Kanada’da neler oluyor
Pazar Sohbeti
20 Şubat 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Kanada’da önemli olaylar oluyor. Amerika Birleşik Devletleri bir tür test vakası olarak değerlendiriliyor sanırım. Kanada’da kamyoncular ve kamyoncuları destekleyen geniş bir halk kesimi başkenti işgal edip hükümeti istifaya zorlama denemesinde bulundular. Bunun üzerine Kanada çapında sıkı yönetim ilan edildi. Tüm anayasal güvenceler sözde iki hafta için askıya alındı.
Hatırlarsınız, iki hafta evlere kapanacağız, salgını yeneceğiz demişlerdi 2020’nin Mart ve Nisan aylarında. O iki hafta hala devam ediyor. İki yıl oldu. Çünkü devletler ellerine bir güç geçirdiler mi geri vermezler. Niye versin ki? Devletin amacı iktidardır. Devletin besini, gıdası iktidardır. Devlet iktidarla yaşar. Uyduruk bir hastalığı bahane ederek gücünü arttırmış, geri verir mi? Saf mısınız siz?
Bu sefer sıkı yönetim ilan ettiler. Onu da aştılar, bugüne dek sadece en azgın diktatörlüklerde görülen bir şeyi yapıp, doğrudan veya dolaylı olarak bu protestolarla ilgili olan herkesin banka hesaplarını dondurmaya karar verdiler. Banka hesaplarını dondurmak demek, bugünün dünyasında insanları ölüme mahkum etmektir. Sefalete mahkum etmektir. Çünkü hani temel hak ve özgürlükler var ya, insanların doğuştan sahip oldukları ve rejimden ve devletten daha üstün olan vazgeçilmez olan, Tanrı tarafından geldiği söylenen vazgeçilmez insan hak ve özgürlükleri, işte bu özgürlüklerin her birini kullanmak için bugünün dünyasında para lazımdır. Parasız ne ifade özgürlüğünüzü kullanabilirsiniz, ne seyahat özgürlüğünüzü kullanabilirsiniz, ne can ve mal güvenliği sağlayabilirsiniz, ne sağlık hizmeti alabilirsiniz, hiçbir şey yapamazsınız. Elektrik faturasını ödemek için paraya ihtiyacınız var. Banka hesabına el koyuyoruz diyor. Bu bugüne kadar en azgın rejimlerde dahi görülmemiş bir defi bu. Yaparım ve senin susup kabul etmekten başka çaren yok diyor.
Eve kapanacaksınız diyor, insanlar kapanıyorlar. Evinize misafir kabul edemezsiniz diyor, herkes buna boyun eğiyor. Saçma sapan bir bebek bezi bağlayacaksın ağzına diyor. Bunun ampirik veya teorik olarak savunulabilecek herhangi bir faydası yoktur, hastalıkla da bir ilgisi yoktur. Ama takacaksın diyor, takıyorlar. Ve üstelik toplumun neredeyse yarısı, bunu canla başla savunuyor. Eşine, dostuna karşı, arkadaşına karşı savunuyor. Akıl almaz bir şey bu. Korkunç bir şey. Insanlığın sıfır noktası. İnsanlığın topyekün çöktüğü bir çağda yaşıyoruz.
Bu işin mantığı nedir diye epey düşündüm son zamanlarda. Bariz bir şekilde, hiçbir akli, mantıki, deneysel, bilimsel dayanağı olmayan bir dizi tedbir dayatıldı. Bir hastalık paniği yaratıldı. Küçük bir hastalık sistemli olarak büyütüldü ve insanlar korkuya kapıldı. Sadece korku da değil, onun ötesinde, modern propaganda sanatının ağır silahlarını devreye soktular. Gözünün içine baka baka sistemli olarak yalan konuştular. Gözünle gördüğün ve aklınla kolayca idrak edebileceğin şeyleri inkar ettiler. Bilimi lağvettiler, devlet sözcüsü birkaç soytarının beyanlarını bilim diye etiketlediler. Amaçları insanların resmi anlatıya inanması dahi değildi. Hakikat algısının sarsılması, doğru bildikleri her şeyin temellerinin yıkılması idi. Sonuçta toplumların pusulası şaştı. Hakikat algısı sarsıldı.
