, ileri derecede naif bir bakış açısına işaret eder.
Deniyor ki sakıncaları ne olursa olsun kapitalizm, en azından, üretkendir. Bereket ve refah getirir. Piyasalardaki mal bolluğuna bak. Kuzey Kore ile Güney Kore’ye, Batı Almanya ile Doğu Almanya’ya bak. Hangisini seçersin?
Ben şahsen Güney Kore ile eski Batı Almanya’yı seçerdim. Ama komünist ütopyanın sapık bir deney olduğunu daha önceden belirttik, o yüzden bu tercihte şaşırtıcı bir şey yok. Komünist deneyin alternatifi kamu menfaati fikrini yele savurmak ve parası olanın dilediğince ülke yönetmesine izin vermek midir, onu tartışıyoruz. Sonuçta maksat refahsa Harunürreşit’in Bağdat’ı, Kubilay Han’ın Pekin’i, Alaattin Keykubat’ın Konya’sı, Azteklerin Tenochtitlan’ı da deli gibi müreffeh yerler imiş. Ayrıca Güney Kore ile Batı Almanya’yı zengin eden kapitalizm midir yoksa dünyanın egemen askeri blokuna sırtını vermek midir, Küba’yı sefil eden sosyalizm midir altmış senelik Amerikan ambargosu mudur, onlar da siyah beyaz konular değil.
Ama asıl mesele bu değil. Tarihin bazı dönemlerinde kapitalist işletme mantığının üretkenlik artışına hizmet ettiği doğrudur. Sonuçta üretkenlik artışı kâr demektir, maksadı kâr olan biri de üretkenlik artışına hayır demez. Ancak unutmayalım ki sermayenin asli motivasyonu üretmek değildir, para kazanmaktır. Para kazanmanın daha verimli yolları varsa sermaye üretmeyi bırakır, onlara yönelir.
Mesela Hindistan mihracelerini veya İspanyol kalyonlarını yağmalamak cazip kazanç fırsatları sunuyorsa üretime değil o işlere yatırım yapar.
Devlet alımlarında rüşvet karşılığı büyük vurgun vurma imkanı varsa, neden Adam Smith’in saftirik sanayicisi gibi toplu iğne üretimini rasyonalize etmeye uğraşsın? Kolay yola gider.
Devlet güdümündeki bankalar karşılıksız para basıyor ve sınırsız kredi üretiyorsa elini neden taşın altına koysun? Parasını ranta yatırıp gider Bahamalarda tatil yapar.
Askeri kumandanlar yönetimi gaspedip sınırsız kamu kaynağına el koymuşsa neden kamu yararını dert edinsin? Asker dediğinin kafası çalışmaz, “teknolojinin son harikası bunlar” diyerek onlara maliyetinin yüz katına kırmızı başlıklı füze ve sanal oyun konsolu satar, üstüne “üretkenliği yüz kat artırdım” diye öğünme fırsatı bulur.
Medikal kartel toplumu korku manyağı yapmışsa “alın size çağdaş bilimin mucizesi, dertlerinizin tek çaresi” deyip panikten kudurmuş kitlelere yılan yağı pazarlar.
Kapitalizmin 1980’lerdeki Reagan ve Thatcher (ve Özal) reformlarından sonra gitgide belirginleşen çıkmazını göz ardı etmeyiniz. Bu devirde sermaye egemenliğini pekiştirmek için devletin sınırsızca büyütülmesinden başka çare olmadığı görülmüştür. Devletin sınırsızca büyümesi sermayeye sınırsız yeni kazanç imkanları sunar. Piyasa disiplininden bağımsız irrasyonel bir alıcı olan devlete sınırsız mal ve hizmet satma olanağı doğar. Piyasa disiplininden bağımsız olarak şişen kredi piyasalarında karşılıksız parayla zenginleşme olanağı doğar. Sonuç olarak 1980’lerden beri kamu bütçesinden sermayeye aktarılan devasa fonlara rağmen üretkenlik artmamış, sürekli düşmüştür. Milton Friedman ve şürekasının da bullshit olduğu ortaya çıkmıştır.
Sonuç?
Bu devirde komünizme, sosyalizme karşı tez üretmek ölmüş atı tekmelemektir.
Bu devirde “kapitalizm iyi, devlet kötü” sloganlarından medet ummak safdilliktir.
Kamu çıkarı, ortak fayda gibi kavramların modası geçmez, geçmemelidir. O kavramlara burun kıvırsan bile, benim çıkarım neden oligarşinin çıkarı ile bir olsun sorusu asla akıldan çıkarılmamalıdır.
Kişisel servete karşı olmak başka şey, hiçbir kamusal sorumluluğu olmayan kişi ve kurumların orta boy devletleri satın alacak güce kavuşmasının hastalık olduğunu idrak etmek başka şeydir.
Sermaye tahakkümünden kurtulmanın ilk adımı devletlerin gücünü kırmak olmalıdır.