Kadınlara seçme ve seçilme hakkı neden verildi
Pazar Sohbeti
5 Eylül 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
15 yıl boyunca tek bir seçime girmeden ülkeyi yönetmiş bir adam nasıl kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermiş olabilir?
Seçme hakkı başka, seçilme hakkı başka. Seçilme hakkı 1935’te verildi. Yani göstermelik de olsa birtakım kadın milletvekilleri sokuldu Meclise. Seçme hakkı vermek için ise seçim olması lazım. Oysa seçim filan yoktu. Seçme hakkı Türk kadınına ve Türk erkeğine 1950 yılında verildi. Ondan öncesi bir müsameredir. 23 Nisan gösterisidir. Seçme hakkı veriyoruz, sen de pazar giysilerini giyip seçim sandığına gidiyorsun, bizim hazırladığımız tek listeye oyunu veriyorsun dediler. Seçme hakkı dedikleri bu.
Kadınların siyasi haklar mücadelesi İngiltere’de başladı biliyorsunuz. 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren bir dizi ülkede, başta zannediyorum Finlandiya’dır, böyle bir trend oluştu. Kadınlara oy kullanma hakkı tanındı. Birinci Dünya Savaşına kadar bu marjinal bir hadiseydi, yaygınlaşmadı. Savaş, kadın erkek ilişkilerinde çok radikal bir yeni safhanın başlangıcı oldu. Bir kere, genç erkek nüfus tüm Avrupa’da ve tüm dünyada radikal bir şekilde biçildi. Çok fazla sayıda genç erkek öldü. Özellikle Türkiye bu konuda ağır darbe yiyen ülkelerden biridir. İkincisi, savaş yıllarında kadınlar daha önce yapmadıkları bir dizi mesleği yapmak zorunda kaldılar. Hasta bakıcılık, şoförlük, ofis büro işleri gibi, daha önce normal koşullarda kadınların ilgilenmediği işleri üstlendiler. Bu da savaş sonrasında birtakım beklentilerin, birtakım alışkanlıkların doğmasına sebep oldu. Üçüncüsü ve bu ikisinden daha önemli olanı, Batı dünyasında otoriteyi temsil eden kurumlar, din, devlet, evlilik, soyluluk vs. hepsi feci surette itibar kaybettiler.
Bunların sonucu olarak 1919 ilkbaharından itibaren bütün Avrupa’da ve dünyada bir dizi yenilik baş gösterdi. Öncelikle 1919 baharında, hiç beklenmedik bir şekilde, kadın etekleri kısaldı. Daha önce duyulmamış bir şeydi. Yüzlerce yıldan beri medeni sayılan tüm ülkelerde kadın eteği bileğe kadar inerken birdenbire dize kadar çıkan etekler yayılıverdi. İkincisi bobstil denilen moda çıktı, kadın saçının kulak üstüne gelecek şekilde kısa kesilmesi. Bunlar bir çağın ruhundaki değişikliği yansıtan sembolik yeniliklerdi. Evlilik kurumu ve alışkanlıkları kökten sorgulandı. Serbest aşk, evlilik dışı ilişki, bir koluna metresini bir koluna karısını alma gibi eskiden şoke edici sayılan bir dizi davranış sıradanlaştı. Sonra caz çıktı. Caz, 1919 ilkbaharının icadıdır. Daha önce Amerika’da zencilere özgü marjinal bir kültür iken yangın gibi dünyaya yayıldı. İlk önce Paris’te caz kulübü açıldı. Size çarpıcı bir şey söyleyeyim, Paris’te caz kulübü açılmasından birkaç ay sonra İstanbul’da da açıldı. Yani batı modaları çok büyük bir hızla Türkiye’yi etkiledi. Peçenin reddedilmesi ve seçkin sınıftan Müslüman Türk kadınlarının peçesiz olarak sokağa çıkmaya başlaması da 1919 yılının olayıdır.
Müttefik işgali altındaki İstanbul’da ve Yunan işgali altındaki İzmir’de gerçekleşti bu devrim, Ankara’da değil. Ankara meclisinde milletvekilleri ayağa kalkıp nutuk irad ettiler, ‘Türk kadınının onurunu rencide eden bu çirkin davranışları’ telin ettiler. Üniversitenin İlahiyat dışındaki fakültelerine kız öğrenci kabul edilmesi kanunla 1920 yılında kabul edildi. Tek üniversite vardı o tarihte, İstanbul Darülfünunu, beş fakültenin dördü 1920’den itibaren kız öğrenci kabul ettiler. TBMM değil, Damat Ferit Paşa hükümetidir bunu kabul eden. Daha önce İttihat-Terakki Yönetimi zamanında, 1912 mi, 1913 mi öyle bir tarihte, İnas Darülfünunu kurulmuştu. Yani kızlar için ayrı bir yüksek öğrenim kurumu açılmıştı. 1920 ilkbaharında İnas Darülfünunu talebeleri sınıfları boykot ettiler. Hükümeti mecbur ettiler. Erkeklerle aynı koşullarda İstanbul Darülfünunda öğrenci olmayı olma hakkını kazandılar. 1920, yani İstanbul yabancı işgali altında inim inim inlerken ve Damat Ferit Paşanın gerici hükümeti Ankara’daki isyancı Taliban’a, pardon Kuvayı Milliyecilere karşı idam fermanları çıkarırken gerçekleşti bu hadise.
Ne sonuç çıkarıyoruz? Kadınların sosyal ve siyasi haklara kavuşması çağın akımıydı. Gayet güçlü toplumsal nedenleri vardı. Bu akım Türkiye’yi de etkiledi, en azından İstanbul ve İzmir’in kalburüstü sınıflarını etkisi altına aldı. Ankara rejiminin bu taleplere bir şekilde cevap vermesi gerekliydi. Rejimin sadece orduya ve taşradaki Kuvayı Milliye kadrolarına istinat etmesi sakıncalıydı. İstanbul ve İzmir burjuvazisini de yanına çekmesi lazımdı. Gerek ekonomik nedenlerle, gerek uluslararası destek için, gerekse Ankara’ya nitelikli yönetici kadrolar temini için İstanbul ve İzmir’in memnun edilmesi gerekiyordu. O yüzden, şehirli sınıfların gönlünü hoş tutacak birtakım adımlar atıldı. Sonuçta yapılanlar, siyasi herhangi bir sonucu olmayan bir dizi kozmetik jestti. Fakat Türk burjuvazisinin ezeli ve ebedi arzusu, ‘Avrupa’da var bizde niye yok’ ihtiyacı tatmin edilmiş oldu.