Bütün dünyaya yayılmış bir virüs varken ülke içi ve ülkeler arası seyahat kısıtlamalarının hiçbir şeye yaramayacağı ilk günden belliydi. Bunu bilmek için allame olmaya gerek yok, asgari düzeyde kafası çalışan biri kolayca anlar. Fransa’da, İngiltere’de ve Almanya’da hastalık oranları aynıysa eğer, birinden öbürüne gitmeyi yasaklamakla elde edeceğin hiçbir fayda yok.
Aşı salgını sona erdirecek dediler. Üç ay içinde anlaşıldı ki aşının salgın üzerinde en ufak bir etkisi yok. Aksine, herkesi aşılayınca salgın oranları azalmıyor, artıyor. Üstelik bulaşanların ezici çoğunluğu aşıyı yaptırmış olanlar. Akıllara durgunluk veren bir pervasızlıkla bu bariz gerçeği inkar ettiler. Aşının işe yaradığı yalanını her gün tekrarlayınca insanların düşünme ve yargılama yeteneğini kaybedeceklerini hesapladılar. Haklı çıktılar. Bugün tüm Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da köfteciye girmek için aşı kağıdını göstermen şart. Bir aşı yetmiyor üç aşı göstermen şart. Tek mantığı var bunun. Emirdir. Emir demiri keser. Devlet söylediyse sen buna boyun eğmek zorundasın.
Aklı başında görünen birçok insan, aralarında okumuş yazmış olanlar, tıp profesyonelleri de var, nasıl böyle bir oyuna geldi? Bunu anlamaya çalışıyorum. Şunu görüyorum. Bir panik çıktığında insanlar talimat bekliyor. Bilinmedik bir dünyaya adım atınca o dünyanın kurallarının konmasını bekliyor. Kurallar ilan ediliyor. O noktada, kafalardaki paradigma tek bir eksene indirgeniyor. Eksenin bir ucunda kurallar var, diğer tarafta kurallara uyması gereken fakat uymayan insanlar var. Hangisinden yana olacaksın? Kuralları koyanlardan mı, uymayanlardan mı?
İşin püf noktası tam olarak burada. Çünkü okumuş olanlar, diplomalılar, toplum içinde otorite ile konuşma yetkisine sahip olanlar, otomatik bir refleksle kuralları koyanların tarafında konuşlandılar. Kuralların içeriği hiç önemli değil. Kuralların mantıklı olup olmaması değil önemli olan. Kurallar konmuştur. Biz kuralları yapanların tarafındayız. Potansiyel olarak biz de yapabilirdik bu kuralları. Çünkü nedir? Biz yetkiliyiz. Bu işin olmasa da başka bir işin mektebini görmüşüz. Kapı gibi diplomamız var.
İnsanlar bu tuzağa nasıl düşer diye düşünüyorum. Bulabildiğim tek cevap şu: Zayıf oldukları için düşerler. Aslında köle olduklarının pekala farkındalar. Aslında hiçbir yetkileri olmadığının, kendi yaşamları ve toplum yaşamı üzerinde söz sahibi olmadıklarının farkındalar. Kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar. Aslında biz zayıf değiliz, güçlüyüz, çünkü bak, otoriteden, pardon ‘bilimden’ yanayız diyorlar. Biz toplum için neyin iyi olduğunu biliyoruz. Cahillere bak, gitmişler camide toplanmışlar. Onlar yüzünden hepimiz öleceğiz.
Bunun ne kadar net bir sınıfsal ayrım olduğunun farkında mısınız? Covid seferberliği tüm dünyada keskin bir sınıfsal tabana oturdu. Bir tarafta kendini güçlüden yana hissedenler, otoritenin şakşakçısı olmayı marifet sayanlar var. Bir tarafta da emeğiyle geçinenler, küçük işletmeciler, ayrıcalıksız kitleler var. O kesim mahvedildi Covid yasakları sayesinde. Çalışan insanlar sefalete düştüler. İş yerleri kapandı. Devletin verdiği sadakalarla geçindiler iki sene boyunca. Fakat sadaka hiçbir zaman bedava değildir. Sadakanın bir bedeli vardır. Sadakanın bedeli köleliktir. O gerçeklikle yüz yüze insanlık bu gün.
Tarih notu: Covid seferberliğinin ikinci yıldönümünde, Covid konusunu sihirli bir dokunuşla gündemden düşürecek olan Ukrayna Savaşı’nın başlangıcından iki gün önce yapılmış bir söyleşi.