Kanada’nın nesi güzel
Pazar Sohbeti
26 Ocak 2020
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Kanada’yı beğendiniz mi?
Kış kıyamette Kanada çekilmesi zor bir memleket, bu sefer bu yönü öne çıktı biraz.
Kanada’ya 1974’ten beri bu zannediyorum on yedinci gelişim. 1970 ve 80’lerde çok geliyordum. Sonra uzunca bir ara verdim. 2009 ve 2011’de iki üç defa geldim. Karmaşık düşüncelerim var Kanada hakkında. Annem babam yıllar önce buraya taşındılar. Babam vefat etti, annem burada yaşar. Kız kardeşim burada, bir sürü akraba, taallukat var. Büyük kızım liseyi Toronto’da okudu. Dolayısıyla benim de Kanada’ya gelmem yönünde çeşitli ince ve kalın baskılar olmuştur üzerimde. Bir iki defa ‘acaba’ fikri geçti aklımdan, her seferinde aman aman aman, sakın, dedim ve kaçtım Kanada’dan.
Bazı seferlerinde, örneğin 2011’deki gelişimde çok güzel vakit geçirdik, çok candan dostlarla beraber olduk. Kızım buradaydı, iyiydi. Güzelmiş lan Kanada duygusuna kapıldım. Hele yazın daha güzel oluyor, hoşuma gitmişti. Bu sefer gene olumsuz devrelerimden birine yakalandım.
Birincisi, şehirler çok çirkin. Tarife sığmaz ölçüde çirkin. Hoşuma gitmiyor bu. Fiziksel mekanın sevimliliği önemlidir. Geçmiş kuşakların severek yarattığı bir mekanda yaşama hissi, şu içinde yaşadığım köyün, kasabanın, kentin dünyada benzeri olmayan özel ve eşsiz bir yer olduğu duygusu, insan için çok önemli bir şeydir. İnsanı iyileştiren bir şeydir. Eski şehirlerin, eski kasabaların, dünyanın neresinde olursa olsun bir tadı vardır, kendine özgü bir dokusu vardır, bir güzelliği vardır. Kanada’da yok öyle bir şey. Uçsuz bucaksız bir otopark. Sonsuz bir otomobil çölü. Her bina ayrı ayrı çirkin, bütünü daha beter çirkin. Bu beni rahatsız ediyor. Tahammül edemeyeceğim bir şey.
Biliyorsunuz, Samos’un bir köyüne gidip yerleştim. Haybeye yerleşmedim. Ancak öyle bir yerde yaşayabileceğimi hissettiğim için yerleştim.
İkincisi, kapitalizmin varmış olduğu nokta, affedersiniz, beni çok rahatsız ediyor. Sürekli olarak insanların tüm aktivitesi, tüm varlık sebebi birbirinin parasını almak. Non-stop, aralıksız, uyanık olduğunuz her an, birisi size bir şey satmaya çalışıyor. Etrafınıza baktığınızda onlarca, yüzlerce para tuzağı size göz kırpıyor. Televizyonu, gazetesi, bir an durup dinlenmeden cebinizden paranızı almak için size dil döküyor. Size bir faydam dokunsun, karşılığında siz de bana bir şey verin değil söyledikleri. Göstere göstere diyor ki, senin gözünü boyayacağım, cebinden paranı alacağım, çünkü hayattaki yegane amacım para kazanmak. Bunu ahlaken geçerli bir davranış olarak gören bir kültür, bana kötü geliyor.
Güzel yönleri de var Kanada’nın. Bireysel özgürlüklerin yüksek olduğu bir ülke. Gerçi bu da hızla erozyona uğruyor, bu da bambaşka bir yere doğru evriliyor. Bürokratik egemenlik ve güvenlik güçlerinin sorgulanamaz egemenliği korkunç bir hızla yükseliyor bütün dünyada. Kanada da bu hastalıktan muaf değil, bu rahatsız ediyor. Fakat her şeye rağmen, tabii Türkiye gibi bir ülkeyle kıyasladığında belirli bir özgürlük platformunun varlığını görebiliyoruz.
Başka ne var? Yemek açısından, özellikle çeşit açısından çok iyi bir kent Toronto. Yunanistan iyi güzel bir ülke, bence Kanada’dan daha medeni bir ülke. Hele güzel adam, Samos, Kanada’ya fark atar medeniyet açısından. Ancak bir sıkıntısı var, bütün lokantalar tastamam aynı şeyi ve sadece aynı şeyi verirler. Kırk yılın sonunda bıkıp bir gün de kalamar ve balık ve suvlaki yiyemeyelim dediğin zaman çok feci foslarsın. Kanada’da o açıdan bir cennet. Üst üste Çin yedik, Etiyopya yemeği yedik, Irish pubda, İrlanda usulü pub yemeği yedik, sağ tarafımızda Bangladeş lokantası, sol tarafımızda Sri Lanka lokantası var. O da tabii bir avantaj.
Ben yemeği severim. Çok severim haddi zatında. Haddinden fazla sevdiğim de söylenebiliyor bazen.